Pazartesi

12 yıl sonra yeni sınav: geçenler, kalanlar..

(agos, 28 ekim 2011)
Pazar öğle saatlerinde Van'ı 7,2 şiddetinde sallayan ve yıkan deprem meydana geldiğinde Türkiye'nin aklında aslına bakılırsa Kürt meselesi vardı.  Geçen çarşamba 24 askerin öldürülmesi, zaten sert  seyreden şiddet atmosferine yeni bir katkı yaparken, son 10 yılın değişmeyen  sloganı "Kandil'e girelim" tekrar ve yükses sesle dile getirilir olmuş, mutedil tavrıyla öne çıkan Cumhurbaşkanı Gül "intikamımız büyük olacak" derken, Başbakan  Erdoğan medya ve sivil toplum kuruluşları dahil tüm Türkiye'yi "teröre karşı" tek hizaya getirme çalışmalarına başlamıştı. Başbakan keza ulusa seslenişlerinde de  ilk günkü itidalini bırakmış ve BDP'yi hedef gösterme alışkanlığına geri dönmüştü. Kürt sorunu'nun aldığı gidişattan kendine vazife çıkaran milliyetçi gruplar da boş durmuyor spontane yürüyüşler düzenleyerek gerilimin dozunu artırıyorlardı. Ve gayet iyi biliyorduk ki tepkilerini bu şekilde sokağa dökmeyen Batı'daki elit/milliyetçi kesim de nihai bir çözümün ayrılıktan geçip geçmediğini kafasında bir kez daha evirip çevirmekteydi.

Ve tam da o sabah, o pazar sabahı, medya, sınır ötesi harekat başlatan TSK'nın bölgedeki faaliyetlerini yine fetihçi bir tonla manşetlerden sunarken birçok kentte "teröre lanet" adı altında milliyetçi tonu ağır basan organize yürüyüşler düzenlenmişti. Ve görebildiğimiz kadarıyla  bu yürüyüşlere geniş katılımlar olmuştu. İstanbul/Taksim ve İzmir'deki yürüyüşlere katılım binler civarında ifade edilirken Bursa'da yapılan yürüyüşe 40 bin kişi katılmış, "Meclis'te PKK istemiyoruz" sloganları atılırken kalabalıktan ayrılan bir grup BDP binasına tırmanarak binaya Türk bayrağı asmıştı. Aynı saatlerde önde gelen  (yarı-resmi) sivil toplum kuruluşları da bir sonraki Pazar geniş çaplı bir "Birlik beraberlik" yürüyüşü yapacaklarını duyuruyordu. Özetle son yıllarda ister "açılım" ister "şiddet" dönemi olsun, her dönemde kah açık hak gizli bir biçimde kendini gösteren "zihinlerdeki kopuş" hali, bunun açık ve saldırganca ifade edildiği bir mecraya evrilmiş,  birlikte yaşama iradesi, pamuk ipliği demesek de "halat" da diyemeyeceğimiz bir bağla varlığını sürdürür hale gelmişti. Benzer bir ruh halinin "Doğu" da da serpildiğini biliyoruz. Türkler ve Kürtler, pek de öyle etle tırnak gibi durmuyordu, yani.
Van depremi bu atmosferde cereyan etti. Büyük bir yıkım meydana geldiği anlaşıldığı andan  itibaren bilhassa internetteki sosyal ağlar aracılığıyla geniş çaplı bir yardımlaşma ağı örgütlendi. Keza yarı resmi olsun olmasın tüm sivil toplum kuruluşları ve şirketler de elbirliğiyle Van'ın yardımına koşmaya başladılar. İşte bu anda az önce bahsettiğim o ruh halinin çirkin yüzlerini görme imkanı bulduk. Ölenlerin bunu hak ettiğinden tutun da yardımların PKK'ya gideceği dolayısıyla devlete bağlı olmayan kuruluşlar aracılığıyla yardım yapmanın tehlikeli olduğunu söylemeye kadar varan geniş bir yelpazede, insanlıktan çıkmış tepkiler gördük. Bunlar aslına bakılırsa çok sınırlı bir çevreden gelen, varlıklarıyla çıkardıkları gürültü arasında ters bir orantı bulunan tepkilerdir. Dolayısıyla çok ciddiye almamak, büyütmemek gerekir denebilir. Ancak bu tip durumlarda şunu gözönünde tutmalı. Bu cins çıkışları dile getirmeye cesaret edebilmek, buna uygun bir atmosferin  serpildiğini gösterir. Ve bu da ciddi bir problemle karşı karşıya olduğumuzun bir göstergesidir. (Atv'de açıkça Van halkına çemkiren, kendinde bu rahatlığı gören bir program sunucusunun bulunması mesela, not edilmelidir) Yani büyük çoğunlukla bu insanlık sınavını geçmiş gibi görünsek de bağrımızda ciddi bir meseleyi taşıdığımızı da görmeli, farketmeli ve -bilhassa  sorumlu makamda olan partiler ve kuruluşlar için konuşacak olursak- bunu "başa çıkılması" "çözülmesi" gereken bir vakıa olarak ele almalıyız.
İşte  tüm bu toz duman arasında Van'da enkaz altında yardım bekleyen bir "insanlık" var. Dediğim gibi ekseriyetle tüm Türkiye yardıma koşmuş görünüyor. Van halkı ise tabii ki yardımlardan mutluluk duyuyor ama asli olarak "devlet"i arıyor, yanında devleti görmek istiyor.  Doğrusunu isterseniz devlet orada. Her zaman, her yerde nasıl arz-ı endam eyliyorsa yine o şekilde orada. Plansız, programsız, hazırlıksız.. Ve yıkılan binalara bakılırsa denetimsiz, küçük hesapçı, gamsız.. Sadece bir güç gösterisinden ibaret bir arz-ı endam eyleme durumudur, gördüğümüz... Pazar akşamki manzara bile çok şey anlatır. Depremin asıl merkezi Van'ın Erciş ilçesi, bilindiği gibi. Ve Erciş'e dışarıdan yardım ulaşması için zamanla yarış yapmak gerekmekteydi. Gördük ki, birçok gazeteci ve televizyon kanalı, resmi ekiplerden daha önce ulaşmıştı Erciş'e. Bu, işin bir yönü. Asıl mesele ise bölgeye yardım geliyor gelmesine  ama anlaşılan aynı 1999'da olduğu gibi yardımların organizasyonunda sıkıntı yaşanıyor. Yani burada da karşımıza çıkan yine "devlet"..Böyle durumlarda sivil yardım insiyatiflerine  zaten yüz vermeyen  devlet, muhtemelen mevcut durumda "aman işe bölge örgütleri karışmasın" diyerek işi daha da sıkı tutuyor. Ve bunun sonucunda ortaya çıkan tablo, bazı yerlere gereğinden fazla yardım gitmişken bazı yerlere hiç yardım gitmemesi oluyor. Dolayısıyla Van, evet devleti yanında bulmuştur ama her zamanki gibi çarpık çalışan, çoğu zaman işleyişi tıkayan, devleti. Keza dış yardım istememe kibrini (sonra vazgeçildi) skandala doğru giden çadır sıkıntısı konusunda "çok fazla isteyen var ne yapalım?" genişliğini de not etmeliyiz. AKP sınavı geçmiş görünmüyor, özetle. Ama ne deniyordu? Devlette devamlılık esastır.
Yine de tüm bu olup bitenlerden bir mesaj çıkaramaz mıyız? Tabii ki  mecazi bir durumdan bahsediyorum, mesaj almak için yüzlerce can vermek gerekmiyor. Ama her iki  tarafta da gitgide güçlenen  ve saldırganlaşan "kopuş" duygusuna daha net nasıl bir "düzeltme"  gelebilir, bilemiyorum. Toplum bunu not etmiş görünüyor. Muazzam bir yardım seferberliği var. Şu sorulabilir: Bu sefer de, ana akım medya, iş dünyası ve siyaset esnafında yine eşitsiz bir ilişki biçimini imleyen "biriz, tek yüreğiz" vurgusu fazla öne çıkmadı mı? Bu ve buna benzer eğilimler gözlense şimdi buna takılma zamanı hiç değil.  Yüzlerce can toprak altında. Ve büyük çoğunluğu aslında ölmeyebelirdi. Gönül ister ki bu kadar can, devletin, siyasi iktidarların, devlete göbekten bağlı müteahhitlerin  bina konusundaki kahredici kurnazlığı ve gamsızlığı kadar,  bu topraklarda birarada ama eşit biçimde yaşama iradesinin nişanesi olarak da orada yatsın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder