Cuma

Yeniden tedip ve tenkil politikası..


(agos, 25 ağustos 2011)
“Hükümet, ....’de iki seneden beri ıslahat programı uyguluyor.Bu program mıntıkayı medenileştirmek için bütün vasıtalarla ve hususi hükümler dahilinde orada geniş bir çalışma teferruatını ihtiva etmektedir. Bunu şimdiye kadar orada kanuna muhalefetten zevk ve kuvvet almış bazı resiler iyi karşılamadılar. Islahat programına muhalefet ve mukavemet etmek istediler.. ....’de ıslahat ve medenileştirme programı yürüyecektir....”
“Şark hudutlarımızda Kürt isyanı yoktur. Cehalet şevkile şekavet yoluna dökülmüş bazı vatandaşların elbette er geç cezalarını görecek münasebetsiz hareketleri vardır. Unutulmamalıdır ki Türkiye’de ırk olarak adlarına Kürt denen Türkler yalnız Ağrı ve Süphan Dağı’na çıkan üç beş haydutan ibaret değildir.”
“.... ilindeki incelemelerim sırasında ekonomiyi önemli surette zarara sokan ve bu il dahilindeki en önemli amillerinden olan Aşkirik, Gürk, Dağbey, Haryi köylerinin tedip ve tenkiline zorunluluk gördüm (...) bu bölgede çok şımarık bir durum almış olan bütün Kürt köylerine bir etki yapmak ve devlet nüfuzunu hakim kılmak için ....nakledilecek bir hava kıtası ile bu köyleri tahrip etmenin uygun olacağı düşüncesindeyim..”
Alıntılardan ilki, İsmet İnönü’nün sözleri..Boş yerlere Tunceli’yi koyunuz..Sözkonusu olan Dersim katliamı dönemidir. İkinci alıntı Yunus Nadi’ye ait. Sözkonusu olan Ağrı isyanı dönemidir. Üçüncü alıntıda boş yere Erzincan ilini koyunuz. Sözlerin sahibi dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak. Yıl, 1930, yine Ağrı isyanı dönemidir. (Alıntıların tümü için kaynak: Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, Mesut Yeğen, İletişim yayınları, ikinci baskı, 2003)
Bu alıntıları buraya alarak şu bönlüğü yapmak niyetinde değilim: Efendim işte 70-80 yıldır değişen bir şey yok, hep aynı. Hayır. Hiç şüphesiz çok şey değişti, hem siyasi Kürt hareketinde hem de “Egemenler”in bakışında.
Fakat yine de değişmeyen bazı şeyler var, bunu görmemek çok zor. İsmet İnönü’nün Tunceli için söyledikleri, Açılım’a ikna olmayan siyasi Kürt hareketine cevap veren liberal ya da  AKP yanlısı aydınların sözlerini andırmıyor mu? Yunus Nadi’nin sözlerinde AKP Hükümeti’nin bazı şahin isimlerinin yaptığı açıklamaların “kökler”ini görmüyor muyuz? Fevzi Çakmak’ın tedip ve tenkil (edebe getirme ve yok etme) teklifi, 90’ların merkez medyası ile 2010’ların (o eski merkez medyanın yerini alan) yeni merkez medyasının teklifleri ile benzerlik taşımıyor mu?
Taşıyor. Pekala, nereye geliyoruz bunu görmekle? Genel olarak Türkiye’nin geldiği yere. Bir çaresizlik ve her şeyi baştan yaşıyor olmanın verdiği bıkkınlık. Ve tabii bu sefer daha beter bir uçuruma sürükleniyor olma hissi.  Başta dediğim gibi, tablo 80 yıldır aynı tablo değil. Fakat derinlerde bir yerde  değişmeyen bir ikilik var ve bunu aşmak bir türlü mümkün olmuyor. Belki aşarsak biraz yol alabiliriz. O da şu: CHP 1930’larda tüm Türkiye’nin hakimiydi.Oy desteğiyle değil de sopayla sağlansa  da müthiş bir nüfuzu vardı ve parti ile devlet birleşmişti. Çok güçlüydü yani. (Ali Fuat Başgil o dönemde bu yapıyı “Kuvvetler Oligarşisi” olarak tanımlamıştır) Bu büyük gücü elde edince Türkiye’nin her yanını törpülediği gibi Kürt meselesini de halletmek istedi. Ancak yapamadı. Yapamayışındaki temel sakatlıklardan biri konuya bakış açısındaki  çarpıklıktı. Yukarıdaki üç küçük alıntı bile o dönemde hakim olan anlaşıyı özetliyor. Burada dikkat eçmek istediğim nokta politikaların şiddetinden ve kabalığından ziyade Tek parti olma gücü, emrediciliği ve kibriyle konuya yaklaşmaktaki değişmezlik. CHP, muhtemelen politikalarında bir tuhaflık olduğunu düşünmüyordu. CHP’nin organik aydınları da öyle. G.Doğu’yu ulus-devlet içine almakta, medenileştirmekteydiler.
Tekrar edeyim, AKP’nin politikalarını tabii ki CHP ile aynılaştırmıyorum. Ancak aynı Tek Parti kibri, emrediciliği ve üstten bakış, AKP’de de gözlemleniyor. Gücü elde edip, devletin tüm kurumları hakimiyet altına alınınca memleketteki her mesele hal yoluna girecek, girmeyen de hizaya getirilecek zannediliyor. Tek parti dönemlerinin önemli özelliklerinden biri bu. Ancak her zaman evdeki hesap çarşı uymuyor işte.
Günümüze gelirsek. AKP’nin yaşadığı hayal kırıklığının büyük ölçüde “tam da hallediyorduk, nereden çıktı bu saldırılar” öfkesinden kaynaklandığını düşünebiliriz. Bilindiği gibi Öcalan ile temaslar epey ilerlemişti. Hatta Öcalan’a ev hapsi aşamasına bile geçilmişti. Mutabakat tamamdı yani. Fakat PKK’nın anlaşma dışı davranmasıyla her şey tuzla buz oldu. Ortalığın karıştığını gören Öcalan ise bir süre kenarda beklemeyi tercih etti. Pekala, nasıl oduğunu biliyoruz ama bundan sonra ne olacak, diye bir soru var karşımızda..
Her şey bitti diyecek yerde değiliz daha. Uçurumun kenarından dönme imkanımız hala var.  Ama mevcut durumun her iki tarafın aslında istediği bir denklem  olduğu duygusu –niyeyse- hiç peşimizi bırakmıyor. Tüm bu “asalım keselim, kara harekatı düzenleyelim” hay huyu içinde AKP’nin Kürt Sorunu hakkında hala dört başı mamur bir proje geliştirmediği “ayrıntısı” kaybolup gidiyor.  AKP’nin sorunun çözümü için kişisel pazarlıklarla bir formül düşündüğü, sadece Kürtler’i değil tüm toplumu kucaklayan eşitlikçi bir proje geliştirmediği arada kaynıyor. Yani mevcut tablo bir iç savaşa dönüşmediği ve çok uzamadığı sürece AKP şu durumdan sanki şikayetçi değil pek. Yine mevcut  tablo PKK’nın da asker öldürme dışında herhangi bir politika geliştiremeyişini (siyasal Kürt hareketi tabanı için en azından) gizliyor. AKP’nin siyasi hamlelerine karşılık verecek bir politika oluşturamadılar. BDP’yi bu denkleme bilerek katmıyorum. a) “BDP’ye çok iş düşüyor” korosuna katılmakta bir fayda görmediğim için b)Bu konuda AKP’nin her ne olursa olsun BDP’yi muhatap alması gerektiğini defalarca yazdığım –ve havaya konuştuğum- için. DTK’nın demokratik özerklik projesi ise iyi anlatılamamış ve biraz da zamansız bir çıkış olarak Kürt Sorunu galerisinin duvarında asılı duruyor. Bu durumda eğer iş gelip AKP ile PKK’ya dayanıyorsa: iki tarafın da “şiddet” dışında ne tür gerçekçi politikalar geliştirdiğini göstermek gibi bir niyetleri varsa, şimdi tam zamanı. Yarın geç olacak. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder