Çarşamba

Töre cinayetleri ve “ağır abi”lik kurumu..

(agos, 13 kasım 2009)
Türkiye’de töre ve namus gerekçesiyle 2002 yılında 66 kadın cinayeti işlenmiş. 2003’te 83, 2004’te 164, 2005’te 317, 2006’da 663, 2007’de 1011, 2008’de 806 ve 2009’un yedi ayında 953. Son yedi yılda toplam 4 bin 63 kadın öldürülmüş. Bu hesaba göre son yedi yılda töre ve namus cinayetleri yüzde 1400 artmış durumda.
Bu sayılar DTP’li Fatma Kurtulan’ın soru önergesine Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in verdiği yanıt sayesinde gün yüzüne çıktı. Aynı yanıtta kadınlara yönelik şiddet ve cinayetlere ilişkin yargılama istatistikleri de açıklandı. Buna göre 2002 yılından 2009’a kadar kadına yönelik şiddet ve cinayetler nedeniyle toplam 12 bin 678 dava açılmış durumda. Bu davalarda 15 bin 564 kişi yargılanmış. Bunlardan 5 bin 736’sı mahkum olmuş. Açılan davalarda dosyalardan  11 bin 216’sı karara bağlanırken  6 bin 74 dosyanın yargılanmasına devam ediliyormuş. (8 Kasım 2009, Radikal)
Tablo çarpıcıdır. Ama şaşırtıcı mıdır? Değil. Kızkardeşlerini töre gerekçesiyle vuran ama ölmediğini öğrenince hastaneye gidip başına ateş ederek öldüren insanların memleketinde yaşıyoruz. Tekrar edelim: son yedi yılda töre ve namus cinayetleri % 1.400 (yazıyla yüzde bin dört yüz) artmış. Oran gerçekten sarsıcı.
Nedenleri üzerine kafa yormaya değer bir konu. Şunu hemen not düşmek lazım, herhalde herkes mutabıktır, şiddet sadece kadınlara yönelik değil. Toplumun her kesiminde artıyor. Şiddet herkese, bütün zayıflara yöneliyor. Ama kadınlara yönelik olan daha çarpıcı, daha can acıtıcı. Çünkü burada ayrı bir gaddarlık var ve biliyorsunuz yakın zamana kadar cinayette namus gerekçesi hafifletici neden sayılıyordu. Bazı düzenlemeler yapılsa da hala bu konuda bir netlik olmadığını gösteren haberler okuyoruz.

Evet şunu biliyoruz, kabaca 1990’ların ortalarından bu yana şiddet sarmalına daha çok gömülen, bu sarmalın içinde daha bir zevkle yaşayan bir toplum olduk. Bunda hiç şüphesiz içinde olduğumuz ve artık çıkmaya çalıştığımız “düşük yoğunluklu savaş” ortamının da payı vardır. Askerliğini “orada” ya da burada yapan her erkek bir şiddet kutsanması içinde askere gitti, aynı kutsanma içinde geldi, kimileri gelemedi. Bu sarmaldan kurtulabildiyse kendi çabasıyla kurtulabildi. Aynı zamanda çeteleşme ve mafyalaşmanın da yaygınlaştığı, benimsendiği bir dönem geçirmekteydik, geçiriyoruz. Sanat ve spor camiasında bile sözü geçen ağabeyler, bir telefonu emir hükmünde olan büyükler kurumu oluştu. Özetle şiddeti sevdik.
Ne diyorduk? Bu ortamın oluşmasında içinde bulunduğumuz düşük yoğunluklu savaş ortamının payı var. Ama bu açıklama tabii ki yeterli değil. Diğer cevapları bildiğimi söyleyemem. Ama şu ortada: bunu, yani gündelik hayattaki şiddeti, toplumu etkileme pozisyonunda olan kurumlar yakıcı bir sorun olarak ele almadılar. Mahkemeler, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları (burada genelleme yapmak tabii ki yanlış, ama yine de toplama baktığımızda manzara bu) uzun süre bu konuyla ilgilenmediler, ilgilendiklerinde ise iş işten geçmişti ve o aşamada nedenlerle değil sonuçlarla ilgilenmek daha acil bir durum halini aldı. Şimdilerde birçok sivil toplum kuruluşu şiddet mağdurlarına ve bu şiddetten zarar gören çocuklara yardım etmeye çalışıyor. Bu sevindirici. Ancak dediğim gibi nedenler konusunda almamız gereken çok mesafe var.
Medyanın, daha doğrusu çok izlenen televizyonların ise bu konuda iyi bir sınav verdiğini söylemek zor. Son 5 yılda, bariz bir biçimde şiddet içerikli bir senaryoya sahip olan Kurtlar Vadisi’ni kapmak için iki  büyük medya grubu mücadele veriyor. Dizi bir o grupta bir bu grupta. Neden? Çünkü çok izleniyor. Daha önce de söylediğim gibi. Kurtlar Vadisi bir neden değil, bir sonuç. Ve bir sonuç olduğu için çok izleniyor. Ve tabii kar hırsı sadece çok izlenir oluşuna odaklanıyor. Kalan kısmı önemli değil.
Ve işin bir diğer ilginç boyutu. Aslında bu şiddet kültürüne, mafya raconuna o kadar fazla bulandık ki, bu dil, bir şekilde bu hayatla ilgisi olmaması gereken kesimlerin bile günlük konuşmasına girdi. Önce espri olarak. Kendi halinde yaşayan, okuyan, yazan aklıbaşında bir çok insanın olur olmaz her şeye “delikanlıyı bozar” tepkisini verdiğini görüyorum yıllardır. İlk başlarda bazen sevimli duruyordu. Ancak yıllar geçince fark ettim ki, bu dil, bu anlayış gitgide yerleşiyor. Farkında olmadan daha çok insanı bu sarmalın içine doğru çekiyor. Hiç ummadığımız insanlar olmadık konularda “aman abi, delikanlıyı bozar” havalarına giriyor ve bir bakıyorsunuz  ki, ciddiler.
Tabii ki şunu iddia ediyor falan değilim:  “Delikanlıyı bozar” moduna girenler örtük olarak şiddeti savunuyor. Hayır  o  kadar değil. Fakat bir bakıyorsunuz bu mod, bu ruh hali gitgide insanı sarıyor ve o kişi o ruh halinin yörüngesinde yaşamaya başlıyor. Bir bakıyorsunuz şort bile giymekten çekinir hale gelmiş. Niye? Çünkü delikanlıyı bozar. Bu duruşun en büyük gazetelerde bir sürü köşe yazarı tarafından bile savunulduğunu, bir hayat felsefesi haline getirildiğini görüyoruz. Manzara aslında burada da çarpıcıdır. Zira bu durumun, bu “ağır abi”lik durumunun okumuş şehirli kesimde bile bu derece benimsenmesi, içinde yaşadığımız o boğucu havanın her kesime şöyle ya da böyle sirayet ettiğini göstermiyor mu?
7 yılda 4 bin  63 kadın töre ve namus cinayetine kurban gitti. Bunlar bildiklerimiz. Yaralananlar, evlerinden, ailelerinden kaçmak zorunda kalanlar, gizlenenler, hayatı kararanlar, çocuklar bu tabloya dahil değil. Meseleyi ciddiye almak mecburiyetindeyiz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder