(agos, 17 Aralık, 2010)
Öğrenci eylemleri tartışması, başladığı ve devam ettiği hızla kesildi. Çok konuşuldu, her yerde konuşuldu ve aynı şekilde konu birdenbire kapandı. Ancak aslına bakılırsa günümüz siyaseti için önemli ipuçları içeriyordu ve uzun süre tartışılmasında fayda var..
AKP cephesi eylemleri son zamanlarda adeti olduğu üzre, hemen Ergenekoncu ve darbeci olarak yaftalamaya çalışıyor. AKP çevrelerinde hakim olan görüşe göre bu eylemlerle öğrenciler sokağa dökülmek isteniyor. Sonra da darbenin yolu açılacak. AKP’ye yönelik her türlü “eylem” belli ki bundan sonra böyle konumlandırılacak. Ancak AKP’nin bu yaklaşımı büyük eleştiri toplayınca bu kez tekrar klasik merkez sağ pozisyona dönüldü ve öğrencilerin illegal örgütlerle bağlantısı iddiası ortaya atıldı. Başbakan Erdoğan’ın bütçe toplantısında yaptığı konuşmadaki sözleri açıklayıcıdır: “Biz polisimizi hiç bir zaman hiç bir yerde kimseye ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz ama şunu bilmenizi istiyorum: biz illegal örgüt mensupları derken... Kusura bakmayın, kuru kuruya atmıyoruz, hepsinin belgeleri, vesikası var.”
E valla biz de şunu çok iyi biliyoruz ki, bu ülkede iktidar birilerini örgüt mensubu yapmaya karar verdiyse, allem eder kallem eder yapar. Tarihimiz bunun örnekleriyle dolu. Dolayısıyla eylemlerin doğurduğu sonuçların en önemlisi, AKP’nin bu tip bir durumda hemen soğuk savaş döneminin komünizm karşıtı klasik sağ pozisyonuna döndüğünü bir kez daha görmek oldu. Bu durum AKP’yi kayıtsız şartsız destekleyen liberal kesimi biraz zorlayacak gibi görünüyor. AKP için de bu bir problem oluşturabilir. Zira bu kesim sayıca küçük olmakla birlikte AKP’nin siyasi meşruiyeti açısından büyük önem taşıyor. Eylem sonrasında ilk manzara liberal kesimin kredisinin pek tükenecek gibi olmadığı ama bu kredinin de sonsuz olmadığı yönünde. En azından benim anlayabildiğim, bu.
Beri yanda da tabii tam tersi bir algılayış var. 68 benzeri bir eylemlilik ve siyasi uyanış yaşandığını söylemek de biraz abartılı. Bu eylemleri AKP’nin sonunu getirecek bir hareketlenme olarak sunmak öğrencilere boylarını aşan bir görev yüklemek oluyor. Belli ki pek de öyle bir dertleri yok. Bu aşamada eylemlere ve bu eylemleri doğrun atmosfere bakabiliriz biraz.
Bugüne kadar çok sayıda yumurtalı/boyalı eylem oldu. Özgürlükçü ve AKP’ye zaman zaman yakın duran kimi entelektüeller (Adalet Ağaoğlu, Roni Margulies) bu tip bir eyleme maruz kaldığı gibi, yine AKP yanlısı gibi göründüğü gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç da bu eylemlerden nasibini aldı. Bu eylemlerde hiç de alkışlanacak bir durum yok. Gayet faşizan ve reaksiyoner eylemlerdir. Ancak iki eylem ayrı bir yerde duruyor. İlk önemli eylem Dolmabahçe’de Erdoğan-Rektörler buluşması sırasında gerçekleşti. Bu görüşme sırasınada eylem yapanların çoğu, üniversitelerle ilgili derdi olan, bu konuda söz söylemek isteyen öğrencilerdi. Talepleri kendi ağızlarından, şöyle: “Harçların kaldırılması, üniversitelere daha fazla bütçe ayrılması, öğrencilere söz ve yetki hakkı verilmesi ve YÖK'ün kaldırılması” Talepleri bunlar olan öğrencilerin üzerine biber gazıyla, copla tekmeyle gidildi. İşte Burhan Kuzu’ya yönelik yumurtalı eylem, bu polis tavrının protestosu oldu. Dolayısıyla bu iki eylemi öncekilerden ayırmak gerekiyor. Bu eylemcilerin derdi devletle, otoriteyle. Açık bir biçimde tepkisel de olsa kapitalizm karşıtı bir saik var. Yine kendi sözleriyle anlatacak olursam: “Bu yumurta aynı zamanda HES'lere karşı direnen köylüler, Tekel işçileri, yoksulluktan üniversite okuyamayan gençler için atıldı. Konuşmamıza izin verilseydi yumurta atmazdık.”
Beğenelim, beğenmeyelim, dertleri bu. Belki de tam da burada topluca bir bakış atmak gerekebilir. İster faşizan ve reaksiyoner olsun, ister sol ve eşitlikçi olsun, bu eylemlerin tümü de aynı yolu seçiyor. Yumurtalı ve boyalı eylem. Bu manzaradan ne çıkarmalı?