Pazartesi

Devlet aynı devlet, savcı aynı savcı olacaksa..


(agos, 31 mart 2011)


 "Yürütülmekte olan operasyonların siyasal olduğu, AKP ve Cemaatin, Cumhuriyet İlke ve Devrimlerine karşı rövanşist düşüncelerle giriştiği sivil/faşist bir hareket ve diktatörlüğe uzanan yeşil bir devrim olduğu anlatılmalıdır. Saldırıların bilinçli olarak TSK ve Yüksek Yargı başta olmak üzere Anayasal Kurumlara karşı yürütüldüğü işlenmelidir" 

Şimdi..Polisin söylediğine göre Odatv’ye yapılan baskında bir döküman ele geçirilmiş. Bu döküman ağırlıklı olarak  2008 yılındaki operasyonlarla çökertilen Ergenekon örgütünün 2010 yılı için kendine rehber bellediği ve elemanlarına gönderdiği bir dökümanmış. Bütün medya harekatı bu dökümana göre icra edilecekmiş. Ergenekon üyesi ya da sempatizanı olup da hala ne şekilde yayın yapacağını bilemeyen kalmışsa, bunlar bu dökümana bakacak ve ne yapacaklarını öğreneceklermiş. Diyelim ki hakikaten böyle bir döküman var. Ne kadar mantıksız bulursak bulalım örgüt böyle bir döküman hazırlamış. Ne kadar mantıksız olursa  olsun diyorum çünkü yine böyle bir döküman yüzünden topluca hapse giren örgüt, operasyon tüm hızıyla sürerken, bazen kurunun yanında yaş da yanarken ve örgütün hedeflerine inananlar bu tablo içinde ne yapacaklarını herhalde gayet iyi bilirken neden böyle bir dökümana ihtiyaç duyar, anlamak zor. Ama tamam. Soruşturmayı itibarsızlaştırmayalım. Böyle bir dökümanın var olduğunu kabul edelim. Bana mantıksız gelmesi adamların yazmayacağı ve bunu bilgisayarlarında saklamayacakları anlamına gelmez.
Yine de  mesele bitmiyor.Dökümana bakıyoruz ve şunu görüyoruz: AKP’nin İslami bir ton taşıdığını ve otoriter eğilimler gösterdiğini öne süren herkes bu dökümandan emir almış oluyor. Bunda bir tuhaflık yok mu?
Şunu söylemek lazım: operasyon eksenini epeyce kaybetmiş durumda. Veli  Küçük gibi isimlerin sorgulanmasıyla başlayan ve gayet doğru bir istikamette giden soruşturma, cinayetleri, Güneydoğu’da olup bitenleri, silahlı örgütlenmeleri derinlemesine soruşturmayı bırakmış, Türkan Saylan’la Ahmet Şık’la, Nedim Şener’le uğraşıyor. Cemaate ve ve AKP’ye yakın gazetelerde bu işin bayraktarlığı yapılıyor, her türlü ayrıntı suçlama aracı olarak kullanılıyor. Son durum şu: Efendim Ahmet Şık’ın kamuoyundan ısrarla gizlenen kitap çalışmasının kenarına düşülen notlar, Şık’a bu kitabı birilerinin yazdırdığının ispatıymış. Bu birileri de Ergenekon üyeleri oluyor. Esasen Ergenekon üyesi dedikleri –bu vakada- benim anladığım emniyet  içindeki Gülen yanlısı örgütlenmeye karşı çıkan her polis şefi. Peki, ona da eyvallah bu polis şefleri Gülen’ci olmadıkları için otomatikman Ergenekon’cu olsunlar. İyi de bu notlar neden Ahmet’e bu kitabı birilerinin dikte ettirdiğin ispatı olsun? Böyle bir kitap için bir gazeteci birçok polis şefiyle konuşur, konu Gülen cemaati ise bu hareketin muhalifleriyle de konuşur.. Bununla da kalmaz başka başka çevrelerden insanlarla da konuşur onları not eder, kopyalarda  onların notları bulunur. Bütün bunlar bir gazeteciyi nasıl terör örgütü üyesi yapar?

Kritik bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Tekrar yazının başına dönelim.Yukarıda bahsettiğim döküman ve bu dökümanda tarif edilen görüşe yani.. Bu görüş, gayet rastgele bir bakış açısıyla toplumun epeyce  bir kesimini kapsıyor. AKP’nin İslami bir gündemi olduğunu düşünen milyonlarca insan var. Bunun için sokağa şöyle bir çıkıp esnafla taksiciyle sohbet etmeniz yeterli. Gülen cemaati ve AKP’nin; devletten rövanş alma peşinde olduğunu düşünenlerin sayısı da az  değil. Son yapılan araştırmalara bakılırsa toplumun yarısı bile diyebiliriz. Peki böyle bir tablo bizi nereye götürür? Yavaş yavaş totalitarizmin kıyılarına. Bu bir toplumun yaşayacağı en bela işlerden birisidir ve Türkiye bunu yakın tarihi içimde birkaç kez yaşamıştır. İlki için tabii ki CHP ikktidarındaki tek parti dönemini gösterebiliriz. O vakit de biliyorsunuz her türlü dindar muhalif ses, “Saltanatçı, şeriatçı” olarak damgalanmaktaydı. Paralel biçinde demokrasi, eşitlik isteyenler de komünistikle, SSCB ajanı olmakla suçlanabiliyordu. Bu totalitarizmi o vakitler iliklerimize kadar yaşadık. Tabii ki içinde bulunduğumuz durum tek parti  dönemiyle kıyaslanamaz ama polis ve savcının hareket etme biçimi/mantığı böyle bir dönemin kıyısına yaklaştığımızı gösteriyor. Eğer siyasi rakibinizi düşmanlaştırdıysanız ve elinizde geniş bir polis gücü varsa bu yola sapmak hiç zor değil. Çünkü  mantık hemen aynılaşır, o devlet aklının çalışma biçimi hemen aynılaşır. Bir bakarsınız ki herkes düşman, herkes terörist. Dolayısıyla sorgulanamaz, itiraz edilemez bir devlet aklıyla karşılaştığınızda ilk yapacağınız şey “Ne oluyor?” demektir. Sol-demokrat cephe de bugun bunu yapıyor. AKP ve Gülen cephesinin yaşadığı panik/öfke ise muhtemelen bugüne kadar yanlarında gördükleri kimi isimlerin –onlara göre- karşı cepheye geçmiş olmasından kaynaklanıyor. Propaganda makinesinin dört koldan çalışması, biraz da bundan.
Bitirirken tekrar “kitap”a dönmek ve Hükümet’e yakın gazetelerden Star gazetesinde yayınlanan bir habere göz atmak yerinde olur. Gazete kitaptan bazı bölümleri polis marifetiyle “ele geçirdi”. Ve bu bölümleri “İşte kitabın Ulusal Medya 2010 talımatıyla yazıldığının kanıtları” mantığı içinde yayınladılar. Ben de Star gazetesinin kitaptan seçtiği bu bölümleri aktarayım madem:

Sayfa 4: "...Elbette suçlamaların odağında yer alan isim, kişi ve kurumların Fethullahçı olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak var olan duruma bakarak söylersek Ergenekon soruşturması ve davasının, AKP'nin özgürlükleri kısıtlamak için kullandığı bir araç olduğu tespiti yanlış olmaz.”

Sayfa 39: "Cemaatinin desteğiyle de yürütülen Ergenekon soruşturmaları vesilesiyle askerin geriletmesini de sağladığı için neredeyse demokrasi kahramanı ilan ettikleri Gülen'in, 1980 darbesine de bu kadar sevinmesinin ardındaki neden kuşkusuz ki önünün açıldığını görmektendi. Hoca Efenedi, daha sonra kendisine düşman olacak askerin boşalttığı meydanda eğitim hamlesini de başlatır böylece!"

Sayfa 44: "AKP'nin ikinci kez tek başına iktidar koltuğuna oturmasından sonra başlatılan Ergenekon soruşturmaları sırasında ordunun birbiri ardına ortaya çıkan darbe planlarıyla TSK'nin halk nezdindeki itibarı yerlerde sürünmeye başlamıştı. İtirazlara rağmen kararlı bir şekil de yürütülen ve bir noktadan sonra eleştirilemez hale gelen Ergenekon soruşturmalarına en çok sevinen kesim kuşkusuz ki cemaat yanlılarıydı. TSK o güne dek görülmemiş biçimde eleştiriliyor!'

Sayfa 48: "Gülen cemaati, Ergenekon soruşturmalarının en olumlu sonucu olarak askerin demokratik siyaset alanından kısmen de olsa çekilmesinin yarattığı boşluğu da değerlendirerek son yıllarda Türkiye'nin iç politikasında ciddi bir etkinliği olan güç haline geldi. AKP iktidarının sistem içerisinde örgütlenmede ciddi bir avantaj yarattığı İslamcı akımlar bütün bakanlıklarda kadrolaşmasını en tepeden en alta kadar tamamladı."

Notlar bunlar. Bu kanaatleri paylaşmayabilirsiniz. Ama böyle düşünmek terör örgütü üyesi olmak anlamına gelecekse, önümüzde hayli ciddi bir “yeni resmi görüş” meselemiz var demektir. Bir not da şu: gazeteye bakılırsa Ahmet kitabınnda “Ergenekon soruşturmalarının en olumlu sonucu olarak askerin demokratik siyaset alanından kısmen de olsa çekilmesi” diye bir ifade kullanıyor. Savcılar ve gazete editörlerinin gözünden kaçmış sanırım..

Not: Yazıyı teslim ederken Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ün başsavcı vekilliğine terfi ettiği haberi geldi. Bu, kağıt üzerine bir terfi olmakla birlikte Öz’ün Ergenekon soruşturmasına artık bakmayacağı kanaati yaygındı, konuya yakın çevrelerde. Eğer gerçekten böyleyse ilk akla gelen, Öz’ün bu son vakalar yüzünden kızağa çekilmiş olabileceği. Bu doğruysa Hükümet de kantarın topuzunun kaçtığını düşünüyor olmalı. Bu ilk bakışta belki sevindirici bir gelişme gibi görünebilir ama Öz’ün bugüne kadarki performansının daha da fazla sorgulanmasını da beraberinde getirir. Dolayısıyla Hükümet Ergenekon’u kendi eliyle itibarsızlaştırmış oluyor. Netameli bir konu yani. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder