Pazar

AKP krizi fırsata mı çeviriyor?

(agos, 17 şubat 2012)

MİT-AKP cephesi ile yargı-emniyet(muhtemelen Gülen) cephesi arasındaki restleşme ile ilgili sayısız yazı okumuş, onlarca televizyon tartışmasına denk gelmiş olmalısınız. Merak etmeyin, konuya bir daha   girmeyeceğim. Sadece kriz vesilesiyle gözlenen eğilimlere ve sivilleşme/vesayetten kurtulma macerasındaki  gidişata şöyle bir bakacağım.
Mevcut durumda yargı-emniyet cephesi  cemaat tarafından kontrol edilen, birlikte hareket eden bir blok olarak görülüyor. Cemaatin de bu manzaraya bugüne kadar hiç itirazı olmadı. AKP’nin sevk ve idaresindeki  bu blok, Ergenekon, Balyoz, OdaTv ve KCK gibi kritik operasyonlar yürüttü. Bu operasyonlar başladığından beri medyaya verilen ve ancak devlet içindeki kritik  görevdekiler tarafından ele geçirileceği ayan beyan ortada olan sızıntıların “cemaat” tarafından sağlandığı  ve dışarı verildiği kuvvetle tahmin edilmekteydi. Hatırlanacağı gibi bu sızıntılar bazen soruşturmalara taraftar olanlarca bile problemli bulunmuş, cemaatin mücadele ettiği klasik devlet yapısıyla aynı yöntemleri kullandığı söylenmişti. Yargı aşamasında da tutuklanmasına hiç de gerek olmayan isimlerin peşpeşe cezaevine  gönderilmesi ; sonlara doğru iyice tutarsızlaşan iddianamelerin mahkemeler tarafından derhal kabul edilmesi de polis ve yargının bir blok olarak birlikte hareket ettiği yönündeki  algıyı güçlendirmiştir. Bu algıya sadece bu gelişmeler yol açmadı. Cemaati eleştirenlerin değil ama devlet içindeki bağlantılarını soruşturanların başlarına genellikle bir şeyler gelmesi  (bu saydıklarıma  Ahmet Şık ve Nedim Şener birer örnektir) ve KCK’ya yönelik operasyonların cemaate yakın basın tarafından şevkle desteklenmesi  de bir nevi  matematikteki “sağlama” fonksiyonu gördüler.  Bu saydığım operasyonları yazdığım sırayla yanyana koyup bir de “gözaltı, tutuklama ve iddianamelerdeki ikna edici olmama endeksi” gibi bir endeks oluşturursak ve bunu da bir grafik haline getirirsek, çizginin sona geldikçe yukarı çıktığını görürüz.
Bütün bunlar olurken AKP’ye yakın basında çok az kişi bu gelişmelerden şikayetçi idi. Bunlar da zaten liberal düşünce dünyasından gelip AKP’nin devlet içindeki çeteleşmenin üzerine gitmesinden umutlananlar arasından çıktı. Bu kesim dışında AKP medyasından neredeyse hiç itiraz sesi çıkmamıştı. Ancak operasyon MİT’e uzanınca AKP ve AKP medyasının itiraz, cemaat medyasnın ise “Ne yapsaydık, işlem yapmasa mıydık?” tavrı içine girdiğini gördük.

Tablo bu. Peki niye yazının başlığında AKP krizi fırsata mı çevirecek diye yazdık? Sular durulurken AKP’nin ağzından değilse bile AKP’li gazeteciler ve kamuoyu oluşturucu kişiler ağzından şöyle bir hava yayılıyor sanki, bunun ipuçlarını görmekteyiz:
-“Parti zaten bu operasyonların böylesine kurunun yayında yaşı da götürecek şekilde yapılmasına taraftar değildi, gördünüz işte, bunlar öyle güçlü hale geldiler ki sistemi   bile tehdit ediyorlar neredeyse..”
Böyle bir havanın yayılacağının ipuçlarını görmekteyiz. Bu, AKP’nin işine gelecektir doğrusu. Çünkü hem böylece yavaş yavaş kaybetmeye başladığı liberaller desteğini tekrar kazanacak, hem kamuoyu gözünde cemaati bir miktar  günah keçisi haline getirecek, hem de bu itişme içinde psikolojik bir güç kazanabilecektir.
Görüldüğü gibi kriz AKP’ye böyle imkanlar sunuyor. Bitmedi. Bu kriz vesilesiyleüst düzey devlet memurlarının soruşturulması için Başbakan onayını şart koşan bir yasa getiriliyor. Hakan Fidan meselesi üzerine oluşturulan ve “kişiye özel bir düzenleme” vasfı taşdığı apaçık ortada olan bu düzenlemenin mantıken epey tartışma çıkarması beklenir. Muhtemelen TBMM faslında muhalefet bu yasaya sertçe karşı çıkacaktır. Ancak az önce tarif etmeye çalıştığım atmosferin de yardımıyla AKP muhtemelen bu yasayı zorlanmadan kendi oylarıyla  çıkaracaktır. Böylece Erdoğan kendine yeni bir “otorite” alanı daha ihdas etmiş olacaktır
Bu arada dikkat ederseniz bu hengame içinde gümbürtüye giden yine KCK ve Kürt meselesi oldu.  “Yüzlerce hatta binlerce  kişiyi gözaltına alıp tutuklayarak  Kürt meselesinde nereye varmaya çalışıyorsunuz?” sorusu artık kayboldu, KCK içinde MİT ajanı var mı yok mu, varsa bunları deşifre eden polis-yargı  iyi mi etti kötü mü etti tartışması öne çıktı. Böylece baştan beri sorgusuz sualsiz bir baskı politikası haline geline KCK operasyonları yine meşruiyetini korumuş oldu.  Keza MİT’in de etrafına yeni  bir koruma kalkanı ve “içte-dışta sorgusuz sualsiz iş görme” imtiyazı getirildi. Görünen manzara, Erdoğan’in üç kritik görevdeki polis, bir de soruşturmayı yürüten savcıyı dosyadan almasıyla AKP’nin hamle üstünlüğünü ele geçirdiği ve cemaati “rahat durmaya” zorladığıdır. Başbakan Erdoğan’ın yakınındaki isimlerden Yalçın Akdoğan’ın Yasin Doğan ismiyle Yeni Şafak’ta yazdığı “aramızda ayrı gayrı olmaz” temalı ve “konu kapansın” esprisindeki yazıda da bunun izleri var. Şu cümleler önemli: “İki farklı kulvarda hareket eden bu yapılar arasında güç ve iktidar çekişmesi yaşanmasını murad edenler yine hayal kırıklığına uğrayacaktır. (...) Bu girişimi başlatanlar –MİT Müsteşarının ifadeye çağrılmasını kastediyor.YD- istemeden böyle bir duruma sebep oldularsa bir adım sonrasını göremeyecek bir yetersizlik içindedirler. Eğer bunu bilerek yaptılarsa ortada daha vahim bir durum vardır ve söylediklerinin tam tersi bir tezgahın parçası olmuşlardır.”
Benim şahsen bu son cümleden anladığım, cemaate “bu arkadaşları ayıklayın, yolumuza devam edelim” deniyor.   Özetle bu maceradan muhtemelen AKP ve Erdoğan otoritesini güçlendirerek çıkacak gibi görünüyor.  Ve muhtemelen buna da “ileri demokrasi” dememiz beklenecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder