Cuma

Muhafazakar kapitalizmin Taksim hamlesi..


(agos, 23 kasım 2012)

Taksim Meydanı’nın başına gelenleri biliyor olmalısınız. Meydan yeniden düzenleniyor, bunun için kazılar başladı ve bu yüzden Taksim’e neredeyse girilemiyor. Fakat tahta perdelerle çevrili mevcut/geçici durum öylesine manidar oldu ki, AKP’nin kafasındaki Taksim planıyla neredeyse birebir örtüştü. Elbette bu kısmı espri ama düşününce fiziki değilse bile hayali olarak böyle bir duvarla karşılaşırsak şaşırmayalım, her şey bittiğinde..
AKP  ve İstanbul Belediyesi’nin bize söylediği, meydana bir çeki düzen verilmesi, yayalara açılması, büyük ölçüde trafiğe kapanması, keşmekeşe bir son verilmesi ve Gezi Parkı’nın yerine de eski Taksim Kışlası’nın yeniden inşa edilmesi. Hızlı hızlı okuyunca mesele yok gibi görünüyor. Ancak, meydanın yayalara açılması ve bölgenin tek yeşil alanı olan Gezi Parkı’nın yerine devasa bir kışlanın inşa edilecek olmasını hesaba kattığımızda yeni bir beton denizi ile karşı karşıya kalacağımızı anlamak zor değil. Üstelik bu operasyon sadece Taksim Meydanı ile de sınırlı değil. Harbiye-Elmadağ civarında bir tünel inşa edilecek, Taksim civarına giden araçlar bu büyük tünele girecek ve Tarlabaşı tarafında inşa edilecek yine büyük bir tünelden çıkacak. Böylece araçlar Taksim’den geçmemiş olacaklar ama bu, İstanbul’un nadir ağaçlıklı  ve geniş bulvarlarından biri olan Elmadağ Cumhuriyet Caddesi’nde büyük bir “yırtılmaya” neden olacak. Artık Elmadağ’daki o ağaçlıklı yürüyüş yolunun yerinde tünelli bir otoban düşünebilirsiniz. Bunların aynısı Tarlabaşı için de geçerli diyeceğim ama Bedrettin Dalan zaten burayı bir otoban gibi tasarlamış ve ilk yırtılmayı gerçekleştirmişti. Özetle iş Taksim ile sınırlı değil. Hatta son anda Belediye vazgeçmeseydi Gümüşsuyu ve Sıraselviler’e de bu iki dev tünelden yapılacaktı, neyse ki bu kadarına kalkışmadılar.
Peki bu basit bir belediyecilik hamlesi mi? Pek öyle diyemeyiz. Bilhassa İstanbul tarihindeki tüm imar hamleleri, teknik bir gereklilik gibi görünmekle birlikte bir ideolojinin ürünüdür. Taksim gezisi ve civarı (Spor ve Sergi Sarayı, Açıkhava tiyatrosu vs) Tek Parti/CHP dönemindeki (Fransız H. Prost’un damgasını vurduğu) daha dengeli bir kentleşme mantığının ürünüydü. Bu dönemde de tarihi eser tahribatı olmuştur ancak Tarihi Yarımada’ya kat yasağı da yine bu dönemde gelmiştir. Vatan ve Millet caddelerin açılması, buradaki tarihi yapılara verilen muazzam tahribat ise Demokrat Parti ve onun zihniyetinin ürünüydü. Bizzat Adnan Menderes eliyle yütürülen imar hareketinin, DP ideolojisinden bağımsız olduğunu düşünebilir miyiz? Kapitalist bir kalkınma modeli ile hareket eden DP için elbette ki önemli olan, otomobilleşme, otobanlaşma idi. İstanbul’un tarihi dokusu, pekala ihmal edilebilirdi. Sonuçta tarihi bir ironi meydana geldi ve İstanbul’un bilhassa Osmanlı döneminden kalma nadide tarihi binalarına en büyük zararı “muhafazakar” Demokrat Parti iktidarı  verdi. Bu, aslına bakılırsa normaldi, zira hedef az önce de dediğim gibi kapitalist bir kalkınma modeliydi ve bu modelde kentler, kesintisiz, hızlı bir çalışma, üretme sistemine göre dizayn edilir. Tarihi dokuya ve insanın kentle bütünlüklü, uyumlu bir biçimde yaşamasına izin yoktur. İnsanın doğal (kapitalizm öncesi) ritmiyle uyum gösteren her yerleşim bölgesi yıkılır, düzlenir, sonra yeniden bu eski ritmin tamamen dışında, insanın kendini zayıf, kente karşı yenik, küçük hissedeceği şekilde yapılır. Gökdelenlerin mesela, bir işlevi de budur. Kent, bir ideolojidir nihayetinde ve modernizmle, kapitalizmle, onun insanı dönüştürdüğü hal ile yakından ilgilidir.

Sonraki en büyük imar hareketi Bedrettin Dalan’ınkiydi. Tarlabaşı’ndaki tarihi dokuyu yerle bir eden bu hareketle bölgenin ortasına neredeyse bir otoban inşa edildi.  Yaşı yetenler Tarlabaşı’nın eski halini hatırlayacaktır. Beyoğlu’nun aslında devamı gibi sayılan, bölgenin  sivil mimari tarihi açısından çok sayıda bina barındıran bir dokusu vardı Tarlabaşı’nın. Dümdüz edildi. “Kötü mü oldu, yol açıldı” diyenler olacaktır muhtemelen ama kent dokusunu böylesine yırtmayan, metro ve tramvay gibi enstrümanları da işini içine sokan bir formül bulunabilirdi. Hayır, bulunmadı. Neden? Çünkü ANAP dönemiydi, yeni bir kapitalist kalkınma modeli içine girmiştik. Otomobillerin hızlı ve sorunsuz yol alması çok önemliydi, kimsenin tarihi eser, kent dokusu filan dinleyecek hali yoktu.
Dolayısıyla geldik kentsel dönüşüme. Taksim’ı yalnız başına düşünmeyelim. AKP tüm İstanbul’u baştan tasarlıyor. Kent merkezinde kalan ama artık sermayenin giremediği semtleri yıkıyor (Tarlabaşı vs) yeniden inşa ediyor. Ancak bu yeniden inşa sonrasında değerlenecek ve zaten sermayenin şimdiden gözünü diktiği evlere, eski sakinlerinin tekrar sahip olması herhalde zor olacak. Dolayısıyla bölge el değiştirecek. Ve böyle bir bölgeye sürekli miting yapılan, kentin  o karmaşık yapısının  aslında yansıması olan  bir Taksim Meydanı eşlik edemezdi herhalde. Meydan düzleniyor, steril hale getiriliyor, yayalaşma adı altında, insandan arındırılıyor, Kışla adı altında (muhtemelen) bir alışveriş merkezi inşa ediliyor ve yeni sermayenin beğenisine sunuluyor. Olan budur.
Cumartesi Anneleri 400. kez meydanda
Bilhassa 1990’larda hız kazanan “gözaltında kayıp” vakalarından sonra, çocuklarından haber alamayan anneler İHD’nin de öncülüğüyle 1995’ten itibaren Galatasaray Meydanı’nde her cumartesi biraraya gelmeye başladılar. Devletin bir cevap vermesini, hiç olmazsa çocuklarının kemiklerini, gömüldüğü yeri bilmek istiyorlardı. Çok zorluk çektiler, devletin sert yüzüyle sık sık karşı karşıya kaldılar. Ama yılmadılar. Ve hala cevap bekliyorlar, Bu hafta 400.  kez biraraya gelecekler. Elinizde kırmızı bir karanfille sizi de bekliyorlar. Saat 12’de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder