Cuma

Coğrafya kader midir?

(agos, 20 haziran 2014)

Kendinizi Türkiyeli bir Alevi’nin yerine koyun. Esad rejimine açılan ismi konmamış savaşta bu ülkedeki Aleviler’in “zan altında” kalması  yetmiyormuş gibi, Suriye’deki cihadçı savaşçıların yakaladıkları Alevi ve Şiileri vahşice infaz ettiği haberleri ile geçirdiniz son birkaç yılı. Zaten Sünni çoğunluğun tehdidi, baskısı altında geçirdiğiniz tarihin kuşaklar boyunca aktarılan korkusu, tedirginliği varken, AKP iktidarının ve ideologlarının türlü imalarla sizi yeniden “kategorileştirmesi”ni yaşadınız. Ve bu cihadçı savaşçıların AKP ve MİT tarafından korunup kollandığına tanık oldunuz. Bilhassa sınır bölgelerinde yaşayan Alevi ve Arap Aleviler için hayat hayli sıkıntılı oldu bu dönemde.
Ve şimdi gitgide yakıcı hale gelen bir tehdidi daha yakından hissediyorsunuz belki de. Bu cihadçı savaşçılar gitgide güçlendiler, neredeyse bir devlet kurdular. Yani artık yanıbaşımızdalar, yerleştiler. Ellerinde çok sayıda Türkiyeli rehine var. İçten içe düşünüyorsunuz, “Acaba aralarında Alevi var mıdır?” diye. Yüzlerce  Şii askerin kurşuna dizildiği görüntülerle başladınız belki de güne. Tedirginsiniz. Ve AKP’nin, yani devletinizin tavrı hiç de içinizi rahatlatmıyor. Çünkü bütün bu olup bitenler alttan alta bir “Sünni devrimi” olarak selamlanıyor.
Doğrudur, Irak’ta zaten hiçbir şey yolunda gitmedi. ABD işgalinden beri, ülkenin bir kan gölüne dönüşeceği ayan beyan ortadaydı. ABD’nin Şii ağırlıklı bir yönetimden yana tavır alması, dolayısıyla Sünni’lerin sıkıntı yaşadığı yorumları elbette ki yanlış değildi. Keza IŞİD’nin güç kazanmasında Sünni tabanın verdiği destek de pekala etkili olmuş olabilirdi. Nihayetinde bunlar da realite..
Peki ama 100’e yakın Türk niçin IŞİD’in elindeydi. Bu cihadçı savaşçılar Türkiye’den ne istiyordu? AKP ‘nin tüm bu olup bitenlere rağmen gayet dikkatli konuşması, konuyu kapatması, Türk rehinelerin akibeti için bir önlem miydi, yoksa önceki “yakın” ilişkiler düşünüldüğünde bir şaşkınlıktan ve kapalı kapılar ardından yapılan bazı bilinmez hesaplardan mı kaynaklanıyordu?  Bir Alevi ne düşünür, hisseder?
Ya da kendinizi Türkiyeli (ya da Suriyeli) bir Kürd’ün yerine koyun. AKP’nin Rojava’daki Kürt bölgesini boğmak için her tür şiddeti uygulayan cihadçı gruplarla yakın ilişkide olması karşısında ne düşünürdünüz? Yine AKP’nin Barzani ile birlikte, bu “devrim” diye de nitelenebilecek Rojava yönetimini iki yandan sıkıştırmak için elinden geleni ardına koymaması. Bu grupların giriştikleri her türlü katliamın Türkiye’de sessizlikle, umursamazlıkla karşılanması ve AKP’nin hala bu gruplarla yakın ilişki içinde olması karşısında ne hisseder, ne düşünürdünüz acaba?
Ya da Musul’daki bir Türkmen olduğunuzu düşünün. Şii ya da Sünni farketmez. Türkiye’nin malum politikaları yüzünden evinizi barkınızı bırakıp yollara düştüğünüzü, sizi belirsiz bir geleceğin beklediğini. Kelimenin tam anlamıyla bir “tehcir” yaşadığınızı. Ne hisseder, ne düşünürdünüz acaba?
Ve elbette Türkiye’li bir Sünni olduğunuzu düşünün. Suriye’de, Irak’ta yıllardır kardeşlerinizin çektiği acı, sizin de acınızdır elbette. Ancak rövanşın böyle alınmasında, Türkiye’nin bu mezhep savaşının bir “tarafı” olmasında belki de aklınıza yatmayan bir şeyler, bilmem var mıdır?
Ve hiç şüphesiz Türkiye’de ya da bölgede yaşayan bir Hıristiyan olduğunuzu düşünün. Daha birkaç ay önce Kesab’ta yaşayan Ermeniler’in apar topar, nereye gittiklerini bile bilmeden şaşkınlık ve korku içinde bu topraklara getirildiğini.

Çarşamba

Cumhurbaşkanlığı seçimi için gerçek kriterler..

(18 haziran 2014, blog)

Malum, adaylar artık yavaş yavaş netleşiyor. AKP’de beklenti/talep Erdoğan yönünde ise de hala net bir açıklama yapılmadığından ve Süleyman Demirel’in meşhur deyişiyle siyasette 1 hafta bile uzun bir süre olduğundan her an her şey olabilir durumdayız. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı medya açısından cazip bir konu olsa da sokakların bundan haberi var mı, emin değilim. Ve zaten belli ki, daha çok konuşacağız. Her neyse. Gelelim konuya.  Yazıda siyaset esnafı diyebileceğimiz AKP, CHP ve MHP açısından Cumhurbaşkanlığı adaylığı kriterleri ne olabilir sorusuna yanıt arayacağız. Ve bunu yaparken kamuoyuna açıklanan görüşlere yüz vermeyip perde arkasındaki gerçek kriterleri anlamaya, haber televizyonlarının meşhur deyişiyle “şifreleri çözmeye” çalışacağız..Mekanizma nasıl işliyor olabilir? Sorumuz bu. AKP ile başlayalım:

-Öyle bir aday olsun ki hem Erdoğan cumhurbaşkanı olsun hem de AKP’de kim başbakan olacak tartışması yaşanmasın.

-Yaşanacaksa o zaman Erdoğan aday olmasın. Ama o zaman kim olsun? Gül? Olmaz. (Ya da dursun bakalım bu bir kenarda.)

-O zaman yine başa dönelim. Öyle bir aday olsun ki Erdoğan cumhurbaşkanı olsun ama AKP başbakanlık tartışmaları içinde heba olmasın. E o zaman kim başbakan olsun? Gül? Olmaz. Hem kendisi istemiyor hem de parti içinde bir sürü adamın ayağı kayacak. İçeride de istemeyen çok.

-E o zaman kim başbakan olsun? Arınç? Olmaz. Yeni ekibe çok ters. Babacan? O da olmaz sanki. Gezi sonrası palazlanan grup rahat edemez. E kim o zaman?

-Hem partiyi dağıtmayacak, hem Gül’ün adamı olmayacak, hem yeni ekipleri huzursuz etmeyecek, hem de seçimde başarılı olacak bir başbakan lazım. Kim peki? Anladığım kadarıyla henüz bulunmadı. Ay sonuna kadar harıl harıl bu konu üzerinde çalışılacak.

Gelelim CHP ve MHP’ye. Orada da kriterler anladığım kadarıyla şöyle işledi.

-Mansur Yavaş işi az kalsın oluyordu. Sarıgül de öyle. Erdoğan nedeniyle insanlar herkese oy verebilecek hale geldiler. Girelim bu topa.

-Ama öyle bir aday olsun ki, çok da kuvvetli bir figür olmasın. Seçilemese bile sonrasında bizi, başkanlığımızı zorlamasın. Hele olur da seçilirse? Mazallah tepemize başkan kesilmesin.

-Parti içi kanatlardan birinin temsilcisi hele, hiç olmasın. Başımıza iş açmayalım. Sonra neme lazım, seçilmese bile iyi oy alır, filan.

-Yani öyle bir aday olsun ki hem ortak aday gibi olsun hem de seçilmediğinde (ki muhtemelen öyle olur) silinsin gitsin, adını bile kimse hatırlaamasın. Biz işime, çorbamıza  bakalım.

-Ama bir yandan öyle bir aday olsun ki herkese pazarlayalım. Şöyle “Bak ne çalım attılar” desinler. “Yahu bu nedir?” diyenlere öyle bir senaryo yazalım ki, “Ulan biz bu işten anlamıyoruz galiba” desinler. Medya ayağını da sağlam tutarsak, bu vartayı da atlatırız.

-Ha tabii biraz da muhafazakar olsun, din işlerinden anlasın. Meydanlarda hiç olmazsa dindarlık işinde Erdoğan’dan zılgıt yemeyelim.

-Ama çok da olmasın. Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olsun. Başımızı ağrıtmasın.

-CHP tabanı oy vermeyebilir mi dediniz? Valla Erdoğan öyle bir laf eder ki seçim zamanı, herkes gelip oy verir. Orada sıkıntı olmaz.

Velhasıl. Daha seçimin ilk turu bile yaklaşmadan Cumhurbaşkanı’nı halka seçtirmenin, teorik olarak süper, ancak şu anayasal düzen içinde hayli pürüzlü bir iş ortaya çıktı. En tepedeki çıksa, belli nedenlerle, olmuyor. Başkası çıksa, olmuyor. O vakit durduk yere halkın seçtiği birini tepesine çıkaracak siyaset esnafı, bilhassa da iktidar. AKP koridorlarında şu seçenek bile şakayla karışık tartışılıyorsa hiç şaşmam: “Halkın seçmesi işinden geri dönüş yok mu allasen?”