Pazartesi

Tuhaf bir bayram havası..


(agos, 8 mart 2013)

Samatya’daki saldırılarla ilgili olarak Türkiyeli bir Ermeni’nin yakalanması ve tutuklanması, haftanın elbette ki en dikkat çekici vakası. Olay hala tüm boyutlarıyla ortaya çıkmamış olsa da eldeki tek kişinin cemaat içinden olması, herhalde Agos dahil cemaat üyelerinin de pek beklemediği bir durumdu. Ancak gelinen durum elbette ki basit bir adli soruşturmanın çok ötesinde anlamlar barındırıyor. Bilhassa kimi gazetelerdeki “Hani ırkçı saldırı vardı? Gördünüz mü?” tavrı pek bir anlamlı ve üzerinde durulmaya değer.
Öncelikle: Agos’un peşpeşe manşetleriyle gündeme getirmeye çalıştığı konu, aslına bakarsanız çok uzun süre basının dikkatini çekmemişti: haftalarca. Ancak son saldırının ardından basın birdenbire konuyla ilgilendi. Ve saldırıların peşpeşe gelişiyle sadece Ermeni cemaatinde değil, böyle konulara duyarlı çoğu kesimde “acaba bunlar ırkçı yönü olan saldırılar mı?” şüphesi güçlendi. Doğrusunu isterseniz saldırılarla ilgili, bizim gazetede ve konuyu yakından izleyen başka gazetelerde yayınlanan ayrıntılar da bu şüpheyi güçlendirmekteydi. Mağdurlardan kiminin kaçırılmak istenmesi, çok azında gasp vakasının yaşanması, kimi saldırılarda gözcülük işi yapan birilerinin bulunduğu yönündeki haberler, hayli şüphe uyandırıcıydı. Bu tablo içinde ben de dahil olmak üzere bir kesim, geçen yılki Hocalı mitingi sonrasında ülkede ağırlığını hissettiren milliyetçi havaya dikkat çeken ve böyle ortamlarda bu tip saldırıları planlayanların kendine meşruiyet zemini bulabileceğini vurgulayan yazılar yazdık. Ve, bütün bu saldırılar şüphelendiğimiz gibi ırkçı bir yön taşımasa bile; memleketteki bu havanın elle tutulur ölçüde gerçek olduğunu söyledik.
Mevcut durumda soruşturmada oklar, bir cemaat üyesini gösteriyor. Dediğim gibi, bu, çoğumuzun hesaba katmadığı bir ihtimaldi. (Şu notu da düşelim, şu ana kadar bildiğimiz her şey, polisin verdiği bilgidir) Dolayısıyla analizlerimizde biraz daha temkinli olsa mıydık diye kendimizi elbette ki eleştirebiliriz. Bunu da yapıyoruz zaten. Fakat mesele burada bitmiyor maalesef. Birkaç mesele daha var, üzerinde durmamız gereken.

Öncelikle bizim bu analizlerimizi, şüphelerimizi niyeyse üzerine alınan ve içlerine atan genişçe bir kesimin, “şimdi sıra bizde” havasında karşı atağa geçmesini ibretle izlemekteyiz. Adli bir vaka çıkmasını umarken bir de zanlının Ermeni çıkması, bu kesimi büyük bir sevince boğmuş durumda. Anlamlıdır. Yani ne bekliyorlardı, bilmiyorum. Evveliyatına hiç girmiyorum, son 6 yıla baktığımızda bile, Hrant Dink cinayeti davasında neredeyse bir gram yol alınamamışken, polislerle jandarmalar Hrant’ın katiliyle fotoğraf çektirmek için sıraya girmişken, Sevag Balıkçı’nın bir 24 Nisan günü kaza kurşununa kurban gittiğine inanmamız istenirken, kiliseler, okullar hala ancak polis gözetiminde faaliyet gösterebiliyorken, cemaatin aklına hangi ihtimal gelmeliydi acaba? Eldeki kamera görüntülerine rağmen saldırgan (ya da saldırganlar) aylar boyunca bulunamamışken, ne düşünmemiz beklenirdi acaba? İstenen, bu tabloda bile yine bizim temkinli, suskun olmamızdı. “Dur bakalım” deyip soruşturma sonucunu beklememizdi. Cemaatten talep edilen budur. Fakat Agos bu saldırıları manşet yapmasaydı, basının bu konuyla ilgilenmeyeceği de neredeyse ortadaydı.
Bağlantılı olarak: Dünyanın her yerinde bu tip bir vaka varsa ırkçılık/milliyetçilik karşıtı çevreler alarma geçer. Ve tam da bu nedenle: çünkü saldırıları kimin gerçekleştirdiği “bilinmemekte”dir. Bu yüzden kamuoyu ve emniyet güçleri harekete geçirilmeye çalışılır. Oturup saldırıların 10’u bulması beklenmez mesela. Ve elbette ki bu esnada memlekette milliyetçi bir atmosfer varsa, buna da dikkat çekilir. Altını çizerek söylüyorum, sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde böyledir bu. Dünyanın her hangi bir yerinde (bilhassa bu konularda sicili pek de parlak olmayan bir ülkesinde) yaşlı Müslüman kadınlara peşpeşe saldırı düzenlense, ne derdik acaba?
Son olarak bir de şu var elbette: nedir o sevinç? Ve nedir o “gördünüz mü, ne haber?” havası. Bu sevinç, bu ferahlama, hatta rövanşı alma duygusu, doğrusunu isterseniz anlamlı. Öncelikle basının, daha doğrusu bazı genel yayın yönetmenleri ve yazarların, kendilerini hala “devlet” ile eşdeğer tuttuklarını, “bu saldırılar ırkçı olabilir” analizlerinden alındıklarını gösteriyor. Niye bundan bu derece alınır bir gazeteci, ya da yazar? Açıkçası ilginç bir ruh halidir. Çünkü hiçbir zaman bu saldırılardan kendi halindeki vatandaşlar sorumlu tutulmadı. Memleketteki miliyetçi havanın böyle saldırılara yol açabileceği, bunun örneklerinin daha önce görüldüğü söylendi. Böyle bir ihtimalden bu çapta bir alınganlık göstermek de işin doğrusu –bir kısım-  basındaki problemli dengeye işaret ediyor.  O denge şudur: devletin “olağan şüpheli” olarak gördüğü kesimlerden gelen eleştirileri, bir milli mesele olarak görmek, öyle sunmak. Dolayısıyla bu eleştirileri de o çerçevede değerlendirmek, kategorileştirmek. Milletin, devletin ve gazeteciliğin içiçe geçtiği, görevlerin birbirine karıştığı, herkesin her şeyden sorumlu olduğu, ilginç bir alandır bu. Anlamak zor..Anlatmak da..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder