Salı

Son düzlükte MHP , BDP, AKP

(agos, 26 mayıs 2011)
Bu yazı yayınlandığında artık seçime neredeyse 2 hafta gibi bir süre kalmış olacak. Ve son düzlüğe girilirken ilginç bir şekilde seçimin baş aktörleri AKP ve CHP’den çok, MHP ve BDP oldu. Her iki parti de güç veya güçsüzlükleri ile özel bir bakışı hakediyorlar. Kapsamlı bir analiz yapma iddiasında değilim ama önemli bulduğum birkaç notu paylaşmak isterim. MHP ile başlayalım..
Kaset komplosu ile tüm Türkiye’nin odağında MHP..Merak edilen, bütün bu olup bitenlerden sonra barajı aşacak mı, aşmayacak mı? Son kaset furyasından sonra 6 kişi daha istifa etti biliyorsunuz ve kasetleri yayınlayanlar, hedefte Bahçeli’nin olduğunu gizlemiyorlar.  İki eğilim var. İlki ve yaygın olanı: Bütün bu olup bitenleri  iktidar uzantıları tezgahlıyor. Hedef MHP’yi baraj altına itmek, böylece iki partili ve bağımsız adaylı bir TBMM’de AKP’ye yeni anayasa ve diğer adımlar için rahatlık sağlamak. Doğrusu AKP yanlısı medyada bu kasetler ortaya çıkmadan çok önce sıklıkla görülen  “MHP baraj altında kalabilir” analizlerini ve peşine gelen “Kürt sorununun çözülmesi için MHP baraj altında kalmalı” fikirlerini okuyunca; ve kasetler patladığında  Erdoğan’ın meydanlarda bu konuyu uzun  uzadıya tadını çıkara çıkara işleyişini görünce  gayet muhtemel bir durum diyebiliriz. Karşıt görüş ise (ki bunu daha çok AKP yanlısı medyada okuyoruz) Baykal’a kaset komplosunu kim kurduysa MHP komplosunu da aynı odakların yaptığı yönünde. Bu görüşe göre amaç Bahçeli’yi devirip MHP’nin başına daha iddialı  bir ismi getirmek ve partiyi ayağa kaldırmak. Yani kompolunun hedefinde AKP var bu görüşe göre. Hatta ve hatta bu görüşün bir yan dalına göre hedefte Bahçeli’nin yerine MHP’lileri sokağa dökecek yeni bir lider arayışı var. AKP yanlısı medyada işlenen görüş bu. Olmaz diyemem, olabilir de, ama bu son görüşün ortaya atılması kaset işinden MHP’nin mağdur olduğu dolayısıyla oylarını koruyabileceği görüşünün öne çıkmasıyla aynı günlere denk geliyor. Yani AKP bu kaset işinin ters tepeceğini hissedince  vites değiştirmiş ve buna göre yeni bir senaryo yazılmış olabilir. Zaten Erdoğan da son günlerde (yani aynı tarihten itibaren) kaset meselesinin fazla ağzına dolamamaya başladı.

Pazartesi

Umut ve umutsuzluk...

(agos, 19 mayıs 2011)
Geçen haftaki  yazının ağırlıklı bahsi Güneydoğu’da artan tansiyondu. Tansiyon maalesef düşmedi ve haftasonu sınırda PKK ile çatışmaya giren TSK, 12 militanı öldürdü.  Gelişme bilhassa Güneydoğu’daki gerilimi daha da artırdı, Türkiye’nin “Batı”sının da Doğu’sunun da hem kaygıyla hem de tepkiyle izleyebileceği gelişmeler yaşanması ihtimali arttı. Seçimler  yaklaşırken birçok cephenin gerilimi diri tutmak istediğini biliyorduk, geçen haftaki yazıda da buna değindik.  Fakat bu çapta bir operasyon hesapta var mıydı, yoksa olaylar kendiliğinden mi gelişti, bizim buradan bilmemiz zor. Dolayısıyla böyle bir operasyonun neden gerekli görüldüğü, TSK’nın bunu tek başına mı yaptığı yoksa Tunceli’deki  7 militanın önceki hafta  öldürülmesi de hesaba katıldığında TSK ile AKP’nin bu politikayı beraber mi yürüttüğü pek bilinmiyor. AKP’nin kendisi   değil de çevresi, TSK’nın ya da TSK içinde bir kanadın  bölgede AKP’nin altını oymak için bu tip girişimleri kasten yaptığını yaydı bir süre. Ancak AKP açık açık bunu perde önünde söylemeyezdi. Söylemedi de zaten. Bunun yerine mevcut çatışma ortamının Ergenekon örgütü tarafından tezgahlandığını söyleyebilirdi ki Erdoğan da dün bunu yaptı. Operasyonları ve TSK’yı kurumsal olarak sahiplendi.  Gerilimin iyice arttığı, ölen PKK’lıların cenazelerinde on binlerce kişinin toplandığı, BDP’nin üç gün yas ilan ettiği, CHP’nin ortamı dikkate alarak bölge bürolarını kapattığı bir dönemde hem CHP ve BDP’yi suçladı, hem de gerilim senaryosunun  Silivri ve Kandilli tarafından ortak yazıldığını söyledi. Kastettiği bu iki odağın bölgede AKP’yi zor durumda bırakmak istediği. Keza bölgedeki gösteriler için “meydanı bunlara bırakmayız” dedi. (Bunlar  dediği aslında BDP tabanı oluyor.) Sonra da “o meydanın sahibi milettir” dedi. Kendince kurduğu retorik  başladığı yere dönüyor olsa da belli ki söylemek istediği  Kürt sorunu meselesinde devletçi çizgiyi artık iyice ve bir kez daha sahiplendiğidir.

Cuma

Nışan ve Çapo için...

(agos, 5 mayıs 2011)

 “1915 kasım ayı sonunda Sebil’de bulunuyordum. Yağmur hiç durmadan yağıyordu. (...) Burada bir hafta kaldıktan sonra kafilelerin sevkiyatlarına başlandı. Eşyalarımız eşekler üzerinde yüklenmiş olarak tam gece yarısından sonra yola koyulduk ve gün ağarırken Bab’a ulaştık. Ne kötü ne dehşet verici bir görüntü. Şehre yarım saat uzaklıkta yağmurla sular altında kalmış düz bir alan içerisinde binlerce gerilmiş çadır çamur ve su içinde bulunuyordu. Çadırların yanında çok sayıda yatan ölüleri ve can çekişenleri yetkililer tarafından Ermeni sürgünler arasından seçilmiş mezarcılar ancak zorlukla dışarı atabiliyorlardı. (...) Çoğu yarı çıplak veya tamamen çıplak günlerce bu şekilde bırakılan kabirsiz, ölüler mezarlığı olarak kullanılan yerler vardı burada. Allahım bu ne görüntü...Gözyaşlarımı ve kalbimin anormal atışlarını durduramadım. Küçük bir çocuk gibi, bu bölgelerde bir milletin tamamının öleceği düşüncesinin derinliğine dalarak gözyaşları içerisinde ağladım. Tifüs her gün 350-400 arası kurban alarak hep yeniden kendi kendine tutuşan ateş gibi dehşet verici şekilde bütün çadırları sarmıştı. (Vartabed Dacad Arslanyan, 1915 sonunda Bab’daki durum)

Pazartesi

Sağ, sol, yoksullar ve çılgın projeler..

(agos, 28 nisan, 2011)
Önceki Cumartesi AKP geçen Cuma da CHP seçim beyannamelerini açıkladılar. Böylece iki partiyi daha somut bir biçimde karşılaştırma imkanımız doğmuş durumda. İki beyannameye de şöyle bir bakarken ilk gözüme çarpan AKP'nin kapitalizm ve rant dağıtıcılıktaki pozisyonunu daha da pekiştirmesi, CHP'nin ise aday seçme polilitikalarındaki tüm saçmalıklara rağmen seçim beyanname açısından sosyal demokrat çizgiye bir adım daha yaklaşması oldu. Özellikle yoksullukla ilgili önerilerin  yanısıra Kürt ve Alevi sorunlarında da -eskiye oranla- daha belirgin çıkışlar yapılması dikkate değer. Dolayısıyla çarpık bir tablo var yine karşımızda. Özgürlüklerden yana görünen, zaman zaman da bunun (bilhassa TSK konusunda) hakkını veren adımlar atan AKP hızla geriler ve sertleşirken; devletçiliğin yılmaz savunucusu CHP içerik açısından dolu olmasa ve samimi bulunmasa da sosyal demokrasi cephesine kayıyor. Çok açık ki  CHP'yi buna toplum (ve tabii merkez medya)  zorluyor.Ama aslında AKP’yi de buna (8 yıllık iktidardan nemalanan) toplum zorluyor anlaşılan. Ve tabii iktidar hazzı ve hırsı.