Perşembe

Yeniden keşfedilen kötü çocuk: Libya

Geçen haftaki yazıyı Ortadoğu ve Arap coğrafyasındaki ekonomik tablo ile bitirmiş, gençler arasındaki işsizliğe dikkat çekmiş ve patlamaya hazır yeni ülkelerin Libya ile  Cezayir olduğuna dikkat çekmiştim. Dolayısıyla bu hafta Libya’yı biraz konu edinebiliriz zira burada  kan gövdeyi götürüyor, Kaddafi’nin şiddeti neredeyse katliam boyutlarında.. Bu arada şunu hemen not düşeyim “bildim” filan gibi bir ima içinde değilim, zaten manzara ayan beyan ortada üstelik Libya’da olup bitenlerin ekonomik dengelerle ne kadar alakalı olduğu tam belli değil, Kaddafi rejimine baştan beri muhalif olan aşiretlerin ortamı uygun bularak ayaklanması da etkili. Şöyle ya da böyle, son olarak isyan Libya’ya da sıçradı ve şu ana kadarki en kanlı bastırma harekatı yürütülüyor  Kaddafi rejimi tarafından..
Manzara dramatik. Ancak bu manzarayı dramatikleştiren bir başka unsur daha var. Çok  konuşuldu ama tekrarda beis yok, dolayısıyla bir kez daha ve yeniden: başta Batılı ülkeler olmak üzere çok sayıda ülkenin bu tür rejimlerle son ana kadar işbirliği/ticaret yapıp, isyan patlayınca “demokrasi” vaazı vermesi. Günlerdir şu konuşuluyor: Bilhassa Batılı ülkeler geçtiğimiz yıllar boyunca Libya ile gayet sıkı ekonomik ilişkiler kurdular, doğalgaz ve petrol analaşmaları yaptılar hatta Kaddafi’yi başkentlerinde çadırlarda ağırladılar. (Son örnekte İtalya ve Berlusconi’den bahsediyoruz)  Şimdi ne oldu? Kaddafi kendi halkına ölüm kusunca mı aklınız başınıza geldi? Çok açık ki burada çoğu zaman görülen iki yüzlü tavır var.
Hatırlarsanız 1980’lerde Libya ABD’ye ve Batı’ya göre en haydut ülkelerden biriydi. Birçok terör eyleminin ardında Libya’nın olduğuna inanılıyordu., bazıları da hakikaten öyleydi. Hatta ABD Libya’yı savaş uçaklarıyla bombalamıştı. Bu saldırılarda Kaddafi’nin kızı da ölmüştür. Ama ilerleyen yıllarda Kaddafi Batı’nın kötü çocuğu olmaktan vazgeçer gibi yaptı. Bazı olaylarda sorumluluğunu kabul etti. Böyle yapar yapmaz da anlaşmalar peşi sıra geldi, Batı sanki bunu bekliyordu. 2008’de Amerikan General Dynamics firması Libya ile 165 milyon dolarlık bir silah anlaşması imzaladı. Bu anlaşma Libya ordusunun özel birliklerinin kullanacağı silahlar için imzalanmıştı. Muhtemelen bugünlerde aynı birlik, göstericilere mermi yağdırıyor. 2010’da ise Libya’ya 300 milyon dolarlık İngiliz silahı satışı için anlaşma yapıldı. İngilizler şu günlerde bu silahların kullanılmasından rahatsızlarmış mesela. Aman ne tavır. Bütün bu anlaşmalar yapılırken Libya demokrasi yolunda ilerleyen bir ülke değildi. Özgürlük yine kısıtlanıyordu, muhalifler yine seslerini çıkarmaya cesaret edemiyorlardı. Ama mesela Lockerby faciası sanıklarından biri kanser olmuştu ve Libya yönetimi bu sanığın son günlerini ülkesinde geçirmesi teklifi götürdü İngiltere’ye. İşçi Partisi Hükümeti bunu kabul etti  ve sanığı salıverdi. O günlerde basın yoğun biçimde eleştirmişti Hükümeti  zira işin ucunda Libya’nın ticareti hacmini artırırız  vaadi olduğundan şüpheleniliyordu. Bu şüpheler büyük oranda dogru çıktı.  Keza yine İşçi Partisi’nin 2007 yılında Libya ile yaptığı ticari anlaşmalar da bugünlerde eleştiri konusu ve bu eleştirilerin hedefinde Tony Blair var. Hatta ABD işi daha da ileriye götürüp Londra Büyükelçisi vasıtasıyla resmen İngiltere’yi eleştirdi. 2008 yılı Fransa-Libya arasında da ticari ilişkilerin de ısınmasına sahne olmuştu. Sarkozy Libya’nın eski sert pozisyonunu terketmesiyle soluğu Trablus’ta almış çok sayıda anlaşama masaya yatırılmıştı. Bunlar arasında Libya’nın Fransa’da savaş uçağı alması da vardı. Yine Fransız şirketi Total’in de Libya’da geniş yatırmları bulunuyor. Kaddafi de Sarkozy’nin ziyaretinin ardından Fransa’ya gitmiş ve bu, 34 yıl sonraki ilk Fransa ziyareti olmuştu. Bütün bu görüşmelerde Libya’nın Fransa’dan 400 milyon dolarlık silah aldığı tahmin ediliyor. Libya’nın İtalya ile işkileri de hiç fena değil. İtalya Libya kıyısında Mısır’dan Tunus’a kadar uzanacak bir otoyol inşa ediyor. İtalya'nın en büyük petrol ve doğal gaz şirketi Eni, Libya'da çok geniş çaplı faaliyetler yürütüyor. Son olarak Eni Libya'ya 25 milyar euroya varan miktarda yatırım yapmayı planladığını açıklamıştı. Libya'nın ise İtalya'nın en büyük bankası Unicredit ve futbol kulübü Juventus’ta hissesi var..Kaddafi’nin Rusya ile ilişkileri de iyi sayılır. Kaddafi 2008 yılında Rusya’yı ziyaret etmişti ve yüklü bir silah anlaşması için masaya oturulmuştu. Tabii silahı alan  Libya olacaktı. Ayrıca Putin de Kaddafi’yi ülkesinde ziyaret etmişti. Gelelim Türkiye’ye. Son günlerde gördük ki bizim de Libya ile ilişkilerimiz  hiç de fena değil. Tam da bu yüzden Erdoğan ilk günlerde temkinli bir dil tutturdu ama işler rayından çıkmış durumda. Hükümet’in gayet hassas bir yol izleyeceği anlaşılıyor çünkü çok sayıda  Türk işçi de orada zor durumda. AKP öncesinden de başlamak üzere Libya ile gayet geniş ekonomik ilişkiler kurduğumuz anlaşılıyor. Şunu da not düşmek lazım: Libya dünyadaki petrol üretiminin yüzde 2'sini karşılıyor. Avrupa'da petrol ve doğalgaz piyasasındaki payının ise yüzde 10 kadar olduğu tahmin ediliyor. Yani Avrupa piyasası için en önemli petrol ve doğalgaz üreticisi konumunda.
Bölgeye gelirsek. Doğrusu aklımdakini Le Monde Diplomatique’den Robert Zaretsky bu ay yazıverdi ve olan biteni Avrupa’daki 1848 devrimlerine benzetti. Ülkeden ülkeye  sıçrama, monarşik rejimlere isyan etme ve yeni iletişim teknolojilerin kullanma bakımından gerçekten de bir benzetme yapmak mümkün. Devrim o zaman Fransa’dan başlamıştı ve yeni yeni Avrupa’yı sarıveren telgraf hatları ve demiryolları sayesinde başta Viyana  olmak üzere Avrupa’nın birçok başkentine sıçramıştı. Gazeteler/broşürler eskiye kıyasla çok kısa süre sonra ulaştıkları büyük başkentlerde ilgiyle okunuyor ve Fransa’da olan, -o zaman için- şimşek hızıyla Berlin’de, Viyana’da duyuluyor/okunuyordu. 1848’in başlıca ayırdedici özelliğinin bu “haberleşme yaygınlığı”nın ilk kez bu biçimde kullanılması olduğuna inanılır. Mevcut durumda internet/sosyal ağ haberleşmesindeki yaygınlık açısından da bir benzerlik kurmak mümkün, dolayısıyla. Benzerlik esasen burada bitiyor gibi. Nihayetinde o vakitler devrim yapmayı başarabilen sadece Fransa oldu, Avusturya ve Alman imparatorlukları devrim girişimlerini bastırdılar ama bazı Anayasa reformları yapmak durumunda kaldılar.. Zaten Fransa da birkaç yıl sonra  Napolyon’un yeğeni Louis Napoleon Bonaparte’ın gerçekleştirdiği meşhur darbe sonucu cumhuriyete ara vermişti, 1870’lere kadar. Bu benzetme tabii ki umutsuz olmamızı gerektirmiyor, tam terine 1848’e oranla daha umut verici bir tablo var. Ve bu devrimler (o zamanki gibi) bir şekilde boğulsa bile 1848 nasıl ki durdurulamaz bir hareketi başlattıysa  2011 Arap devrimleri de bu fişeği yakmış gibi görünüyor. Bizim açımızdan ise belki şu açıdan öğretici olabilir. Bu coğrafyada hiçbir millet beğenilmez, hele ki Araplar hiç beğenilmez, malum. İşte o beğenmeyenlerde bir nebze utanmaya vesile olursa o da bir şey. 

(agos, 25 şubat 2011)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder