Pazartesi

Medya Klara’yı neden çok sevdi?


(agos, 25 mayıs 2012)


"ABD'de Ermeni Soykırımı Araştırma Merkezi'nin (Armenian Genocide Recource Center), Internet sitesinin manşetinde bir yazı:
'To be Armenian In Turkey' (Türkiye'de Ermeni Olmak)
1915 Ermenileri adlı blog'unda aynı yazı.
Ve birçok Türkiye karşıtı, Ermeni sitesinde."

Funda Özkan’ın Klara Yeteroğlu vakasını haberleştirdiği köşe yazısı böyle başlıyor. Klara’nın kompozisyonu birçok Türkiye karşıtı Ermeni sitesinde haber olmuş. Yazıyı birinci sayfadan manşetten duyuran Akşam gazetesini yazı işleri de farklı bir dil seçmedi.  Gazeteye göre kompozisyon, radikal Ermeni sitelerinde manşet olmuştu.  Bu tip her vakada olduğu gibi tıklanma rekorları kırıyordu. Aynı gün bütün haber siteleri Akşam’ın haberini bu klişelerle sayfalarına taşıdılar, ilgiyi gören gazete, hemen Klara, annesi ve babasını gazeteye davet etti, onlarla yapılmış bir söyleşiyi ertesi gün birinci sayfadan yayınladı. Habertürk de konuya ilgisiz kalmamış, ertesi gün birinci sayfadan Klara’nın hikayesini işlemişti. Medya Klara’yı çok sevmişti. Fakat meselemiz,  tam da medyanın Klara’yı sevmesidir, ve bu şekilde sevmesidir,  aslına bakarsanız.

Ne diyordu Klara, Darrüşafaka Lisesi’nin “Ahmet Rasim Yaşıyor” başlıklı kompozisyon yarışmasında? Okudunuz defalarca o yüzden altını çizmek istediğim kısmını alıyorum:

“Son yıllarda ülkemizde meydana konmak istenen bazı kavgaları ve anlaşmazlıkları görünce aklıma sorular geliyor. Neden yüzyıllarca bir arada yaşayan bu iki dost topluluk birbirine düşürülmek isteniyor? Acaba ben hangi tarafta olmalıyım? Ya da bir tarafta olmak zorunda mıyım?
(...)Bence sorun yine dış kaynaklı güçler. Bizim bu ülkede rahat olmamızı istemiyorlar. Ben hem Türk'üm hem de Ermeni. Ben aslında Türkiyeliyim.”

Böyle diyor Klara. Şimdi. Şöyle bir meselemiz var. Klara 14 yaşında. Erdil Koleji 8. sınıf öğrencisi. Siyasi meselelere o yaşın penceresinden bakması doğal. Annesinin Türk olduğunu da unutmayalım.  Klara’ya hiçbir şey diyemeyiz. Hislerinde samimidir. Burada sorun aslına bakarsanız devletin resmi görüşüyle gayet uyumlu bu hisleri tutup yarışmada birinci yapan, sonra da gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlayan mantıktadır. Sorun bu kompozisyona sitelerinde yer veren ve yıllardır “soykırım” meselesiyle uğraşan yurtdışındaki –büyük kısmı buradan, 1915’te olanlar nedeniyle göç etmek zorunda kalan- Ermeni toplulukların “radikal” “Türkiye karşıtı” olarak tanımlanmasındadır. Sorun bu kızcağızın hislerinin “İşte doğru Ermeni tutumu” mesajıyla  bize dayatılmasıdır. Sorunun kökü buradadır. Çünkü Türkiye’deki resmi tez, yıllarca, iyi Ermeni’nin işte böyle bir Ermeni olduğunu söyledi. Hatta herkesin kafasına kaktı. Ana akım medya bunu doğru olarak kabul etti, Hürriyet’in öncülüğünde tüm Türk basını yıllarca bu doğrultuda yayın yaptı, bu örnekleri büyüttü, manşetleştirdi. Ve tabii şu da var: bunları devletin komutuyla, zorla, mecburen yapmadılar. Tabii ki devlet böyle istiyordu ama bir yanda da sevdiler bu duruşu. Çünkü bu tez çok kullanışlıydı. Hem Ermenileri, azınlıkları sever gibi görünüyordunuz hem de resmi görüşün dışına çıkmıyordunuz. Ne güzel oluyordu. Kazan kazan durumu.


Ve bir diğer büyük mesele. Tekrar altını çizelim. Bu duygular elbette ki Klara’nın gerçek duygularıdır. Kızcağız öyle hissediyor ki, öyle yazmış. Fakat burada da birkaç cümle etmek isterim. Bu, olur. Yani bu tip eşitsiz ilişkilerin varolduğu toplumlarda azınlık üyelerinde bu his olur. O eşitsiz denklemde yaşamak yorucudur çünkü kimileri için. Bir şey olmuyormuş gibi yaşamayı tercih edebilirler. Mevcut eşitsizliği; çoğunluğun ürkütücü, bazen sessiz kalarak bile oluşturduğu  baskıyı görmek istemeyebilirler.  “Aslında siz de iyi insansınız” cümlesindeki ayrımı, tehdidi,  anlasalar bile anlamazlıktan gelmek isteyebilirler. Çünkü otorite, resmi görüşünü öyle gür bir sesle  toplumun üstüne boca eder ki, “azınlık” artık iyice geri çekilir. Bunu kimi zaman bilerek, kimi zaman da bilmeyerek yapar.  Dolayısıyla:  “Neden yüzyıllarca bir arada yaşayan bu iki dost topluluk birbirine düşürülmek isteniyor?” sözünü söyleten, otoritedir, çoğunluğun baskısıdır.  Bu sözlerde bir kıstırılmışlık, bir çaresizlik vardır. Elbette ki Klara adına ya da bu görüşleri savunanlar adına konuşmuyorum,  “doğru tavır budur” gibi siyasi bir komiserlik de yapmaya çalışmıyorum. Sorunumuz daha büyük: neden böyle hissediyorlar?  Kanımca gazetecilere, bilim adamlarına düşen, bu sorunun peşine düşmek, bu psikolojinin kökenlerini araştırmak, mevcut eşitsizliğin ve çoğunluk tahakkümünün nasıl olup da insanları bu hale getirdiğini görmek, göstermektir. Bunlar olmazsa bir adım ileri gidemeyiz. Buralarda da toprağı kazmalı, buralardan çıkanları dikkatle ele almalıyız. Üstelik Klara’nın babası şunları söylemişken:

“Sivaslıyım. Üç kardeşiz. Ortaokul mezunuyum. 6 yaşında kuyumculuğa başladım. Babam karayollarında işçi olarak çalışıyordu. Sivas'ta yaşadığımız zamanlarda, Ermeni olduğumuz için gurur duyduğumuz dönemler oldu. El üstünde tutuluyorduk. Ancak, babam işyerinde aldığı tepkiler yüzünden ismini değiştirmek zorunda kaldı. Kevork'tu, Tevfik oldu. İşyerinden çıkarmayla tehdit ettiler, Ermeni olduğu için. Ben de okulda birçok kesimden dışlandım.
İlkokuldayken, 'Ermeni'yim dediğimde 'Asala mısın?' derlerdi. Evlendikten sonra Dilek'in köyüne gittik. Dilek'in amcasının hanımı baktı, 'Aaa inanmıyorum aynı bizim gibi. Eli kolu var' dedi. Askerliğimi Güneydoğu'da yaptım. Kuzey Irak'ta 13 ay kaldım, gönüllü gitmiştim. Orada bölük komutamın 'Sen Ermeni'sin burada durman sakıncalı değil mi? dedi. Gerçekten Klara gibi düşündüğüm için orada kaldım.”

Babanın söyledikleri mevcut tabloya daha çok uyuyor doğrusunu isterseniz.. Ama böyle bir hikayenin manşet olmasını beklemiyordunuz herhalde, değil mi?  Zira vaka-ı adiyedendir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder