Salı

“Kadın” üzerinden görülen hesaplar



(agos, 1 haziran 2012)

Başbakan Erdoğan’ın Uludere’de özür dilememek adına ortaya attığı kürtaj konusu,  gayet ciddiye bindi. Konuyla ilgili bir yasa hazırlanıyor, mevcut durumda 10 haftaya kadar verilen kürtaj izni 4 haftaya indiriliyor. Ki bu zaten fiilen kürtajı yasaklamak demek, çünkü 4 haftada hamileliğin bile anlaşılması çok zor, nerede kaldı kürtaj işlemine geçmek. AKP zaten bu konuda hayli rahat olduğu için “gerekirse yasaklarız” aşamasına da hemen geçiverdi. Demeçlerden anladığımız, tecavüz gibi durumların yasa kapsamına girmeyeceği yönünde.
Basitçe, erkeklerin toplum tasarımının kadın üzerinden görüldüğü klasik bir vaka ile karşı karşıyayız. Hiç şüphe yok , bu yeni yasaklamaya destek verecek kadın sayısı az değildir. Ancak sonuçta kadın bedenini ilgilendiren bir durum ile karşı karşıya olduğumuz muhakkak. Ve bu, üzerinde ciddi biçimde durulması gereken büyük bir sorun.  Dolayısıyla  erkek/dünyevi otoritenin kadınla ilişkisine biraz daha yakından bakmak gerekiyor.
Burada iki yönelim var. İlki, dini gerekçeler. İkincisi ise dünyevi,  yani kalabalık bir nüfus olma gayreti, özlemi. Bunların ikisinin de “erkek/dünyevi otoriteler” tarafından tanımlandığını aklımızda tutalım. Denecektir ki, dini gerekçe nasıl dünyevi otoritenin işi oluyor? Biraz geriye gitmek gerekecek.  Kürtaj konusunu mesele eden Hıristiyan Katolik dünyanın tarihine bakmak gerekiyor yani. Çünkü bu kürtaj meselesinin telif sahibi esasen Hıristiyan Katolik dünyasıdır.  O dünya içinde oluşmuş, serpilmiş diğer dinleri de etkilemiştir. Oluşma aşaması ise kabaca Ortaçağ’a, yani Papalık otoritesi ile Avrupa’daki Hıristiyan siyasi otoritenin güç mücadelesine girdiği döneme denk gelir. Bu dönemde Katolik otoritenin, bilhassa cinsellik konusunda hayatın bütünü kapsayan son derece mutaasıp bir baskı kurduğunu biliyoruz. Hatta ve hatta Katolik otorite, cinsel ilişki pozisyonlarını bile kendisine mesele etmiş, sadece çocuk yapma amaçlı pozisyonu meşru görerek, diğer pozisyonları mahkum etmiştir.  Meşhur “misyoner” pozisyonunun ismi de buradan gelmektedir zaten. Dini otorite tarafından önerilen pozisyondur. Papalık kurumu  Ortaçağ’da meseleye bu kadar detaylı yaklaşıyordu yani. Konudan uzaklaşır gibi olduk ama bunlar aslına bakılırsa konumuzla hayli ilgilidir. Zira sadece kadın değil insan bedeni üzerinde de dini otoritenin ne derece tahakküm kurabildiğini gösterir.

Ortaçağ’ın geride bırakılmasıyla Hıristiyan dini otoritenin cinsellik üzerindeki tahakkümü zayıfladıysa da kürtaj konusu öncelikli bir mesele olarak kaldı. Mevcut durumda Katolikliğin baskın olduğu ülkelerde, bilhassa da Latin Amerika ülkelerinde kürtaj üzerinde sıkı bir yasal takip var. Ancak, ABD başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde genellikle 12 haftaya kadar serbest. Tam da burada mesela, Dünya Sağlık Örgütü’nün geçtiğimiz ocak ayında yayınlanan bir raporuna göz atmak faydalı olabilir. Bu rapora göre dünya çapında kürtaj oranı değişmese bile, “tehlikeli kürtaj” oranında artış var. “Tehlikeli kürtaj” uygun olmayan koşullarda yapılan kürtaja deniyor ve bu yolu seçen kadınlarda ciddi sağlık sorunları görülmekteymiş.  İlk bakışta bu saptama “Evet kürtaj artıyormuş, hem de tehlikeli imiş” gibi bir algı yaratsa da biraz detaya baktığımızda bu eğilimin asıl olarak kürtajın yasaklandığı ülkelerde görüldüğü ortaya çıkıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün raporuna göre Afrika'daki kürtajların yüzde 97'si, Latin Amerika ülkelerindeki kürtajların da yüzde 95’i “tehlikeli kürtaj” sınıfına giriyor. Aynı rapora göre Asya’da bu oran yüzde 40’a, Okyanusya bölgesinde yüzde 15'e, Avrupa'da da yüzde 9'a düşüyor. (bkz: http://www.ntvmsnbc.com/id/25315261/) Şu notu da düşelim: AİHM 2010 yılında İrlanda’daki kürtaj yasağının insan hakları ihlali olduğuna hükmetmişti.
Bu tablo bile bize şunu gösteriyor. Yasaklamak çözüm olmuyor, bilhassa da kadınların sağlığını tehlikeye atıyor. Ve Amerika’yı yeniden keşfetmiyoruz. Yıllara, yüzyıllara dayanan bir mücadele bu. Kadının kendi bedeni üzerindeki hak mücadelesi. Ve dünyevi otoritenin insan, bilhassa da kadın bedeni üzerinde tahakküm kurma girişimleri. Hemen not düşmek lazım, burada tabii ki tek kıstas dini değil. sonuçta bir canlıdan da bahsediyoruz. Bütün bu mücadele sonunda 12, hatta kimi ülkelerde 22 hafta gibi bir süre üzerinde mutabık kalındığını görüyoruz.
Dini otoriteye kısaca göz attık. Bir de dünyevi otorite var tabii. Dinden,  gelenekten referans alan ancak “kalabalık/güçlü bir nüfus” özlemiyle bu kürtaj sularına girenler de var. Erdoğan’ınki hem ilk örneğe hem de bu örneğe uyuyor. Burada da hedef kalabalıklaşarak güçlü devletler ligine girme ve orada etkin olma, olarak sunuluyor topluma. Bunun için de her ailenin 3 çocuk yapması isteniyor. Zaten sezaryen doğuma da bunun için karşı çıkıyor Erdoğan. Çünkü sezaryende en fazla iki doğum yapılabiliyormuş. Çok açık: siyasi, üstelik de doğruluğu hayli su götürür bir siyasi hedef uğruna yine kadınları nesneleştiren bir bakış açısı var burada. Üstelik de dünyevi otorite, burada da aynı –dünyevileşmiş- dini otorite gibi tüm toplumu kapsama iddiasındadır, yani kimse bu hedeften kendini muaf tutamamaktadır. Dolayısıyla burada iki kere meselemiz var. Hem otoriter bir şef, hem bu otoriteyi seven, o gür sesten rahatsız olmayan bir toplum, hem de bütün bu siyasi hesapların ortasında sıkışıp kalan  kadın.
Dini ve dünyevi otoriteye baktık. Son olarak da ailevi otoriteye bakmak gerekir. Çünkü kürtaj aynı zamanda kadını kocasına karşı da koruyan bir kalkandır. Evet öyledir, çünkü kadın hareketinin ve haklarının güçlü olmadığı toplumlarda erkek, kadını bir çocuk doğurma makinesi gibi görebilmekte. İlle böyle bir toplum olması da şart değil. her türlü ikili ilişkide  denge biliyorsunuz çoğu zaman kadının aleyhine işliyor. Ve böylesi durumlarda kadın hem dini, hem dünyevi hem de evdeki otoritenin altında, üç kat eziliyor. Dolayısıyla meselemiz, herhangi bir meseleden üç kat daha ciddi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder