Cuma

Gerçek vizyon belgesi..

(agos, 11 temmuz 2014)

Başbakan Erdoğan’ın Cuma günü, yani bu gazetenin elinize ulaştığı gün, bir toplantı düzenlemesi bekleniyor. Cumhurbaşkanlığı vizyon belgesini açıklayacak. Gazetelerde okuduğumuz haberlere göre bu toplantıya çok sayıda sanatçı, iş adamı, STK ve azınlık temsilcisinin de katılması, bu azınlık temsilcileri arasında Türkiye Ermenileri Patrik Vekili Aram Ateşyan’ın da bulunması bekleniyor. Peki bu vizyon belgesinde  ne mi olacak? Yeni Şafak gazetesinin haberine göre “Anayasa'dan çözüm sürecine, Alevi meselesinden terör sorununa, AB üyelik sürecinden yeni anayasaya, demokrasi, inanç ve ifade özgürlüğünden hak ve özgürlüklere kadar ülkenin geleceği..” yer alacakmış. (8 Temmuz 2014)
Çok güzel. İtirazımız olamaz elbette. AKP yine her zamanki gibi sıkıştığı kritik anlarda, cumhuriyetin taşlaşmış yapı ve kurumlarını değiştireceği vaadiyle (ki bunlar arasında bizzat kendisinin kriz haline getirdiği konular da vardır)  hamle üstünlüğünü ele geçirecek ve rakiplerini (burada hedef belli ki CHP-MHP ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’dur) AKP’nin oyun sahasında oynamaya zorlayacak. Ve arada –muhtemelen- bazı küçümsenmeyecek adımlar da atılacak. Yakın tarihimiz bize bunu gösteriyor. Özetle “devlet değişiyor” mesajı verilecek.
Fakat hafta boyunca okuduklarımız gördüklerimiz devletin aslında “özünde” değişmediğini ve pek de değişecek gibi görünmediğini söylüyor. Mesela hafta başından bu yana gazetelere yansıyan Cemaat’e yönelik soruşturma hazırlıklarına bir göz atalım. Okuduğumuz ve yalanlanmayan haberlere bakılırsa Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nca il emniyet müdürlüklerine göndenilen bir yazı var. Bu yazı ile  emniyet birimlerinden bazı taleplerde bulunuluyor. Cemaat’in Hükümet’i yıkacak silahlara sahip olup olmadığının araştırılması gibi. Hükümet’i devirmek için faaliyet yürütenlerin tespiti ve ülke çapında delil elde etmek için çalışma yapılması gibi.
Bunlar artık süpriz gelişmeler değil. Ortaklık bozulduğundan ve cemaat iktidarın yolsuzluk batağına gömüldüğünü gösteren iddiaları ortaya döktüğünden beri, bu alanda neredeyse her şey mübah. Fakat bu yazıda önemli bir detay daha var. Sözkonusu yazıda “Cemaat üyelerinin Türkiye’nin son on yılında işlenen önemli olaylara azmettiren, yardım eden ya da doğrudan suç işleyen sıfatıyla katılıp katılmadığının belirlenmesi, Cemaat üyelerinin rolleri bulunduğu iddia edilen Aziz Santoro Cinayeti, Hrant Dink’in öldürülmesi, Danıştay saldırısı, Zirve Kitabevi katliamı, Necip Hablemitoğlu ve Üzeyir Garih’in öldürülmesi gibi olaylar ile irtibatlarının araştırılması..” (7 Temmuz 2014, Zaman)
Her durumda AKP’yi haklı bulan kesimleri hariç tutacak olursak, herhalde şu satırları okuyan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının acı acı gülümsememesi mümkün değildir. Devran değişmiş, bir zamanların muteber kesimleri şimdi devletin bir numaralı düşmanı haline gelmişlerdir. Osmanlı’dan bu yana devlet böyledir. Hele İttihat Teraki ve sonrasındaki Cumhuriyet döneminde, hepten böyledir. Türkiye’nin devlet geleneği tam da böyle bir iki yüzlülük üzerine kurulmuştur.

Yanlış anlaşılmasın, Cemaat’in devleti ele geçirmek gibi planları olmadığını ya da bu cinayetlerden bazılarına bir şekilde bulaşmadığını savunuyor filan değilim. Bilhassa Hrant Dink cinayetinde klasik devlet kadar, Cemaat’e yakın polislerin de bu işe bir yerinden bulaştığını söylemek mümkün. Zaten Dink Ailesi avukatlarının soruşturulmasını istedikleri kamu görevlileri arasında (sonradan AKP’ye yanaşan) klasik devlet temsilcileri kadar, Cemaat’e yakın polis şefleri ve memurları da vardır.
İşte tam da burada bizi acı acı gülümsemekten alıkoyan, daha çok kızgınlık, öfke, umutsuzluk karışımı tarif edilmez bir ruh haline sevkeden bir durum var. Yıllarca bu cinayetin bir mutabakat cinayeti olduğunu, devletin tüm kanatlarıyla bir şekilde bu işe bulaştığını, tam da bu yüzden çözülmediğini ve bu cinayet çözülmedikçe bu devletin insan içine çıkamayacağını söyledim, söyledik. İşin ilginç tarafı cinayetin ilk yıllarında AKP çevreleri de etrafa sürekli bu cinayetlerin eski devlet tarafından AKP’yi zorda bırakmak için işlendiğini söyleyip durdular. Bu cinayetlerin “Ergenekon işi” olduğunu büyük bir kesinlikle her fırsatta dile getirdiler. “Tamam ama bu iş tek boyutlu değil,  bu işte Cemaat de masum görünmüyor” dediğimizde hep darbecileri, klasik devleti kollamakla ya da olup biteni anlamamakla suçlandık. Ve evet, bu isimlerin bazıları şimdilerde AKP’nin cemaat operasyonunu meşrulaştırmakla meşguldürler, parti yazarları gibi. AKP, yani parti-devlet ne yöne dönerse onlar da o yöne döneceklerdir.
Sormak lazım. Bir devlet bu kadar yüzsüz olabilir mi? Bir siyasi çizgi bu kadar alçalabilir mi? Hrant Dink’i katillerin önüne atanlar, ki zaten bu suçtan yargılanmıyorlardı, beraat etmeseler de, bu Cemaat savaşının bir durağı olarak bir nevi aklandılar. Ve şimdi devlet “bu işi Cemaat yaptı”  sürümünü önümüze koyuyor.
İşte devlet tam da böyle değişmiyor. Aynı  İttihat Terakki devleti gibi, kumpas içinde kumpas kuruyor ve bu kumpasları her seferinde meşrulaştırıyor, meşrulaştıracak birilerini bulabiliyor. Gözden düşmüş bazı kumpas sahipleri bir anda muteber olabilirken, bazı kumpas sahipleri bir anda gözden düşebiliyor.
Gerçek vizyon belgesi ne olurdu biliyor musunuz? Devlet Hrant Dink cinayetini kamuoyunu tatmin edecek biçimde aydınlatırdı. O zaman bir şeylerin değiştiğini anlardık biz de.
Not: Bu cuma, yani 11 Temmuz’da, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Kürt kökenli işadamları ve avukatların öldürülmesi davasının ikinci duruşması var. Mehmet Ağar’ın da ifade vermesi bekleniyor. Bir şeylerin değişip değişmediğini anlayacağımız başka bir adalet sınavı da bu olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder