Perşembe

Değişmek kimlere mahsus?


 (agos, 26 Kasım 2010)
Geçen hafta, daha doğrusu önceki haftaki yazıda CHP ve Kürt Sorunu konusunda medyada ve kimi siyaset çevrelerinde bir algı oluştuğuna dikkat çekmiştim. Bu algıya göre CHP’den adam olmaz diyenler, AKP’li, Fethullahçı oluyorlar, CHP’yi kimse tutamaz diyenler de ulusalcı Ergenekoncu oluyorlardı. Bu manzaranın çarpıklığına dikkat çektikten sonra CHP’deki yeni dönemle ilgili fikir beyan etmeyi de bu haftaya bırakmıştım. Kaldığım yerden devam edeyim..
Kılıçdaroğlu ve ekibinin önder Sav ve ekibinden kurtulmasından sonra “CHP artık oy patlaması yapar” demek abartılı ama yine  de bunun CHP içinde yeni bir hamle olduğunu görmeliyiz. “Kemalist-devletçi bunlar, bu partiden hiç bir şey olmaz” görüşünün de kolaycılığına düşmeden tabloya bakacak olursak: Evet Kılıçdaroğlu belki bir ekiple, belki de tek başına CHP’yi bir yerlere taşımaya çalışıyor, bu ortada. Bunun için kendine seçtiği yeni ekiple bunun yapması  zor görünmekle birlikte şu aşamada bence önemli olan bu küçük rota değişikliklerinin toplumda bir karşılığının olup olmadığını test etmek. Evet eğer küçük de olsa bir karşılık varsa ya da Kılıçdaroğlu bunun görmeden de bir risk alıp eli artırırsa pek ümit vadetmeyen bu kadronun da yenilenmesi gündeme gelebilir. Hiç şüphesiz bunların tersi de mümkün. Yani bütün bu rota değişikliklerinde en başa da dönülebilir. Bu da bir ihtimal. Ancak burada ilginç bir durum var.
Bayramda hatırlarsanız CHP ile BDP arasında bir temas oldu. BDP’nin seçimde sol blok gibi bir fikir ortaya atmasına CHP Genel Sekreteri Süheyl Batum’dan “değerlendirilebilir” gibi olumsuz olmayan bir yanıt gelince, ana medya ve AKP medyası CHP-BDP seçim ittifakına gidiyor davulları çalmaya başladı. Hiç şüphesiz böyle bir gelişmenin manşet değeri vardı ama haberin ayrıntılarına bakıldığında başı sonu belli bir ittifak diyaloğu değil de, genel bir “böyle şeyler olabilir, laikliği, emek haklarını savunan partiler işbirliği yapabilir” havasında diplomatik bir konuşma olduğu anlaşılıyordu. Ancak bilhassa AKP’ye yakın medya bunu “ittifak tamam” havasında daha doğrusu yaygarasında vermeyi tercih etti. Burada aslında AKP’nin iş siyasi rekabete gelince Kürt Sorunu’nda hemen “açık kollamaya” teşne olduğunu –bir kez daha-  görebiliyoruz. Zaten Başbakan Erdoğan da konuşmalarından birinde bu  son derece ham habere deyim yerindeyse atladı. Şöyle dedi Erdoğan: "Bakın işte görüyorsunuz, şu anda CHP'nin filan düştüğü hali. Kimse hiçbir şeyden endişe etmesin, onlar halk oylamasında da bir araya geldiler, neticesini gördünüz..” Bu konuşmanın ardından CHP “ittifak gündemde değil” dese de Erdoğan birkaç gün sonra konuya kaldığı yerden devam etti ve “CHP ile BDP platonik aşk yaşıyor.” dedi.
Şunu hesap etti AKP muhtemelen: Bütün o açılım söylemine rağmen sonuçta sağ bir tabanı olan AKP, “sol-bölücü ittifakı” edebiyatından pekala hala medet umabilir. Bunun Türkiye’de iş yaptığı görülmüştür, denenmiştir, AKP’nin de sıkışınca bu yola sapacağına hiç şüphe yok. Ancak bu ham gelişme bir yandan da AKP’nin canını sıkabilir zira biliyorsunuz AKP’nin gücünde Güneydoğu’dan gelen oyların çok önemli bir payı var. Dolayısıyla bölgede mevcut ve stabilize olmaya başlayan AKP-BDP oy dengesinin küçük bir miktar bile oynaması AKP oylarında önemli bir kayma yaratabilir. Bilemiyorum belki CHP de bunu bildiği için aynı AKP’nin yaptığı gibi içi pek doldurulmayan yeni bir “G.Doğu açılımı” politikasına sarılabilir. Ürkek Diyarbakır gezisi muhtemelen bunun göstergesi. Bu çabaların önümüzdaki dönemde artacağını düşünüyorum.
Tam da bu noktada şunu da tartışmanın zamanıdır. CHP’nin kendisinden beklenen sol ve özgürlükçü atağı yapamayacağı konusunda çok geniş bir konsensüs oluşmaya başladı. Buna yürekten inanıyor olabilirsiniz ama siyaset bilimi ve tarih açısından baktığımızda bu konuda neden bu kadar kesin konuşulduğunu pek anlamıyorum. Tamam CHP devletçi bir partidir Kemalist bir partidir, ortanın solu çıkışını da iyi becerememiştir, hemen kendi içinde bölünür vs. Ancak Erbakanların, Hasan Hüseyin Ceylanların, Şevki Yılmazların Şevket Kazanların partisinden, çizgisinden AKP gibi bir parti çıkıyor ve “muhafazakar demokrat” olup bir de tüm liberallerin kayıtsız şartsız desteğini kazanıyorsa, en azından teknik olarak CHP’nin de bu imkana sahip olduğunu teslim etmek gerekir. Burada ilginç bir anekdotu aktarmakta fayda var. Pek basına yansımayan bir ayrıntı bu bildiğim kadarıyla. Yakın zamanda bir AKP’li bakan, üstelik de parti kurulduğundan beri AKP’de bulunan bir bakan, bir sohbet toplantısında şunu söyledi: “İlk kurulduğumuzda AB ile ilişkilerin sürmesini isteyenler olarak sadece 2 ya da 3 kişiydik.”
Bu ayrıntı bana çok ilginç geldi. İster küresel kapitalizmin zorlamasıyla, ister AKP liderliğinin taktik bir manevrasıyla olsun şu ya da bu şekilde AKP dönüştü ve AB ile ilişkiler konusunda kaydadeğer bir performans gösterdi. Aynı hükümet yetkilisi IMF ile ilişikiler konusunda da yine 2-3 kişi dışında tüm partinin IMF’ye karşı olduğunu söyledi. AKP, IMF ile yeni bir anlaşma yapmamış olabilir ama kurumun karar mekanizmalarında yer almak ve yabancı sermayeyi ülkeye çekmek için neler yaptıkları ortada. Tamam bütün bunlar sağ bir partiyi bozacak mevzular değil denebilir ama yaşanan dönüşümü not etmek gerekir. CHP’den de bunu teknik olarak beklemek mümkün.(Salı günü tam da bu yazıyı yazıp bitirdiğimde Ahmet İnsel’in de Radikal’de çok benzer bir mantıkla benzer bir yazı kaleme aldığını okudum. Bir cins pişti olduk diyelim. Bulup okumanızı tavsiye ederim.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder