Perşembe

Seçmen ne istiyor?

(agos, 9 haziran 2011)
 Seçim öncesi son sayı. Dolayısıyla ister istemez bu mesele üzerine bir kez daha eğilmek gerekir. Partiler düzeyinde kimin ne durumda olduğunu aklımız yettiğince bu sütunlarda yazdık. Şimdi belki de seçmene bakmak lazım. Seçmen ne istiyor? En önemli soru bu. Peki bunu nasıl bulacağız? Öncelikle şunu söylemek saçma gelebilir ama yine de söyleyelim: Seçmen diye biri yok. Yani öyle tek bir kişi yok. Bu saçma hatırlatmayı şunun için yaptım. hani bilhassa seçimden sonra “seçmen şunu dedi, seçmen şunu dedi” diye analizler yapılır ya. Tabii ki o analizi yapan da  bilir seçmen diye bir kişi olmadığını ama bu tip analizlerde insan zihni bir süre sonra dile kendini uydurur, yani dil, zihni rehin alır ve seçmenleri hakikaten birlikte davranan, önceden anlaşmış gibi birlikte karar veren bir yapı olarak düşünmeye başlarız. “Seçmen iktidara devam et ama biraz daha dikkatli ol dedi” gibi analizlerden bahsediyorum. Çok açık ki bu türden çıkarımlara neden olan olan sonuçlar birçok eğilimin biraraya gelişiyle oluşuyor.Fakat muhtemelen ben de yazının içinde bu tuzaktan kurtulamayacağım.
Peki, sorumuza dönelim. Seçmen ne istiyor? Bunun için elimizde iki veri var. Önceki  seçim sonuçlarında gösterilen refleksler ve mevcut seçim kampanyalarında partilerin öne çıkardığı vaadler, attıkları adımlar. İkisini de harmanlayarak göz atalım.


-2007 seçim sonuçlarına baktığımızda gayet net gördük ki seçmen siyasete TSK’nın müdahale etmesinden hiç de hazzetmedi. Referandum sonuçlarında da gördük ki seçmen devletçi-katı laik yargının siyaset üzerinde etkili olmasını istemiyor. Buna ilave olarak derin devletin yaptığı gayri kanuni işlerden de rahatsız.

-AKP’nin 12 Eylül darbecilerini yargı önüne çıkarmasının bir seçim hesabı olduğuna inanıyorsak, mantıken şunu düşünmeliyiz. Seçmen bir zamanların kudretli generallerinin yargılanmasını istiyor. İşte burası biraz şüpheli. Bana kalırsa mesela AKP tabanının pek de böyle bir derdi yok. Pek pek bir zamanların kudretli isimlerini şimdi zor durumda görmekten kaynaklanan bir haz olabilir bu, ki birçok toplumda oluyor. Ve bu tip durumlarda toplum o kudretli isimlere o gücü neden verdiğini kendi kendine sormadığı böyle bir iç hesaplaşma yaşamadığı için bu tip hesaplaşmalar güdük kalıyor. AKP’nin bu adımları liberal cepheyi yanında tutmak ve sol seçmeni zorlamak için attığını düşünmek de mümkün, özetle. Ve tabii geçen hafta da değindiğim gibi TSK ile genel ve büyük çaplı hesaplaşmanın bir parçası.

-Bütün partilerin seçim öncesi ve seçim dönemi argümanlarına bakılırsa seçmen Kürt Sorunu’nun bir şekilde çözülmesini istiyor. Açılımdan şu ya da bu sepeple vazgeçen AKP Güneydoğu’da zorlanıyor, CHP  taban ve  medya zorlamasıyla Kürt ve Alevi sorununa eğilmek ve devletçi pozisyonunu terketmek zorunda kaldı, ürkek de olsa bu yolda adımlar atacağı hissini vermeye çalışıyor. Bunlar seçim taktikleridir derseniz şu var: MHP Güneydoğu’da miting yapmak zorunda kaldı ve mitingde Bahçeli’nin tonu sanki biraz “Yav, ayrılmasanız?” der gibiydi. “Anadil karın doyurmaz” gibi mantıksız çıkışlarla dolu bir konuşmaydı ama sonuçta emredici değil ricacı durumdaydı MHP. Bu tabii çoklu bir denklem ve  denklemin diğer ucunda da BDP var. İstanbul’da ne yapar bilinmez (Zira BDP İstanbul’da CHP’den de oy çalmak  durumunda ve CHP’nin yükselişte olduğunu kabul ediyorsak manzara çok net değil demektir, tabii yeni seçmen olan Kürt gençliği açığı kapatabilir) ama Güneydoğu için –bölgedeki AKP’liler de dahil olmak üzere- ortak görüş BDP’nin bu seçimlere hayli güçlü girdiği. Dolayısıyla “Batı’da” hakim olan “Sorun çözülsün” tavrı biraz geç kalmış bir tavır zira BDP tabanı oraları geçti ve ne yapacağına kendisi karar vermek istiyor gibi. Bu durumda “Batı’daki”  içi boş sorun çözülsün  talebinin bölgede pek de karşılığının olmamasından kaynaklanan yeni bir gerilim bizi bekliyor muhtemelen.

-Seçmen yaşam koşulları açısından zor durumda ve sosyal güvence istiyor. Daha doğrusu sosyal devlet istiyor. CHP başta olmak üzere (AKP dahil) tüm partiler aile sigortası benzeri vaadlerini öne çıkarıyorsa şu ortada: AKP’nin yürüttüğü liberal politikalar her ne kadar makro verilerde bir iyileşme yaratıyorsa da Türkiye’nin büyük kesiminde bir yıkıma yol açmıştır. Türkiye’nin genel verileri hala krizle boğuşan birçok Avrupa ülkesine göre iyi durumda olabilir ancak işsizliğin düşürülemiyor oluşu, gelir dağılımında klasik dengesiz tablonun sürmesi, ekonomik modelde ciddi bir sıkıntı yaşandığını gösteriyor. AKP bunu inşaat merkezli bir rant dağıtıcılığı ile çözmek istiyor ancak CHP’nin aile sigortası vaadinin toplumda karşılık bulduğunu bildiği için yaptığı yardımları da öne çıkarmak zorunda hissediyor. Zaten MHP de bu gidişata ayak uydurdu Hilal-kart diye bir vaad attı ortaya. Burada gayet net beliren tablo sosyal güvence/sosyal devlet konusunda Türkiye’de geçmiş yıllarda tam bir çöküş yaşandığı..

-Dış politika, AB, komşular ve dünya ile ilişkiler, Ermenistan konusu: Kimsenin umurunda değil..

-Demokrasi, devlet baskısı: Bence zurnanın zırt dediği, en muhataralı alan. “Seçmen”in buradaki mesajı belirsiz. Aylardır, yıllardır muhalif kamuoyu üzerinde süren baskı, AKP’nin, Gülen cemaatinin, emniyetin bu politikayı sert bir biçimde yürütmesi, muhalif seslerin boğulması, medya üzerine korku salınması, Doğan grubunun varlıklarını satmak zorunda kalması dağınık da olsa bir toplumsal reaksiyon yaratmış gibi görünmekte. Bu cephede olup bitenler sayısız AKP analizinde konu edildi zaten. Son olarak yeni yargıtay başkanı için yapılan  seçimlerde yeni HSYK sistemi gereği seçilen 160 üyenin blok halinde oy kullanması ve AKP’ye yakın bir ismin başkan seçilmesi referandum öncesindeki kaygılarımızın haklı olduğunu ortaya koydu. Yargılama sürecindeki sıkıntılar sürülyor, emniyetin muhalif kesime hayat hakkı tanımaması son olarak Hopa’da zirveye ulaştı, ismini bir kez daha analım, polisin sert müdahalesi sonucu Metin Lokumcu hayatını kaybetti.  (İlçede bu yazının yazıldığı  Salı günü itibariyle adı konmamış bir sıkıyönetim vardı) Tüm bu süreç ve Erdoğan’nın otoriter tonu da ilave olarak CHP’nin yeni bir ilgi odağı haline gelmesine yardımcı oldu. Kılıçdaroğlu’nun geçen cumartesi günkü Kazlıçeşme mitingi bu alanda merkez sol+devletçi kesimin bir hayli bilendiğinin göstergesiydi. Bu toplama (AKP mitinglerinde sık sık zikredilen) Alevileri de ekleyebiliriz. Dolayısıyla AKP’nin boşalan devlet üniformasını şevkle üzerine giymesinin bir reaksiyon yarattığını söylemek mümkün. İşte burada yazının başına dönelim. Siyasete TSK müdahalesi istemeyen seçmen (ki bu seçmenin ağırlığı AKP tabanıdır) yeni otoriter sistem ve polis baskısı hakkında ne düşünüyor? Belli ki zerre rahatsız değil. Devletin sopası AKP muhaliflerini hedef alıyorsa hiç mesele yok. AKP iktidarını tehdit eden en küçük bir  kıpırdanma için devletin (AKP medyası bu devlete dahildir) tüm kurumlarıyla harekete geçmesi ve o kıpırdanmanın üzerine çullanması meşru bulunuyor. Demek ki seçim sonrasında Kürt Sorunu’na ilave olarak diğer önemli gündemimiz de belli ki bu olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder