Perşembe

Sözün şiddeti, Erdoğan ve Ahmet Kaya

(agos, 22 kasım 2013)

Başbakan Erdoğan’in siyasi mugalata için feda etmeyeceği kavram ve kişi olmadığını biliyoruz artık herhalde. Yaşadığı sürece peşini bırakmayacak olan “Her kürtaj bir Uludere’dir” sözlerini, hem kürtaj hem de Roboski katliamı ile ilgili eleştirilerden kurtulmak için bir çırpıda söyleyivermişti. Bu sözün siyasi açıdan sakıncaları, yanlışlığı üzerinde bol bol duruldu. Ama aslına bakarsanız şu açıdan pek durulmadı: bu sözün içerdiği şiddet ve hoyratlık. Evet sözle de şiddet yaratabilirsiniz. Hemen aklınız ceza yasasındaki o meşhur  “terörü, şiddet eylemlerini övmek” fiiline gitmesin. Sözün fiziki bir şiddete yol açmadan, kendi başına, kendi haliyle içerdiği şiddetten, gaddarlıktan bahsediyorum. Siyasi münazarada pozisyon almak için –bu örnekte de görüldüğü gibi- mağdurların ve madunların nasıl da bir kalemde harcandığından, hiçleştirildiğinden bahsediyorum. O sözün en irkiltici yanı şuydu: Erdoğan için aslında kürtaj yapan kadınlar da, Roboski’de ölenler de birer hiçtiler. Kolaylıkla bir münazara için harcanabilirlerdi. Harcandılar da. Ki zaten Roboski’de ölenlerin ailelerinden hala bir özür dilenmemiştir.
İçinde bulunduğumuz hafta buna benzer bir sözlü şiddet eylemine tanık olduk. Duymamış olamazsınız. Irak Kürdistanı Başkanı Barzani ve şarkıcı Şivan Perwer’in katıldığı Diyarbakır gezisi ile ilgili eleştirileri yanıtlayan Erdoğan sözü Ahmet Kaya’ya getirdi. Ki bilindiği gibi Diyarbakır’daki kürsü konuşmalarında Kaya da anılmıştı. 1999 yılında Kürtçe şarkı söyleyeceği ve klip çekeceğini açıkladığı için neredeyse bir linç girişimine maruz kalan Ahmet Kaya’nın yaşadığı o geceye gitti Erdoğan. Ve dedi ki “Gezi’de bize saldıranlar kimse o gece Ahmet Kaya’ya saldıranlar da onlardı..” Hızını  alamadı ve devam etti. “Şimdi diyorlar ki ben o sırada  tuvaletteydim, dışarıdaydım. Ulan hepiniz oradaydınız. Kamera kayıtlarında görüyoruz. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Hepinizi mumu söndü..”
Erdoğan kimlerin mumunu söndürdü bilinmez ama her ne biliyorsa yanlış bildiği açık. İki ihtimal var burada önümüzde. Kamera kayıtlarını filan izlememişti. Gezi’ye hangi sanatçıların katıldığını biliyordu belki ama bu iki grup arasında epeyce bir mesafe olduğundan haberi bile yoktu. Böyle bir algısı da yoktu. Danışmanları yanıltmış olabilirdi Erdoğan’ı. Bu bir ihtimal. Ya da daha güçlü ihtimal olarak şu söylenebilir. Ne olduğunu baştan beri biliyordu. Ama yalan söyleme yolunu tercih etmişti. Bilinçli olarak. Çünkü şu söylediği ile –yine- birkaç şeyi birden yapmış oluyordu.

-“Gezi’de bize saldırdılar” diyerek devleti birdenbire masum küçük bir çocuk haline getiriyordu. 6 kişiyi öldüren, bir çocuğun aylardır uyumasına sebep olan,  onlarca kişiyi gözünden, başından, yüzlerce kişiyi de fiziksel olarak vücudundan yaralayan devlet değilmiş gibi. Kontrol ettiği ve  kendine bağlı medya sayesinde onlarca kişiyi hedef haline getiren bu devlet değilmiş gibi. Cami vakasında gördüğümüz gibi göz göre göre, defalarca yalan  söyleyen kendisi değilmiş gibi. Doğruyu söylemekten başka bir şey yapmayan müezzin ve imamı süren, bu devlet değilmiş gibi. Ama ne oldu? Gezi’de bize saldıranlar. Bir protesto dalgasını “bize saldıranlar” olarak algılıyor/sunuyor hala bu devlet ve hükümet. Bu ilk mesele.
-Ahmet Kaya’ya o gece yapılanların kamuoyu vicdanında mahkum olduğu ortadadır.  Ve bu ne zamandır böyledir. Bu geniş kamuoyu vicdanından faydalarak Gezi  protestolarını bir de bu zeminde mahkum etmek istiyor. Burada açık bir küçük hesap, bir kurnazlık var. Çiğ biçimde sırıtıyor. Gezi ile hala hesabı kapanmamış. Her fırsatta Gezi’yi mahkum etmek istiyor. Yalan da olsa her fırsatı kullanmak istiyor. Zaten yalanla başlamıştı bu işe. Devam etmekte hiçbir beis yok. Yeter ki Gezi’ye bir de buradan vurayım, yalan olduğunun ortaya çıkması önemli değil diyor. Gezi’ye bakışın ne kadar çarpık bir hal aldığını bir de buradan anlayabiliriz.
-Ahmet Kaya’yı da gerekirse alet ederim buna diyor. Şimdi: sahnede performansa önem veriyor Erdoğan. 12 Eylül referandumu öncesindeki kampanyalardan beri biliyoruz bunu. Bu performansları evet kimi zaman milliyetçi-ulusalcı faşist güruhun mahkum ettiği isimlerin, kavramların bir nevi itibarlarının iade edilmesine yarıyor ama peşinden öyle bir söz söylüyor, öyle bir hareket yapıyor ki, o ana kadar yaptıklarında her kimi konu etmişse, onu araçsallaştırdığını anlıyoruz. Şu denebilir: onu yaparken de samimi, bunu yaparken de. Evet bu da  bir ihtimaldir ama bence bunlar daha çok, Erdoğan tarzı siyasetin taktikleri, formülleridir.
İktidarını uzun yıllar boyunca sağın olduğu kadar sol ve Kürt hareketinin mağdur olduğu konularını da gündeme taşıyarak meşrulaştırmasını bildi Erdoğan. Bunu yaparken solun ve Kürtlerin yaşadığı acılara ve mağduriyetlere kulak kabartan, aynı otoritenin hem dindarları hem de solcuları ve Kürtleri ezdiğini gören İslami entelektüel kesimden beslendi. Onların birikiminden faydalandı. O kesimle rezonansta kalarak AKP iktidarını kimi solcuların, liberallerin ve Kürtlerin de temelde destek verdiği bir iktidar haline getirdi. Hatta TSK’yı da –eh, biraz da- böyle mağlup etti.
Ve elbette aynı rezonansta kalarak çözüm sürecinde buraya kadar geldi. Aynı rezonansta kalarak Şivan  Perwer’i ağırladı. Sol ve Kürt siyaseti de elbette AKP’ye bir DYP-klasik merkez sağ gibi bakmazken, dindarların da aynı otorite tarafından budandığını hesaba katarak bu  perspektifi geliştirdi.
Ancak son birkaç yıldır Erdoğan’ın bu kaynağı bir “araç” olarak kullandığı yönündeki ipuçları, emareler, hem de hayli çiğ örneklerle artmaktadır. “Ulan”lı, “be”li konuşmalar çoğalmaktadır. Bu bence biraz şunu da gösteriyor. Sol ve Kürt muhalefeti, mağduriyetlerini bildiği için alışkın olduğu, mücadele ederken rahat ettiği bir muhalefetti. Gezi ise bildiği, o bahsettiğim rezonanstan faydalanacağı bir muhalefet değil. Ne olduğunu hala bilmiyor. Ve en önemlisi sol ve Kürt muhalefeti, aynı dindarlar gibi eski devletten çekmişlerdi. Her sıkıştığında bu zeminde yeniden argüman kurabiliyordu Erdoğan. Gezi muhalefetinin maruz kaldığı otorite ise, bizzat kendi kurduğu devlettir. Bu yalpalamalar, kontrolden çıkmalar ondan. Bilmediği bir alanda, “otorite”nin kendisi olduğu bir alanda bu kadar, bu çapta siyaset yapabiliyor demek ki Erdoğan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder