Çarşamba

Boy boylamış, soy soylamış..

(agos, 20 ağustos 2010)

Birkaç acayip konu var, bunları birbirine bağlamaya çalışmadan aynı yazı içinde işlemek bu hafta için makul göründü. Birincisi Hrant Dink cinayeti için Hükümet’in  Avrupa’ya gönderdiği savunma..Olayı kısaca özetleyelim: Hrant ölümünden önce hakkında verilen ‘Türklüğü tahkir’ cezasıyla ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyor. Gazetelere göre,  ölümünden sonra bu kez ailesi suikasttan jandarma ve polisin haberdar olmasına karşın cinayeti önlemediği gerekçesiyle yeni bir başvuru yapıyor.. AİHM bu iki başvuruyu birleştirerek tek davaya dönüştürüyor. Hükümet’e de bazı sorular  yöneltiyor. Olay, Hükümet’in bu sorulara verdiği yanıttan çıkıyor. Mesela diyor ki Hükümet., (Radikal’in yaptığı özete göre) “Dink hakkında Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun da onayladığı 301. madde mahkûmiyetine ilişkin dava, öldürüldüğü için düştü, ceza kesinleşmedi. Bu yüzden Dink’in başvuru hakkı yok. Dink ailesi de 301. madde mahkûmiyetinden doğrudan zarar görmediği için ‘mağdur’ sayılamaz.”
Gerçekten birileri oturup hiç yüreği sızlamadan bunu nasıl yazabiliyor, hiç anlamıyorum. Davanın Harınt’ı nasıl hedef haline getirdiğini,duruşmalarda faşist güruhların, adliye koridorlarına girerek Hrant’a nasıl saldırdıklarını bilmiyorlar mı? Nasıl mağdur olmuyor Hrant ve nasıl mağdur olmuyor Hrant’ın ailesi acaba?
Bitmedi. Hükümet ayrıca Hrant hakkında dava açılmasına neden olan meşhur yazı için de şu savunmayı geliştirmiş: “AİHM, daha önce Almanya’da bir Nazi örgütü liderine nasyonal sosyalizmi savunan yazısı için verilen cezayı yerinde buldu. Demokratik bir toplumda bu tür yazılar  halkı tahrik etmek suçunu oluşturacak ve kamu düzenini bozacaktır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin ‘nefret söyleminin engellenmesine’ ilişkin tavsiye kararı bulunmaktadır.”

Yine aynı soruyu sormaktan başka hiçbir şey gelmiyor elimden. Hiç mi vicdan yok bu satırları yazanda? Hrant’ı bir Nazi ile aynı kefeye koyan akıl, nasıl bir akıldır? Hükümet aklı mıdır, yoksa devlet aklı mıdır? İlk bakışta ne farkeder denecek. Öyle tabii, ne farkeder? Türkiye Cumhuriyeti adına Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne giden yazı, sonuçta bu. Bu yazıdan hiç şüphe yok ki Dışişleri Bakanlığı da sorumlu, Adalet Bakanlığı da. Ha, Hükümet kendini şöyle savunabilir. Efendim, bürokratlar...tamam da bu savunmalara bakan kimse yok mu yani? Bu soruyu sormakle beraber o bürokratların da nasıl bir akılla hareket ettiğini bir kez daha görmek gerek. Devlet böyledir işte bu ülkede. Devletin bir şekilde kendine tehdit olarak gördüğü her kesim ve her kişi için vuruş serbesttir.Avrupa’ya böyle  yazılar gönderilebilir, sorulsa ne var bunda bile denir. Ne var yani, bu bahsettiğiniz solcu bir Ermeni değil mi nihayetinde? Bu kadar yaygara neden? İnanın bu kadar açılıma, Dışişleri’nin her sahada her zeminde top sektirmesine rağmen, İçişleri’nde, Adalet’te, Dışişleri’nde hala kodlara yazılı olan davranış biçimi budur. Şunu düşünür bürokrat: Adam gibi bir savunma yazsam, “dava açmak hatalıydı” desem başına ne gelir? Kestirmek mümkün değildir bunu, o bürokrat açısından. Memlekette esen havaya göre linç bile edilebilir. Yok ezberdekini yazsam? Devlet düşmanının tekiydi zaten desem başıma ne gelir? Hiç bir şey. Yani yakın zamana kadar hiçbir şey gelmezdi. Hala da gelmez. Yenilik şu, bu tip vakalar karşısında iktidardan bir iki mırın kırın gelebiliyor. İşte Gül, pek de o havada konuşmadı filan. Keza Dışişleri Bakanı Davutoğlu da savunmayı eleştirdi...Ama sonuçta yine de ezberlerindeki neyse onunla davrananların başına ne geliyor? Ne gelebilir?
Gelelim referandum atışmalarına. Seviyenin ve tartışmanın gittikçe absürdleştiğini görüyorsunuz zaten. Son olarak bir de boy meselesi çıktı. AKP’li Arınç, birkaç hafta önce CHP lideri Kılıçdaroğlu için “Şu kadar boyuyla konuşuyor” deyip işi epeyce çirkinleştirmişti. Arada herhalde CHP cephesi de Erdoğan’ın boyuna laf etmiş olacak ki, Erdoğan da çıkıp şunu söyledi: Önemli olan boy değil, soydur, soooy, soooy. Yani böyle uzata uzata dedi.
Daraldım ve midem bulandı televizyon karşısında. Yani acaba Erdoğan hangi soydanmış? Hangi soydan olanlar bu ülkede makbulmuş? Ve acaba Kılıçdaroğlu hangi soydan? Yani Erdoğan bunu ortaya attığına göre kendi soyunun “kıymetli” olduğunu öne sürmekle kalmayıp, Kılıçdaroğlu’nun da –kendince tabii- kıymetli olmayan bir soydan geldiğini savunuyor olmalı...Ne zamandır AKP’de değil ama AKP ile dirsek teması olan çevrelerde (Vakit vs) Kılıçdaroğlu’nun Aleviliğine, Ermeniliğine, Dersimli oluşuna göndermeler yapılır dururdu. Bunlar hakkında AKP’den sertçe bir kınamayı boşuna bekledik. Şimdi anlıyoruz ki Erdoğan da aslında bu göndermelerden pek rahatsız olmuyormuş. Son olarak da Ankara’nın AKP’li Belediye Başkanı Melih Gökçek’ten yeni bir çıkış duyduk. Kılıçdaroğlu için demiş ki, “Annesi Ermeni ama TC vatandaşı ise sorun değil. Kimse ırkını mezhebini gizlemesin”
Lütfetmiş Gökçek, sorun değil diyerek. Sorun olup olmadığını belirleme yetkisine sahip ya...Neyse, mümkün mertebe soğukkanlı olmaya çalışarak şunu söyleyeyim: Sağ siyaset ve İttihatçı gelenek  bu illeti hala üzerinden atamadı, özetle.Ve tabii insan şunu düşünüyor. Kılıçdaroğlu’na bunu diyenler mazallah bize ne der? Merak etmeye  gerek yok, biliyoruz zaten.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder