Pazartesi

Siyasetin giderek silinişi (ya da, “bir gün herkes AKP’li olursa”)

(agos, 8 eylül 2011)
Bayram tatili hiç de siyasetin durup soluk aldığı bir aralık olmadı. Tam tersine peşpeşe içte ve dışta çok önemli gelişmeler yaşadık. Müstafi Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in  1 yıl önce yaptığı tahmin edilen birlik içi bir konuşmanın internete sızması gayetle önemliydi.  Konuşmanın nasıl kaydedildiği maalesef iktidar çevrelerinde ve AKP yanlısı basında konu edilmedi. Oysa bu da en az konuşmada söylenenler kadar önemliydi. Ancak kamuoyu ister istemez konuşmanın içeriğine odaklandı. Konuşmayla TSK’nın lagarlığı ve  bu lagarlıkla doğru orantılı kibri bir kez daha gözler önüne serildi. Kayıt meselesine gelirsek, toplantıya katılan komutanlardan birinin kaydetmesi kuvvetle muhtemel bir konuşma gibi duruyor, işin doğrusu. Dolayısıyla bu kaydın yapılabiliyor ve yayınlanabiliyor oluşu da başlıbaşına açıklayıcı: Egemenlik,  el değiştirdi.

Diğer kritik mesele Kürt sorunu. PKK saldırılarına devam ediyor. Muhtemelen kafalarında bir plan var. ve muhtemelen geçmişte bu yolla aldıkları sonucu hesaba katarak bu planı uygulamaktalar. Fakat Türkiye’de denklemin değiştiğin de ortada. Şu yukarıdaki paragrafta olup bitenleri bile  dikkatli bir gözle okumaları Türkiye’de neyin değiştiğini bu cepheye gösterecektir. Hükümet cephesine gelecek olursak: maalesef orada da PKK’nın sevdiği bu oyuna gönül rahatlığıyla katılma sevincini görüyoruz. PKK’yı (artık AKP için güvenilir bir kurum olan olan) TSK ve zaten kendine bağlı olan Emniyet ile kıskaca alma ve aynı zamanda siyasi/sivil Kürt hareketini de kriminalize etme, itibarsızlaştırma taktiği yürütülüyor, çok açık. AKP ve medyasının da PKK ile benzer bir “kendine aşırı güven” içinde olduğunu söyleyebiliriz. Onlar da hala aynı taktikle sonuç almaya çalışıyorlar ve kendilerini her  zamankinden güçlü görüyorlar. Dolayısıyla her iki  cephede de söz  ve siyasetin boğulduğu bir iklim hakim. Fakat söz ve siyaset boğulduğunda geriye çıplak güç ve o gücün hakimiyeti kalır. Bu, bir toplumun başına gelebilecek en kötü şeylerden biridir.
Aynı çerçeveden İsrail meselesine de bakabiliriz. 9 Türk vatandaşının ölümüyle sonuçlanan Mavi Marmara eyleminin  ardından BM’nin hazırladığı rapor Türk kamuoyunca taraflı bulundu. Ancak AKP’nin verdiği karşılık için “hayli sert” demek doğru olacak. Akdeniz’de sıcak çatışmayı da dışarıda bırakmayan ve İsrail ile ilişkileri minimum düzeye indiren bu politika, yine sözün ve siyasetin artık yavaş yavaş devre dışı bırakıldığı; çıplak güç ve güç gösterileri denklemine doğru yol alındığı izlenimini veriyor. Bu yönüyle AKP’li olsun ya da olmasın,  ana akım medyadaki milliyetçi/gazcı havanın önemli bir mesel e oluşturduğunu söylemek gerek. AKP medyası bunu bir görev zannıyla yapıyor olabilir; apoletleri sökülmüş eski ana akım medya ise hem hükümet ile iyi geçinmek hem de bu tip durumlarda başka bir gazetecilik  faaliyeti bilmediği için, bunu yapıyor olabilir. Ancak bu toplu teyakkuz havası hiçbir yerde hiçbir zaman insanlık hayrına bir sonuç vermedi, bunu da akılda tutalım.
Pekala, bütün bunlar olup biterken ülkenin diğer siyasi aktörleri ne yapmaktalar? CHP ve MHP’den bahsediyorum..MHP’nin oy oranını korusa bile fikri açıdan bir güçsüzlük dönemine girdiğini ta seçim öncesinden beri yazıyorum. Dolayısı bu açıdan ekleyeceğim çok yeni bir şey yok. İlginç olmasa da yeni olan CHP’nin durumu. CHP’nin de oy oranını korusa bile fikri açıdan silinmeye başlamasıyla karşı karşıyayız. Evet, çok genel, çok geniş bir perspektifte CHP ideolojisinin zayıfladığını zaten biliyoruz. Ancak bu senaryo içinde bile CHP ülke gündemindeki bir vakanın karşı ucunu (beğenilsin ya da beğenilmesin) temsil edebilmekteydi. 12 Haziran seçimlerinden ve Kürt Sorunu’nun girdiği yeni dönemeçten sonra bu dengenin de kaybolduğunu görüyoruz. Gerek kuvvet komutanlarının istifası, gerek Koşener’in ifşaatları, gerek Kürt Sorunu’nda giderek şiddet istikametine direksiyon kırılması, gerekse İsrail ile yaşanan (tabii Türkiye’nin Ortadoğu’da şöyle ya da böyle ama illa ki bir aktör olma hevesiyle de bağlantılı olan) meselede CHP’nin kayda değer iki çift laf edemeyişi, daha doğrusu CHP’yi geçtim tüm siyasi aktörlerin dişe dokunur sözlerinin olmayışını nasıl açıklamalı?
Kuvvet komutanlarının istifasıyla sonuçlanan sürecin bir demokratikleşmeden çok, iktidarın konsolidasyonu anlamına geldiğini söylemiştik, o vakitler. HSYK üzerindeki  AKP hakimiyeti, TSK’ya artık “bizim ordumuz” gözüyle bakılışı, Emniyet, medya, hatta ve hatta Gayrimüslim cemaat vakıflarının mülkleriyle ilgili atılan olumlu adım dahi bu iktidar konsolidasyonunun tezahürleridir. Sondan başlayacak olursak, bu adım elbette olumludur ancak bunun meğerse bir kararname ile halledilecek kadar basit bir tasarruf  olması şaşırtıcı değil mi? İktidarın iki dudağı arasında bir konu imiş meğerse ve bu dönem uygun görülmüş. Neyse geçerken işlenecek bir konu değil ve geçen Pazar günkü Radikal 2’de Baskın hoca durumu gayet iyi özetledi zaten, ilave edecek bir şey yok. Ne diyorduk, iktidarın konsolidasyonu. Yüzde 50 oy zaten bunun bir göstergesi idi ancak AKP’nin bu tabloyu “oy destekli bir Tek parti iktidarı” olarak kullanmak istediğini uzun süredir görebiliyoruz. Diğer tüm seslerin (biraz cemaat, biraz medya marifeti,  biraz da diğer aktörlerin/fikirlerin güçsüzlüğüyle) silindiği bir Türkiye bu.
Bu gidişat; size tuhaf gelebilir ama, bana Fenerbahçelilerin bir vakitler gözde sloganı olan “Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak” sözünü hatırlattı. O vakitler bunu her okuduğumda şunu düşünürdüm: Herkesin Fenerbehçeli olduğu bir yerde Fenerbahçelilik –kavramsal olarak- silinmiş olacaktır. Fenerbahçe tarihe karışacaktır. Yani, mantıken. Fenerliler acaba bunu düşünemiyor mu, diyerek gülümserdim. Daha sonra benzer bir tartışmanın 1930’larda siyasette yapılığını gördüm. O vakitler biliyorsunuz CHP ile devlet içiçe geçmiş, valiler CHP il başkanlarından seçilir olmuştu. Ya da tersi.O zamanlar da bu gidişatın CHP’yi mantıken silinişe götürdüğü görüşleri dile getiriliyor. Çünkü devlet, bu modelde, CHP’yi emmiş olmaktadır. (bu konu için bilhassa bakınz: Mahmut Goloğlu, Tek Parti Cumhuriyeti, Goloğlu Yayınları, 1974)
Bugüne gelecek olursak. Yerimiz aştık bile, şöyle bağlayalım. Sözün, siyasetin  bittiği yer, matah bir yer değil. Siyaset silindiğinde sadece muhalefet değil, uzun vadede iktidar da bundan payını alıyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder