Cuma

Filistin ve Türk sağının Hitler’le flörtü..

(agos, 25 temmuz 2014)

Meseleye adilane bakmaya çalışan her göz, İsrail devletinin Filistin-Gazze’de giriştiği operasyonun tam bir gaddarlık vasfı taşıdığını kabul eder, herhalde. Şu yazının yazıldığı saatler itibariyle operasyon vesilesiyle Gazze’de ölenlerin sayısı 600’ün üzerine çıkmıştı. Bunların büyük çoğunun sivil üstelik de önemlice bir kısmının çocuk olduğunu söyleyelim. (Son 2,5 günde 69 çocuk) Bölgeden gelen haberler, daha güvenli olduğu düşüncesiyle biraraya toplanan ailelerin İsrail bombardımanı altında can verdiklerini gösteriyor.
Tablo böyle olmakla birlikte Batı dünyasının yine her zamanki gibi İsrail’i kollar bir tutum aldığı da ortadadır. ABD, Almanya, İngiltere’nin tavrı son 50 yıldır tanık olduğumuz üzre İsrail’in “kendini savunma hakkı”na öncelik verir nitelikte. Beri yandan İslam ve Arap dünyasının da her zamanki gibi etkisiz olduğunu ve çeşitli farklı hesaplar nedeniyle İsrail’i durduracak güçten yoksun olduğunu söylemek gerek.
Bu tablo içinde AKP Hükümeti yakın dönemde tanık olduğumuz  üzre bu konuda en yüksek sesi çıkaran aktör konumunda. Ancak bu, etkili bir ses olamıyor. Bunun da çeşitli nedenleri var. Çok kabaca bahsedecek olursak  Suriye konusunda izlediği hatalı politika ve bölgedeki radikal İslamcı gruplarla içli dışlı hali, Türkiye’nin bölgede elini zayıflatan en önemli unsur. Buraya gelmeden, Mısır’daki darbe konusundaki ilkesel olarak  haklı ancak diplomatik açıdan fazla gösterişli (daha çok iç siyasete dönük) hamleleri de AKP ve Türkiye’yi denklemin dışında bırakmış görünüyor.
Tüm bunların ötesinde Türkiye esasen Ortadoğu-Batı arasında oluşmaya başlayan yeni denklemin farkına varmamış ya da varsa da tersine gitmeyi tercih etmiş görünüyor. Hüsranla sonuçlanan Arap baharı öncesinde oluşmaya başlayan ve İran-Batı ilişkilerinde ilk ipuçları görülen bu denklemde Türkiye neredeyse eski İran’ın poziyonuna kaymış ve “devrim” ihraç eden bir ülke imajı çizmeye başlamıştır.
Bunu belki şöyle tarif etmek mümkün. Yeni denklem, kabaca ideolojik açıdan güçlü İslamcı ögeler barındıran ülkelerin bölgeyi domine etmemesi, buna karşılık Batı ile Ortadoğu arasında yeni bir “modus vivendi” kurulmasına dayanıyor. Bunu elde edilmiş bir bilgiye dayanarak söylemiyorum. Gelişmeler ve bilhassa ABD’nin Obama döneminde izlediği çizgi bunu gösteriyor. İran’ın bunu görerek yeni denkleme daha kolay adapte olduğunu söyleyebiliriz. Şu örnek belki faydalı olabilir: Suriye ve Irak konusunda İran’ın savunmacı bir pozisyon almasına karşılık Türkiye’nin “saldırgan” konumunda olması, çok şeyi açıklıyor.
Bu tablonun daha doğrusu tarif etmeye çalıştığım denklemin hakkaniyetli, adil bir tablo olduğunu iddia edecek değilim elbette. Teker teker ülkeler bazında baktığımızda bu yeni denklemin işlemesi uğruna çok sayıda dram ve haksızlık yaşandığını görüyoruz. Ancak Rojava’da Kürtler’in yaşadığı sıkıntı, Musul’da Hıristiyanların göç etmek zorunda kalması, keza Suriye’deki Alevilerin ve Türkmenlerin yaşadığı dehşet  göz önüne alındığında Türkiye’nin atak ve “çıkıntılık” yapan çizgisinin de yeterince sorunlu olduğu görülüyor.
İsrail’in Filistin’de giriştiği insanlık dışı operasyona bu atmosfer içinde girdik, kısaca. Ancak buraya gelmeden şu notu da düşmekte fayda var. Dışta manzara bu iken içte de  zaman zaman Suriyeli göçmenlere de yönelen milliyetçi/linçci kabarışların günden güne yaygınlık kazandığını görmekte, bu kabarışın “dişine göre”, güçsüz bir topluluk gördüğü anda pratiğe döküleceğinden endişe etmekteydik.  İronik biçimde şu günlerde Türkiye’nin tek şansı,  böyle bir topluluğun artık ülkede kalmamış olması gibi görünmekte.

Dolayısıyla Yıldız Tilbe’nin Hitler’den övgüyle bahseden sözlerinin tekil bir örnek olmadığı, belli çevrelerde, toplumun derinliklerinde artık ciddiyetle koruşulan bir fikir olmaya başladığı zaten ortadaydı.  Bana göre Tilbe’nin yaptığı (hatası?) bu derinde akan karanlık nehri açığa vurmak olmuştur.
Tilbe’nin sözleriyle bir zembereğin boşaldığını söylemek herhalde yanlış olmaz. Yeni Akit gibi faşist gazetelerin Hitler hayranlığını açığa vurmalarından bahsetmiyorum elbette. Dalganın yavaş yavaş AKP sahillerine vurması da gayet anlamlıdır. “Cins” çıkışlarıyla bilinen AKP milletvekili Şamil Tayyar’ın “soyunuz kurusun, Hitler’iniz eksik olmasın” tweet’i, bu fikrin nerelerde konuşulduğunun da bir göstergesi aslında.
Bu tip durumlarda her zaman şöyle bir karşı argüman geliştirilir. İşte bunlar tekil ve uç örneklerdir. Bir parti ya da bir fikriyat/toplum için gösterge niteliğinde değildirler. İlk bakışta mantıklı görünen bu argüman aslında faşizmin yaygınlık kazandığının tersten de bir sağlamasıdır. Zira faşizm, ilk bakışta gayet uç  ve tehlikeli görünen fikirlerin hızla form değiştirerek ana akımdaki siyasal aktörler tarafından dillendirilmesidir. (Geçerken, ölçüsüz tepkilerin giderek “sağ”la sınırlı kalmadığını da hatırlatmak gerekir)
Dolayısıyla Yıldız Tilbe, Şamil Tayyar’a yönelik tepkilerin ardından  Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta sonu bir mitingde ağzından çıkıveren “Sabah akşam Hitler'e söverler barbarlıkta Hitler'i geçtiler. Amerikalıların bazıları, ‘Sayın Başbakan niye Hitler ile böyle bir benzetme yapıyor’ diyor. Size ne, sen Amerikasın, Hitler'den sana ne, ne alakan var?” sözleri geçiştirilecek gibi değildir.
Kağıt üzerinde Hitler’i ve Nazizmi eleştirir gibi görünen bu sözlerin, en üst makamdan Hitler örneğini/deneyimini dolaşıma sokmak anlamına geldiğini görmemiz gerekir. Bunun  ne kadar tehlikeli bir gelişme olduğunu söylememe bilmem gerek var mı?
Şöyle bitirelim. Türk sağının ta 1940’lardan bu yana Nazizm ile bir flörtü var. AKP’nin de kendine rehber bellediği dönemin sağcı düşünür ve politikacılarının bu konudaki tutumları arşivlerdedir. İsrail’in gaddarlığıyla mücadele etmek ne kadar önemliyse bu flörte artık bir son vermek de o kadar önemli.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder