Pazartesi

Aman, size demesinler.. Ama siz deyin.

(agos, 8 temmuz 2014)

Evet sana, size demesinler. Rum demesinler. Gürcü demesinler. Yahudi demesinler. Çünkü şey oluyor. Nasıl derler. Mağdur oluyorsunuz. Size bunların denmesi bile sizi mağdur ediyor. Mazallah sonra ya birileri ciddiye alırsa. O yüzden, demesinler. Hele çok daha çirkin şeylerle, Ermeni filan, hiç demesinler. Başına bir küfürmüş gibi “afedersin” koymadan bahsetmeyin bu işlerden. Kimbilir belki de küfürden beterdir sizin için.
Türksünüz, onu anladık. Müslümansınız. Ve Sünnisiniz. Aman ondan kimse şüphe duymasın istiyorsunuz. Bu ülkede iktidarın buna, bu ırksal-mezhepsel özelliklere dayandığını çok iyi biliyorsunuz. En başından beri. Ya Türk-Sünni olacaksınız, ya da Sünni-Türk. Yani ya biri öncelikli olacak, ya öbürü. Çok genel manada baktığımızda iktidar bir sarkaç gibi bu iki köşe arasında salınır durur, Cumhuriyet tarihi boyunca. O yüzden Türk ve Sünni olmak önemlidir. Çünkü bu ülkeyi bu hale getirmek için az uğraşmadınız. Evet siz de. Tüm suçu İttihatçıların, Kemalistlerin üzerine atmayın. Ermeniler’in, Rumlar’ın sembolik hale getirilmesine pek itirazınız olmadı yıllar boyunca. Ancak böylesine sembolik bir sayıda olunca “emanetiniz” olabiliyorlardı. Yani üstünlüğünüzü, İslam’ın üstünlüğünü yeniden üretiyordunuz. Ama “çoğunluğun” o Demokles kılıcı başlarında sallanmak kaydıyla. En küçük yanlışlarında bedelini ödetmek kaydıyla. Öyle olursa mesele yoktu. Yaptığınız her iyilik karşısında şapkalarını havaya fırlatacaklardı hem. Havaya fırlatmayanlar zaten kötü niyetli ya da  olan biteni anlamayacak kadar kör olacaklardı. Böylece o çoğunluk-azınlık hiyerarşisi, ilişkisi yeniden kurulacak, yeniden üretilecekti.
Bir yandan da o lanet üzerlerinde asılı olacaktı ama. Her fırsatta o ayrımı, “biz ve onlar” ayrımını yapacak, yeniden kuracaktınız. Kendinizi başka türlü nasıl tanımlayacaktınız ki. Gerektiği zaman Türk, gerektiği zaman Sünni olduğunuzu nasıl beyan edecektiniz..
Dolayısıyla siz her şeyi söyleyebilirdiniz bir yandan da. Size serbestti. Mesela Kılıçdaroğlu için kalkıp “Sen Alevi olabilirsin. Ben de Sünni'yim. Bundan çekinme, korkma” diyebilirdiniz. Bunda da hiçbir acayiplik görmezdiniz. Yüzyıllarca Sünni çoğunluğun gadrine uğramış bir mezhebin, bir inanışın mensubunu meydanlarda böyle sıkıştırmakta, onu “açıklamaya” zorlamakta nasıl bir faşizmin, nasıl bir tahakküm takıntısının yattığını göremez, anlayamazdınız. Ya da aslında bilir, anlardınız da, anlamazlıktan gelirdiniz. Sorulduğunda “Ne var bunda?” derdiniz. Tüm siyasi hayatınız böylesi bir siyasi kurnazlığın üzerine kurulu değil miydi? Memlekette İslamcılık, daha da genel manasıyla “sağcılık” biraz da bu Alevi takıntısı üzerinden, Sünni tabanın bu takıntısını tatmin etme üzerinden yürümüyor muydu? “Değişim” diye pazarladığınız tüm siyasi hayatınız, aslında bu takıntıların “değişmemesi” üzerine kurulu değil miydi? O “değişmeyen”lerle iktidara yürümüyor muydunuz?
Siz tabii her şeyi söyleyebilirdiniz. Size serbestti. HDP Eşbaşkanı ve cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş için “Kendisi Zaza, ama benim Kürt kardeşlerimi aldatıyor. Sen Kürt kardeşlerime ne verdin?” diyebilirdiniz. Seviyeyi bu kadar alçaltmakta hiç sakınca yoktu. Bir zamanlar TSK’nın gizli gizli yaptığı psikolojik harp işlerini artık kürsülerde açık ve şeffaf  biçimde yapmaktı belki de sizin başlıca özelliğiniz. Buydu belki de AKP ihtilali. Bunları normalleştirmek.