Cuma

Yeni iktidarın yapısı..


(agos, 11 ağustos 2011)
Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve emekliliği yaklaşan kuvvet komutanlarının istifa etmesinin ardından yeni bir döneme girdiğimiz ortada. Zaten bu yönde bol bol yorum ve makale okumuş olmalısınız. Bu istifalar AKP-Gülen cephesinin ordu karşısında geri adım atmama prensibinin mantıki ve doğal bir sonucu olarak görülse  de, olup bitenler hiç şüphesiz tarihte bir dönemeç oluşturacak.Artık o topa bir daha girmeyip, iki soruya yanıt aramaya çalışacağım.1) Bu sadece AKP’nin marifeti mi? 2) Ne yani sivilleştik, demokratikleştik mi, her şey tamam mı?

Pazartesi

Benim neslim de, bu faşizmden bıktı...

(agos, 4 ağustos, 2011)
Yeni dönemin laik/şehirli elitizmini kahvehane mantığıyla harmanlayarak kendine özgü bir stil yaratan gazetecilerden  Yılmaz Özdil’in geçen haftaki yazısını okumuş olmalısınız. Tam da geçen hafta bu gazetenin  şikayet ettiği “cımbız” diplomasisinin tatsız sonuçları üzerine kaplan gibi atlayan Özdil ibretlik bir yazı çıkardı ortaya. Neydi olay? Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Hürriyet’in Moskova muhabiri  Nerdun Hacıoğlu’nun haberine göre Ermenistan’daki öğrencilere “Biz Karabağ’ı aldık, Ağrı’yı almak da sizin göreviniz” mealinde laflar etmiş.Bunun üzerine siyasestte kopan fırtınayı biliyorsunuz zaten. Sarkisyan’ın tam olarak ne dediğini geçen hafta bu gazete okudunuz. Sözlerinin tümü okunduğunda tablo değişiyor. Gelin Özdil’e geçmeden önce biz Hürriyet’teki versiyonu dikkate dahi alsak, haberde ne olduğuna bakalım. Evet Nerdun Hacıoğlu’nun 26 temmuz tarihli haberi malum  sözleri aktardıktan sonra bir “ama” ile,  yani şöyle bitiyor: “...Ama şunu da söylemem gerek. Günümüz dünyasında ülkelerin itibarı yüzölçümüyle ölçülmüyor. Ermenistan modern, güvenli ve ekonomide başarılı ülke olursa itibarı da o denli yüksek olacaktır”
Hürriyet’in haberi böyle bitiyor.

Perşembe

Norveç: yeni bir eşik mi?

(agos, 28 temmuz 2011)

Cuma günü Norveç’te meydana gelen  saldırıyla ilgili olarak her gün yeni ayrıntılar okuyoruz, öğreniyoruz. Saldırgan (Anders Breivik) muhtemel çoğu kişi tarafından ruhsal dengesi bozuk biri olarak görülecektir ve bir ihtimal kendisine tıbbi olarak böyle bir tanı konacaktır. Ancak saldırganın ruhsal durumu ne olursa bu korkunç ve gaddarca saldırı ister istemez tüm spotları Avrupa’da sağ akımlar üzerine çevirecektir.
Öncelikle saldınını Norveç gibi dünyanın en “mutena” ülkelerinden birinden meydana gelmesi şaşırtıcı sayılıyor. Fakat Avrupa’yı gözucuyla bile takip eden bir gözlemci İskandinav ülkelerinde steril/ırkçı bir düşüncenin ta II.Dünya Savaşı yıllarından beri boy verdiğini usul usul geliştiğini, 90’larda ise hayli güçlendiğini bilir. Bu açıdan bakıldığında şaşırtıcı değil demeyeceğim (böyle bir katilam dünyanın her yerinde “beklenmedik”tir) ancak  “ne alakası var?” denecek bir durum da yok.
Asıl önemli ve ayırdedici olan ilk ayrıntı şu:  saldırı, ırkçı saldırıların genel geçer özelliğini taşımıyor. Kurban sayısının yanısıra bu saldırıyı “farklı” ve “köşetaşı” yapan da bu. Saldırgan, iktidardaki İşçi Partisi’nin (ve tüm çok-kültürcü marksistlerin/sosyal demokratların) Müslümanlara müsahama gösterdiğini düşündüğü için hedefe Hükümet’i ve iktidardaki partinin gençlik kollarını koydu. Yani hedef/kurban, kendi toplumunun “ırkçı olmayanları”  oldu, yabancılar değil. Ve üstelik kendi toplumuna karşı da epey gaddarca davrandı. Bu açıdan bakıldığında yepyeni bir durumla karşı karşıyayız.