Pazartesi

1071 nesli ve Mustafa Kemal’in yurttaşları..


(agos, 21 aralık 2012)

Yine bereketli bir hafta geçirdik, Türkiye’deki iki büyük kampın topluma bakış tasarımları açısından. Öncelikle: Erdoğan’ın 1071 vizyonu tekrar sahneye çıktı. Üstelik daha pratik bir vizyon kazandı: evlenmek suretiyle. Çoğalın dedi gençlere Erdoğan:
“İnşallah tarihimizin, o Anadolu yürüyüşünün başladığı andan bugüne ve 2071’e yani 1000. yıl dönümüne Allah’ın izniyle o zaman Türkiye işte Selçuklu’daki, Osmanlı’daki o ulaştığı dereceye yeniden ulaşacak. Gelişmiş ülkeler küresel finans krizini ağır şekilde yaşarken biz Türkiye olarak istikrarlı şekilde yürümeye devam ediyoruz. Bizler 2071’i göremeyebiliriz. Gençler sizlere sesleniyorum, özellikle de bekar olanlarınıza sesleniyorum. Evleneceksiniz, inşallah 1071’in neslini siz yetiştireceksiniz..”
1071 vizyonu ilk ortaya atıldığında bu sütunlarda şöyle demiştim: “Bu stratejide Anadolu’nun diğer kadim halklarına ve onların kültürlerine, dinlerine yer yoktur. Açık konuşalım, Ermeniler’e yer yoktur.(...) Sadece Kürt sorunu bahsinde değil, 2015’e doğru da AKP’nin vizyonu, fetih/ işgal atmosferini canlı tutmak, kadim halkların haklarına, mirasına, kültürüne yer vermemek, onları bu toprakların eşit birer vatandaşı değil, bir sığıntı saymaktır.”
Bu mantık aynen devam  ediyor, bunu görüyoruz. Üstelik altı kalınca çizilerek, “Türkiye Selçuklu’daki Osmanlı’daki dereceye yeniden ulaşacak” denilerek devam ediyor. Çevresine, komşusuna böyle bakan, Selçuklu’nun, Osmanlı’nın egemen, hakim pozisyonundan bakan bir nesil yetiştirme amacıyla devam ediyor. Böyle yetişecek bir neslin Alevilerle, Kürtlerle, Ermenilerle, Süryanilerle barış, kardeşlik ve en önemlisi “eşitlik” içinde yaşamasını bekleyebilir miyiz? Ve elbette ki AKP’nin gelecek vizyonu buysa, bugünkü vizyonu nedir dersiniz? Bu sözler AKP’nin bugüne dair vizyonunu da açık seçik ortaya koymuyor mu? “Bunlar popülist nutuklardır, ciddiye almamak gerekir” diyenler çıkacaktır muhtemelen. Pek öyle değil. Bu bakış açısı, Türkiye’deki Türk/Sünni çoğunluğun, yakın tarihte azınlıklara, diğer etnik mezhepsel gruplara yapılanlarla yüzleşeceği bir bakış açısı değildir. Tam tersine bu yapılanları, çoğunluğun ezici gücüyle, gür sesiyle boğmak, unutturmak isteyen, önemsemeyen, bu yapılanlarla yüzleşmek bir yana, meşrulaştıran, hak gören bir bakış açısıdır.
İlginç bir çıkış da CHP’den geldi. Biliyorsunuz birçok toplumsal gösteride CHP’liler “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı atmaktalar. Hayli militer ve bu sefer de Kemalizmin ve Türkiye’nin klasik baskıcı/boğucu resmi görüşünün yeniden üretilmesini doğuran bir slogandı bu. Bu durumdan CHP yönetimi bile rahatsız olmuş olacak ki, parti içinden gelen bir öneri dikkate alındı ve bundan sonra gösterilerde “Mustafa Kemal’in yurttaşlarıyız” denilmesi gündemde. Hatta bunun için atkılar filan üretilmiş. CHP, aklınca böylece sivilleşmiş oluyor.  Bu da geçmişte yaşamanın pozitivist versiyonu oluyor diyebiliriz. Şöyle ki: AKP’nin temsil ettiği dindar muhafazakar cephe nasıl ki, Selçuklu, Osmanlı altın çağıyla, -ki sahte, mamul bir altın çağdır bu, her “altın çağ” gibi- hayali bir tasarım sunuyor, işin aslı orada yaşıyorsa, kendini pozitivizmin-modernizmin-ilericiliğin temsilcisi olarak gören/sunan CHP de aynı şekilde bir başka altın çağa gönderme yapıyor, o tasarımla tabanını diri tutmayı düşünüyor ve yine işin aslı orada yaşıyor.

Bunları yapanlar tek tek bireyler olsa, psikolojik olarak bir analiz yapabilirdik. Zira geçmişte yaşamak, biliyorsunuz, bugünle başa çıkamamanın, sorunları reddetmenin ya da o gücü kendinde bulamamanın sonuçlarından biridir. Yine de benzer bir tahlil yapabiliriz sanıyorum. Gerek dindar muhafazakar cephe, gerekse Kemalist/modernleşmeci cephe, bugünle başa çıkamadığını, gücünün, donanımının bugüne yetmediğini ilan ediyor böylece. Ve daha önemlisi bugünü doğru  bir biçimde anlayamadığını, anlamak istemediğini, bugün başa çıkamadığı sorunların geçmişte kendi yaptığı hatalardan kaynaklandığını göremiyor.
Kürt sorununu anla(ya)mayan, 1915 ile, devletin Güneydoğu’da yaptıkları  ile yüzleşemeyen, yüzleşmeyi reddenen bir psikoloji yönetiyor  Türkiye’yi her iki cephede de. Dindar muhafazakar cepheden de Kemalist/modernleşmeci cepheden de en azında bugünlerde beklediğimiz şu oysa: Roboski’de ne oldu?  Hrant davası ne olacak?  İki  davada da sistemi koruyan, kollayan zihniyet nedir? Alpaslan ile Mustafa Kemal mi gelip çözecek bunları? İyi ama sorunun çözümü gibi gördükleriniz, sorunun kaynağı olmasın sakın..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder