Perşembe

Yurttan tek parti manzaraları..

(agos, 15 kasım 2013)

 AKP’nin yıllar içinde, mücadele ettiği şeye dönüştüğünü ne zamandır söylüyorum, söylüyoruz. Bunu derken en azından benim kastettiğim şudur: Evet AKP’nin kabaca 1925-1945 arası olarak alabileceğimiz CHP’nin tek parti iktidarına yönelik çoğu zaman haklı eleştirileri vardır. Gerçekten de o dönem sadece dindar muhafazakar kesime karşı değil, Kürtler, Dersimliler, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Süryaniler, solcular ve komünistlere yönelik de büyük hatta kimi zaman daha büyük bir baskının yaşandığı, hissedildiği dönemdir. (Bu saydıklarım üzerindeki baskıların tek parti iktidarı olmadığında ortadan kalktığını söylemek mümkün değil elbette) Yine bu dönem geçtiğimiz günlerde kaldırılan “andımız”da örneğini gördüğümüz gibi otoritenin tüm ülkeyi tek bir kimlik ve tek bir varoluş tarzına hapsettiği dönemdir.
Fakat bu döneme ne zaman biraz daha yakından baksak gördüğümüz detaylar, temalar vardır ki, şu yaşadığımız günlerde daha sık hatırlamaktayız. Şunlardır: kurucu, kader birliği yapmış ekibin zamanla dağılması, ekip içinden bir kişinin iktidarını sağlamlaştırması  gitgide otoriter eğilimler göstermesi, toplumun totaliter bir havayla  değiştirilmek, yeniden biçimlendirilmek istenmesi, kurucu ekipten birileri yavaş yavaş uzaklaş(tırıl)ırken, tek kişi figürünün artık yavaş yavaş netleşmesi, kişi tapıncının hatta güç tapıncının görünür hale gelmesi, bu tek adam sistemini benimseyenlerin basamakları hızla tırmanması, tek adamın etrafında yeni bir iktidar kliğinin şekillenmesi, bu iktidar kliğinin üyelerinin de en küçük bir hata ile birinci halkadan düşmesi, onun yerine tek adamı daha hırçınca ve daha sadık biçimde savunanların aniden birinci halkaya girmesi vs.. Ve elbette ülkedeki her idari tasarrufa  o tek adamın karar vermesi. Bunlar bilhassa tek parti döneminde  gördüğümüz, sık sık rastladığımız temalar, hikayelerdir.  Ve Türkiye’ye de özgü değillerdir. Tek adam sisteminin, hayranlığının bir “rejim”  haline geldiği ya da gelme emareleri gösterdiği tüm ülkelerde bu eğilimlere, bu gidişata rastlanır.
Mevcut durum, elbette ki bu tabloya tam olarak uymuyor. Öncelikle serbest bir seçim ortamından bahsediyoruz. Demokrasinin asgari şartlarına uyulduğu bir dönemdeyiz. Dolayısıyla birebir benzerlik kurmak elbette mümkün değil. Ancak bu tip “tek parti-tek adam” rejimlerinin meşruiyetini tartışılmaz, sorgulanmaz kavramlara dayandırdığını da aklımızdan çıkarmamalıyız.
Dolayısıyla mevcut durumda AKP’nin birçok uygulamasını “millet değerleri” gibi son derece muğlak ve isteyenin istediği biçimde eğip bükebileceğini bir meşruiyet kaynağına  dayandırması, önemlidir. Buna gerekçe olarak gösterilen seçim zaferleri, hayat daraltıcı politikalar için bir zemin sağlamaz aslına bakılırsa. Seçim zaferi, seçim zaferidir. Elbette ki kimi politikalar için partinin elini güçlendirir, ancak toplumun tümünün ahlaki değerlerini yeniden belirleme hakkını vermez. Hele ki bu yeniden belirlenecek ahlaki değerler için bir başka “tartışılmaz” kavrama, dine başvuruluyorsa, orada da büyük problemler var demektir.
Dolayısıyla topluma temel hakları zedeleyici bir politika ya da bir uygulama dayatırken “millet böyle istiyor” gibi muğlak bir kavrama ve gerekçeye başvurmak, seçimle işbaşına gelseniz bile baskıcı ve totaliter bir politikadır, seçim zaferi bu politikanın gerekçesi değildir ve olamaz.
Ve şunu da ilave etmek gerekir ki “millet böyle istiyor” “millet ne derse o olur” “istikametimizi millet belirler” gibi argümanlar, totalitarizme meyleden siyasetlerin ve siyasi figürlerin çok sık başvurduğu kavramlardır. Toplumu bütünüyle dönüştürmek isteyen tüm politik aktörler, muğlak, her şeyin ve herkesin içine sığabileceği büyük argümanlar ileri sürmekten geri durmazlar. “Millet” diye tek bir kişiden bahsetmek, işlerine gelir. Çünkü bu tek kişi, farklılıkların törpülendiği, yokolduğu bir kişidir.
Koca bir toplum, “millet” denen tek bir kişinin özlemlerine, ihtiraslarına, savrukluklarına indirgenir. Ve gitgide o muhayyel “millet” ile tek adam/lider/parti yer değiştirir. Artık lider millet olmuştur, millet de, lider. (Mesela tam da bu çerçevede “millet” argümanının MHP’deki kullanımına bakılabilir) Bu, sözkonusu politik aktörün topluma nasıl baktığının en bariz göstergesidir. Şu sözler mesela Başbakan Erdoğan’ın salı günkü grup toplantısı konuşmasından:
“Milletin çirkin gördüğünü siyasi parti olarak biz de çirkin görürüz. Kötü gördüğünü kötü görürüz. Anayasa ve yasa çerçevesinde milletin bize verdiği yetkiyi kullanır, ne gerekiyorsa onu yaparız. Eğer parti olarak bir şeyi kötü görüyorsak bununla mücadele ederiz.
Biz bir şey söyledik. Bize sadece ve sadece millet istikamet çizer. Bizim rotamızı sadece millet belirler dedik..”
Halihazırda AKP’nin “karışık öğrenci evleri” de dahil olmak üzere toplumun günlük hayatına ve ahlaki değerlerine yönelik tüm müdahalelerine işte bu açıdan da bakabiliriz. Muhayyel bir “millet” adına toplumun günlük hayatını düzenleme yetkisini, özel hayatına müdahale yetkisini kendinde görmektedir lider ve partisi. Ve ilginç bir şekilde kurucu kadrodan eleştiriler gelmekte, çatlaklar, görüş ayrılıkları, devlete/partiye bağlı medya vasıtasıyla yaşanmakta, sonra yine aynı medya vasıtasıyla boğulmakta, bu çatlağın ne şekilde işleneceği devlet-parti tarafından diğer medya organlarına “tavsiye”  edilmekte, medyanın çoğunluğu da bu çerçeveye uymaktadır.
Arınç vakası ve öğrenci evleri meselesi nasıl sonuçlanır bilemeyiz. Bir ihtimal Arınç ile Erdoğan yine el ele pozlar verebilir, öğrenci evleri meselesi de buna benzer başka meseleler gibi aniden rafa kaldırılabilir. AKP’nin özelliklerinden biri de budur. Ancak totaliter eğilimler de gösteren bir tek adam rejiminin, oy destekli de olsa artık önümüzde belirginleştiğini, bu rejimin her geçen gün Türkiye’nin gündemini daha fazla  belirlediğini görüyoruz. Bu tabloya ülkedeki kadim otoriter devlet geleneğini tazeleyen “Valimizi yedirmeyiz” beyanatını da ekleyebilirsiniz. Yazının başına dönersek, evet, AKP’nin ne zamandır mücadele ettiği şeye dönüştüğünü söylemek mümkün. Hayatta ve siyasette var böyle bir şey. Dikkatli olmak lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder