Cuma

Dağılmayan o “milli” ittifak..

(agos, 10 ocak 2014)

Salı sabahı ajanslara düşen haber şaşırtıcı değildi ama o meşhur kalıpla söyleyecek olursak zamanlaması manidardı. Roboski Katliamı’nı soruşturan askeri savcılık dosya ile ilgili “takipsizlik” kararı vermişti. Bu bir  anlamda malumun ilanı gibi oldu. AKP’si, cemaati, eski TSK’sı, yeni TSK’sı velhasıl tüm kanatlarıyla “devlet”in ilgisini çekmemişti 34 insanın bombalanarak öldürülmesi. Türkiye’de Kürt öldürmek –hala- devlet açısından önemli bir suç değildi.”Terör vardı, ne yapalım” deyip sıyrılabilirdiniz işin içinden. Bunu böyle resmi biçimde ilan etmek de AKP iktidarına nasip oldu. Yapacak bir şey yok. İktidarın tepesindekiler ne yaptıklarını zaten biliyorlar. AKP medyası da artık bu gerçekle yaşamayı, bunu realize etmeyi öğrenir herhalde.
Aynı salı günü bir de duruşma vardı.  Yeniden başlayan Hrant Dink cinayeti davasının yeni duruşması görüldü Çağlayan Adliyesi’nde. İlginç bir döneme geldi bu duruşma zira Dink Ailesi avukatlarının ve adalet arayıcılarının ısrarla yargılanmasını istedikleri kamu görevlilerinden bazılarına yolsuzluk soruşturması dalgası vurmuştu. Hrant’ın valilikte tehdit edildiği dönemde İstanbul Valisi olan, şimdinin İçişleri Bakanı Muammer Güler oğlu bu soruşturma çerçevesinde tutuklanınca istifa etmek zorunda kaldı.  Dönemin Emniyet istihbaratındaki kilit isimlerinden olan ve geçen haftaya kadar Emniyet Teftiş Kurulu Başkanlığı görevini yapan Ramazan Akyürek ise cemaate yönelik karşı operasyon çerçevesinde yüzlerce polis şefiyle birlikte görevden alındı. O Ramazan Akyürek ki, cinayetle ilgili her dosyada adı geçmişti. Cinayet öncesinin ve sırasının kilit isimlerinden biriydi. Adil bir mahkemede  yargılansa bazı şeyler değişebilir, perde biraz olsun aralanabilirdi.
Bu isimler Dink cinayetine bir şekilde bulaştıkları için görevden alınmadılar. Haşa. Bu yolsuzluk soruşturması olmasa görevlerine devam edecek, devletin görünmez zırhı içinde kalacaklardı  Tam da burada devletin bu konulardaki görünmez zırhı üzerinde bir kez daha durmak gerekmez mi, mesela?
Haftalardır AKP’li bakanları, bakan çocuklarını, bürokratları ve AKP’ye yakın işadamlarını hedef alan yolsuzluk soruşturması ile gelişmeleri okuyoruz. Bu soruşturmanın AKP-Cemaat arasındaki artık neredeyse “ölümüne” bir mahiyet kazanan mücadele ile ilgili olduğuna şüphe yok. Hayli sıkışmış durumda olan AKP de bu kuşatmayı yarmak için kendisini “milli irade” olarak sunmaya, Cemaati de “devlet içinde devlet” olarak tanımlamaya gayret ediyor ve demokrasi yanlısı güçlerin yanında hizalanmasını istiyor. Cemaatin çözum sürecindeki kötü ününden de faydalanarak bu hamlenin aynı zamanda süreci de hedeflediğini söylüyor ve siyasal Kürt hareketini de yanında durmaya çağırıyor. Siyasal Kürt hareketi mevcut durumda AKP’nin karşısına geçmedi ve Cemaati  “paralel devlet” olarak tanımlamaya devam ediyor.  (KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Bese Hozat’ın Cemaati Gladyo ile bağlantılı “paralel devlet” olarak tanımlarken Ermeni ve Rum lobilerini de yine bu yapı içinde birer paralel yapı olarak tanımladığına dikkat çekelim, geçerken. Öcalan’ın geçen yılki ifadelerinin bir vesileyle yeniden dolaşıma sokulması doğrusu can sıkıcı)

Pazartesi

Çöken rejimin “sınıfsal” boyutu

(agos, 2 ocak 2014)

Şu toz duman içinde artık ara rapor vermek anlamsız çünkü her şey saat saat değişiyor. Yine de AKP’nin –yeni- TSK ile anlaşarak “Bu iş uzarsa Balyoz ve Ergenekon’da yeniden yargılamaya gidilebilir ona göre” imasında bulunarak cemaate ve toplumun bir kesimine gözdağı vermesi not edilmeli. Kurdukları, üzerine oturdukları ve gitgide çürüyen sistem dağılmasın diye cemaatle birlikte içeri attığı eski rejimin aktörlerini “Milli orduya kumpas kuruldu” deyip yeniden yargılayacak denli gözünü karartmıştır AKP. Muhtemelen cemaatin bu adımı görüp artık biraz geri çekileceğini hesapladılar. Mevcut durumda Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç aracılığıyla “Hayır böyle bir şey kastetmedik” dense de AKP’nin bu resti çekebilmiş “esneklikte” bir parti olduğu kayıtlara geçmiş durumda.
İsterseniz bu faslı şimdilik burada bırakıp içinde yaşadığımız ve çökmekte olan rejimin sınıfsal boyutlarına kısaca bakıverelim. Çünkü  bu meselede sınıf daha doğrusu yeni burjuvazi ve yeni ezilenler de ihmale gelir bir yön değil. Her şeyi sınıf mücadelesinin belirlediğini iddia etmek belki artık eskisi kadar rağbet görmese de tamamen es geçmek de pek olacak iş değil, bilhassa solda duranlar açısından.
Çok basit bir örnekle, bir zincirle tarif edebiliriz belki bu meseleyi. Yüzlerce örnek içinden en bilinenini, en herhangi bir dosyaya girmeyi gerektirmeyenini seçelim. Ve bu örneğimizde mesela bu yeni rejimin değişmez dört ayağı da olsun. Yani medya, inşaat, kamu bankaları ve iktidardakilerin yakın akrabaları. Halkbank –Sabah Atv meselesinden bahsedeceğim. Herkesin bildiği, herkesin gözü önünde olan hikayeden. Hikaye şu.
Sabah ve Atv’ye TMSF tarafından el konduktan sonra bu grubu, iktidara yakın ve Erdoğan’ın damadının da CEO vekili olarak görev yaptığı Çalık grubu satın aldı bildiğiniz gibi. Gayet normal karşılandı, Grup bu varlığı Halkbank ve Vakıfbank’tan aldığı kredilerle satın aldı, yine bildiğiniz gibi. Bankaların gruba son derece uygun koşullarda ve alışılmadık derecede büyük miktarda kredi verdiği öne sürülse de bankalar bu iddiaları reddettiler. Birkaç itiraz olduysa da yine normal karşılandı bu satış da, bildiğiniz gibi. Bir süre sonra artık hangi nedenle bilinmez, (kimi haberlere göre beklendiği derece kar etmediğinden) grup Sabah ve Atv’yi satmaya karar verdi, yine bildiğiniz gibi. Yabancı ortaklar ilgilendi. Ancak satış son anda suya düştü. Bir dedikoduya göre Hükümet Sabah ve Atv’nin yabancıların eline geçmesini istemiyordu. Her neyse dedikodu diyelim ve geçelim. Ve ne enterasandır tam da Halkbank Genel Müdürü’nün gözaltına alındığı gün Sabah ve Atv satıldı. Kime mi satıldı? Bir inşaat şirketine. Kalyon inşaat. Peki kimdir bu Kalyon inşaat? Star gazetesindeki habere göre Kiptaş konutlarını inşa eden, Metrobüs hattını yapan,  3. Havalimanı projesini alan konsorsiyumu oluşturan 5 inşaat şirketinden biri olan şirkettir. Ve tabii en önemlisi. Kalyon inşaat aynı zamanda Taksim Yayalaştırma projesini de üstlenen firma. Hani mahkeme tarafından iptal edilen, hukuksuz projeden bahsediyorum. Aslında hikayemiz burada bitmiyor. Kalyon İnşaat’ın bazı yöneticileri Hükümet tarafından son anda durdurulan 2. Soruşturma Dosyası’nda da yer alıyor. Ancak bu dosyanın akibeti henüz belli olmadığından, hadi bu kısmı atlayalım.
Bu son kısmı katmadığımızda bile AKP sisteminin dayandığı zincirin nerede başlayıp nerede sona erdiği, daha doğrusu nasıl da dönüp dolaşıp bir yerde kapanarak bir çember haline geldiğini görebiliyoruz. Dediğim gibi bu, herkesin gözü önünde olan, hiçbir gizli saklı dosyaya girmeyi gerektirmeyen açık bir örnektir.
Az önce son meseleye girmeyelim dedik ama Taksim Yayalaştırma projesi konusu bir kez açılınca ister istemez aklımıza Gezi isyanı geliyor tabii. Ve işin ilginci asıl –daha büyük- çember burada tamamlanıyor. Çünkü bu isyan bize büyük oranda –elbette iktidar tarafından-dış güçlerin bir oyunu, bir darbe girişimi olarak sunuldu. Bu derece cüretkar olmayanlar (ya da saçmalamayanlar) açısından ise bu meseleye kültürel alanda bakmak gerekiyordu, zira gösterilere katılanlar büyük oranda imtiyazlarını kaybeden eski elit çevrelerdi. Bu çevrelerin bu “aura”ya kapıldığı yanlış değilse de esas olarak parkta, alanda, bilhassa da barikatlarda olup biten hiç de bu tarife uymuyordu.

Rejimin çöküşü..

(agos, 27 aralık 2013)

Geçen haftaki yazının başlarında şöyle bir cümle kullanmıştım: “Bu, yaşanan iktidar mücadelesinin ne kadar şiddetli olduğunu gösterdiği kadar, şunu da gösteriyordu: 2007 sonrasında AKP ve cemaatin birlikte kurdukları ‘rejim’,  sanki yavaş yavaş çökmekteydi.”
Çöküş doğrusu beklenenden de hızlı gerçekleşiyor. AKP iktidarı cemaatin “operasyon”  hamlesi karşısında a) önce afalladı b) karşı hamleye geçerek 100’ü aşkın polis şefini görevden aldı, yargı etrafında kuşatma kurmaya çalıştı, kuvvetler ayrılığı ilkesini çöpe atacak kararnameler yayınladı c) sözcüleri ve medyasıyla cemaate savaşı şiddetlendirerek  psikolojik üstünlüğü ele geçirmeye çalıştı d) bir kabine revizyonunun kaçınılmazlığını dayatması üzerine çocukları zan altında olan 3 bakanın istifası istendi e) iki bakan (İçişleri Bakanı ve Ekonomi Bakanı) uslu uslu istifa ederken üçüncü bakan olan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar oyunu açık etti. Bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“ Rüşvet  ve yolsuzluk ifadelerinin bulunduğu bir operasyon sebebiyle istifa ediniz ve beni rahatlatacak deklarasyonu yayınlayınız' şeklinde tarafıma baskı yapılmasını kabul etmiyorum. Etmiyorum çünkü, soruşturma dosyasında var olan ve onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan’ın talimatıyla yapıldı. Bu minval üzere bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa ettiğimi açıklıyorum. Bu milleti ve vatanı rahatlatmak için sayın Başbakan'ın istifa etmesi gerektiğine inandığımı ifade ediyor, yüce milletime saygılar sunuyorum.”
Bayraktar’ın bu çıkışı yaptığı saatlerde AKP’nin artık hayli zor durumda olduğu genel bir kanaat haline gelmişti. Aynı saatlerde Başbakan Erdoğan kürsüye çıktı ve ülkenin istiklalinin tehlikede olduğunu öne süren bir konuşma yaptı. Konuşmaya elbette cemaate yönelik ağır suçlamalar, “devlet içinde devlet”  argümanları eşlik etti. Yine aynı saatlerde savcılık cephesinde yeni bir operasyon hazırlığı olduğu ancak Emniyet’in bu operasyona kolluk gücü vermemek için direndiği söylentileri dolaşmaktaydı. Bir gün önce istihbarat şubesinde görevli bir amirin ifade vermek için savcılığa gönderilmediği de gazetelere yansımıştı.
Yine aynı saatlerde Başbakan Erdoğan’ın yakın zamanda yeni kabineyi sunmak için cumhurbaşkanlığı köşküne çıkacağı haberleri yayıldı. Beklentiler kapsamlı bir kabine revizyonu yapılacağı yönünde. Ancak bu yazı yazılırken durum hala “beklenti” aşamasındaydı.
Manzara çok kabaca iki tarafın da bu süreçten büyük kayıplarla çıkacağı yönünde. AKP bundan sonraki seçimleri Erdoğan’ın belagati sayesinde kazansa bile artık iddiasını büyük ölçüde kaybetmiş olacak. Cemaate yönelik bilhassa devlet içinde yürütülecek operasyonun da bu yapıyı yok etmese bile büyük ölçüde kolunu kanadını kıracağını öngörebiliriz. Özetle her iki cephe de varlığını sürdürecek ancak meşruiyet ve iddialarında büyük kayıplar yaşanacaktır. Gidişat onu gösteriyor.
Bu toz duman arasında ileriyi görmek çok zor. AKP’nin elinde neredeyse tek tutamak olarak kalan, çözüm sürecidir. Bütün ağırlıklarını da oraya verdikleri anlaşılıyor, zira cemaatin bu sürece hiç de taraftar olmadığı –önceki örneklerle- biliniyor. Yani “biz gidersek süreç çöker” diyorlar, ki haksız olduklarını söyleyemeyiz. Öcalan’ın da “paralel devlet” açıklamalarıyla cemaatten muzdarip olduğu hepimiz biliyoruz. Siyasal Kürt hareketini de zorlayacak bir süreç olacağı açık.