Salı

Anayasa'yı beklerken

(agos, 13 ocak 2012)
Geçtiğimiz haftasonu Bilgi Üniversitesi Dolapdere kampüsünde Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı ile Alevilik Araştırma, Dökümantasyon Uygulama Enstitüsü birlikte bir sempozyum düzenledi. "Anayasayı Beklerken: Aleviler" başlıklı sempozyumun ikinci gününde ben de BDP milletvekili Erol Dora, KAOS GL'den Remzi Altunpolat ve Güney Anadolu Alevileri adına Ali Topacık ile bir sunum  yaptım. 2 gün süren, gayet verimli bir sempozyumdu. Notlarımı burada da paylaşayım diye düşündüm. Fakat şunu hemen not düşeyim, başı sonu belli, bir talep listesi değil benimki. Sadece bir Ermeni olarak değil bir Türkiyeli de olarak şimdilik bazı sorular sorabiliyorum şu aşamada. Çünkü aslında mesele hayli karmaşık.
-Nasıl olmalı? Yeni Anayasa nasıl olmalı? Kısa mı uzun mu? Yazarlar, uzmanlar, STK'lar tartışıyor ama siyasi aktörlerden henüz pek elini açık eden olmadı. Bu kritik bir konu ve düşünmeye nereden başlayacağımızı da belirleyecek aslında. Kısa bir anayasa isteyenler çok. Zira uzun bir anayasa, talimatname gibi olacaktır. Buna bir parça ben de katılıyorum. Ve talimatname gibi olunca, güçlü bir otoriteye ihtiyaç duyacaktır. Bununla beraber Anayasa hukukçularına sorarsanız, bunlar tali tartışmalar. Asıl soru şu olmalı: Neden yeni bir anayasaya ihtiyaç duyuyuyoruz? Nerede sıkıntı yaşıyoruz? Madde değişikliği ile içinden çıkamayıp, toptan yenisini yapmamızı gerektiren durum nedir? Buna doyurucu bir yanıt verdiğimizde anayasanın şekli şemali de kendiliğinden belli olacaktır. İşin aslı biz belki buna cevap verebiliniz ama siyasi aktörlerin klişe laflar haricinde bu soruya doyurucu bir yanıt verdiğini henüz göremedik.


-Fakat şunu biliyoruz. Bundan önceki her iki anayasa aslında birer tepki anayasasıydı. 1961 DP'nin "çoğunluktan gelen gücü"nü frenlemeyi düşünmüştü. Senato ve MGK, bu kaygılarla oluşturulmuştur. 1982 ise, artık hepimiz biliyoruz, toplumu tekrar bir mengeneye sokmak için tasarlanmıştı. Her iki anayasa da diğer aktörü, rakibini tuş eden  blokun dayattağı  anayasalardı. Şimdi de aslına bakarsanız durum çok da farklı değil. TSK ve laik-elit  bloku yenen AKP, kendi anayasasını yapıyor, kimseyi kandırmayalım. Dolayısıyla bu da bir tepki anayasası. Bu kanımca şu ihtimali doğurabilir. Yeni anayasa sandığımız gibi "kurucu" olmayabilir. Derdi neyse onu sağlar, gerisiyle çok da ilgili olmaz. 2010'daki Anayasa değişikliği ve sonuçları gibi. Dolayısıyla "kurucu bir anayasa" için tüm sivil aktörler süreci zorlamalı, diye düşünmekteyim.
-Başlangıç bölümü ne olacak? 1982'ninki bir kabus neredeyse. ("Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O'nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda.."  "Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu....") Bu örnekler, evet,  nasıl "olmaması" gerektiğini  gösteriyor. Peki nasıl  olmalı? Ya da bir başlangıç bölümü olmalı mı?  Burası kritik, zira toplumsal muhalefetin önemli bir bölümünü oluşturan siyasal Kürt hareketi'nin de bu konuda ne diyeceği önemlidir. Keza Aleviler de bir diğer önemli toplumsal muhalefet grubu. Daha doğrusu yeni anayasadan beklentisi olan, bugüne kadar devlet ve çoğunluğun baskısına, zulmüne uğramış millet ve mezhepler. İki görüş, daha doğrusu talep var: Kürtler ve Aleviler'den (ve tabii diğer din, mezhep ve milletlerden)  yeni anayasada -eşit gruplar olarak- bahsedilsin. Buna mukabil "Hayır, anayasa nötr olsun; Kürtlerden de,  Türklerden de, Alevilerden de, İslamdan da  bahsedilmesin" diyenler de az değil. Üstelik İslami kesim arasında da bunu savunanlar var. (Kurumsal İslam'a, İslam içinden  yürüttüğü muhalefet ile bilinen İhsan Eliaçık mesela, bu konuda tutarlı bir görüş sundu.) Fakat siyasi aktörlerin (AKP, CHP, MHP, BDP) böyle bir formülde mutabık kalacağını düşünmek pek de gerçekçi değil. Yine de kritik önemdedir. Bu konu bizi de yakından ilgilendiriyor işin doğrusu. Bütün Ermeniler'in bu konuda ortak bir görüşü olsun tavrını savunacak değilim, buna gerek yok. Ama belli bir dünya görüşü etrafından birleşenler, bu konuda ortak bir irade sunabilirler.
-Ermeniler meselesine gelince. Doğrusunu isterseniz 1982 Anayasası'na da bakarsak, herkes eşit. Din, dil, eğitim gibi konularda kimseye engel yok. Yani bizim pek rahat olmamız lazım. Ama öyle değil. Bu topraklardaki misafir, rehine, süs, hedef tahtası, adına ne derseniz deyin, o konumumuz sürüyor. Yani öncelikli meselemiz, bakış açısının hala ve hiç değişmeyişi.  Beri yandan, AKP'nin  vakıflar,  kiliseler gibi  konulardaki tavrına baktığımızda, bilhassa azınlıklar bahsinde   Osmanlı'ya benzer bir sistem öngördüğünü düşünmek mümkün. Belki uygulamada daha yumuşak, ama yine de klasifiye eden ve "başka" "altta" olduğumuzun  altını hep çizen. (1915'le ilgili tavır, ayrı. Yazının konusu olmadğı için girmiyorum) Ve tabi bir de Lozan meselesi var.  Azınlıkları korumuştur, doğru, ama bir yandan "başka" bir hukukta yaşadığımızın da belgesidir. Bunu mesele edecek miyiz? Bunları da başka bir yazıda tartışalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder