Pazartesi

Asıl bu pişkinlik öldürüyor..

(agos, 10 temmuz 2009)
Temmuz ayının ilk günlerini, ayrı ayrı iki gaddarlık gösterisinin kurbanlarına saygısızlık ederek geçiriyoruz yıllardır. 1993’ten beri bu böyle. Biliyorsunuz 1993’ün 2 Temmuz’unda Sivas’ta Madımak Oteli’nde 37 kişi, İslami taşra faşizminin ayininde can vermişti. Birkaç gün sonra 5 Temmuz’da ise Başbağlar köyünde 33 kişi PKK’nın o zamanki eylemleri içinde hiç de istisnai gibi durmayan bir gaddarlık eylemi sonucunda can vermişti. İşte bu iki olayın peşpeşe gelmesi her iki olayın faillerine kendilerini bir biçimde yakın hissedenler tarafından türlü şekillere sokulur durur yıllarca. “Bu eylemleri yapanlar bahsettiğiniz insanlar olamaz”  reaksiyonuna bir de şöyle tiksinç bir “mahsuplaşma” eşlik etmişti ilk zamanlarda. Sağ-muhafazakar kesim, “İşte PKK’lılar da eşit derecede insan öldürdü, artık bu olay kapansın” teranesini işlediler.. Bir başka cephede ise Başbağlar’daki olayın Sivas’a kıyasla biraz daha sisler arasında olmasından istifade ederek, o coğrafyadaki gaddarlıkla hesaplaşmaktan kaçınma eğilim sezilmekteydi. Son yıllara bu havada ve hiç de bu havadan rahatsız olmadan, bu anlayışla hesaplaşmadan geldik. Ergenekon soruşturması sayesinde bu kez yeni bir “mahsuplaşma” eğilimi ile karşı karşıyayız. Değil mi ki; ama doğru ama yanlış, her karanlık vakayı Ergenekon’a bağlayıp işin içinden sıyrılmaya çalışanlar hiç de az değil? Neden bu iki büyük travmayı da buraya bağlayıp, bu konularda yapılması gereken vicdan muhasebesinden kurtulmayalım? Pekala olabilirdi bu. Öyle de oldu. Dediğim gibi, zaten gerek Sivas, gerekse Başbağlar vahşetinde “Olayın failleri başka.. İşi dışarıdan gelenler yaptı, ortalığı başkaları karıştırdı, yabancı servislerin parmağı var” denilip durulmaktaydı. Ergenekon da yeni “açılım imkanı” sağladı. Son çıkış Erzincan Valisi’nden. Şöyle demiş Erzincan Valisi Abdülkadır Demir: “Birliğimize kurşun sıkanlar, dirliğimizi dinamitleyenler, geleceğimize kanlı senaryolar yazanlar şunu bilsin ki bu millet tüm bunların üstesinden gelecektir. Aydınlık geleceğini karartmaya çalışan karanlık ellere bu fırsatı vermeyecektir. 2 Temmuz’da Sivas’ta terörü ateşleyen el ile 5 Temmuz’da birliğimize kurşun sıkan el aynı eldir. Bu elin kirli işlerini hepimiz görüp lanetliyoruz.”
Evet, böylece pek güzel sıyrıldık işin içinden. Karanlık bir el her şeyi planladı, masum insanlarımız tamamen suçsuzdur. Öyle mi? Sağlıklı bir bakış açısı diyebilir miyiz buna? Vali aslında bir örnek. Sağ basından sol basına ulusalcılardan milliyetçilere kadar, bu anlayışı çok geniş bir kesimin paylaştığını, birçok olayın bu şekilde açıklandığını bilmiyor muyuz? (Bu arada şu notu da eklemek lazım. Sayın Vali hayli kesin konuşuyor. Bu konuda bir şeyler biliyorsa bizimle paylaşmasını talep etmek hakkımız. Ben şahsen bu iki olayı birbirine bağlayan bu kadar net delliller olduğunu, en azından devletin valisinin bu kadar kesin konuşmasına gerekçe olabilecek bilgiler bulunduğunu bilmiyorum. Beni geçelim, bu toplum bu bilgileri öğrenmeyi hakediyor sanırım) Şunu kabul edemiyoruz herhalde: bu toplum gaddarlaşabiliyor. Bilhassa da etnik meselelerde.
Ve bu gaddarlaşmada, evet hiç şüphesiz, kah devlet içinde kah devlet dışında örgütlenmiş karanlık tiplerin rolü vardır, evet resmi söylemimiz gayrı resmi söylemimiz, her kesimin “belli” kanaat önderlerinin söylemi, özetle toplam duruş, bu havayı körüklemektedir ama şunu ısrarla saklayacak mıyız yani: bu toplum zaman zaman gaddarlaşıyor. Ve toplum, bu haliyle hesaplaşmaktan, işlediği cürümlerin vicdani muhasebesini yapmaktan ısrarla, beceriyle ve çoğu zaman büyük bir pişkinlikle kaçıyor.
Böyle böyle bugünlere geldik işte. Sivas Katliamı’nda, şu an bilemiyoruz, birilerinin parmağı olabilir. Doğrudur güvenlik güçleri ağır davranmıştır, neden ağır kaldıklarını bilemeyiz, ama işte yüzlerce kişi bir otelin başına toplanıp otelde olan herkesi, büyük bir neşeyle ve nefretle diri diri yakmaya kalkmıştır. Büyük ölçüde de başarılı olmuştur. Daha sonra da bu otel yıllarca kebapçı olarak hizmet vermiştir. Neden kendileriyle hesaplaşsınlar? “Olayı dışarıdan gelen ajanlar çıkardı, derin devlet yaptı” diyen kanaat önderleri varken, neden hesaplaşsınlar? Başbağlar’dan sonra olup bitenler de kabaca bu çizgiyi izledi, biliyorsunuz. O konu için de, evet şu an bilemeyiz, belki bir “katalizör” vardı, ya da belki de kimsenin parmağı yoktu, olay aynen okuduğumuz gibi meydana geldi. Gerçekten bilemiyoruz. Dolayısıyla orada bir hesaplaşma oldu mu? Pek emin değilim doğrusu.
Böyle ilerlemek zor dostlar. Her olayın yasını kendi içinde tutup her olayın bilançosunu kendi içinde çıkarmak, çok zor bu topraklar için. İlla ki bir olayı  başka bir olaya bağlayacağız, geçmişten bir gerekçe bulacağız, ve failleri “aklayacağız”. Hep böyle oldu bu. 6 Temmuz’da Hrant’ın duruşmasında olup bitenleri okurken, dinlerken,  bunları düşündüm ister istemez. İlgisiz gibi görünmekle birlikte, bana kalırsa ilgili.  Öncelikle cinayeti yine “karanlık güçlerin” marifetine bağlayıp, toplumdaki gaddarlaşmayı gözden kaçırma tehlikesi açısından ilgili. Tamam, biliyorum, ciddi ipuçları var cinayetin arkasında “bildiğimiz” türden bir yapılanma olduğu konusunda. Ama son duruşmadaki tanığın anlattıkları, failin cinayeti işlerken neler söylediği gazetelerde yazıyor işte, tekrar yazmaya dilim varmıyor. Bu insanları bu hale getiren ne? Bunun hesaplaşması, vicdan muhasebesi yapılmayacak mı? Rakel’in dediği gibi bir bebekten bir katil yaratan karanlığı hala mı mesele etmeyeceğiz? “5 sene sonra görüşürüz” deme cüretini nereden bulduğunu sormayacak mı bu toplum ve bu devlet kendine?
Ne demişti şair: “Yaşamak değil/ beni bu telaş öldürecek..” Şairin (yanlış hatırlamıyorsam Özdemir Asaf’tı) affına sığınarak şöyle diyorum ben de: “Cinayetler değil/ bu pişkinlik öldürüyor beni..”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder