Cuma

Camiler ve heykeller üzerinden, egemenlik mücadelesi..


(agos, 13 temmuz 2012)


Başbakan  Erdoğan’ın ısrarıyla Çamlıca’ya cami yapılacak gibi görünüyor. İslam ve dünyevi iktidar konu başlığında kaydadeğer bir gelişme olacak şüphesiz. Genel kanı, Türkiye’nin son on yılına damgasını vuran AKP’nin, İstanbul’un en görünür yerine gösterişli bir cami yaparak bu kudretli dönemi taçlandırmak istediği yönündedir. Fakat ilginç olan, bu hamlenin laik kesim kadar dindar kesimde de tartışma yaratmış olması.
Siyasal değil de,  kültürel İslam’ın sözcüleri Müslümanlığın tevazuyla ilişkisini öne çıkararak, bu çapta, hele kudretli Osmanlı İmparatorlarının yaptıklarını da geride bırakma iddiasında olan devasa bir cami yapılmasının, geleneklere uymayacağını söylemekteler. Keza İslami açıdan da (“insanın olmadığı yere cami yapılması”) mahzurlu olduğu öne sürenler az değil.  Fakat anlaşılıyor ki, bu kesimin sesi çıksa ve azımsanmayacak bir etki alanına sahip olsa dahi, ”siyasal İslam”, içeriden gelen bu eleştirileri dikkate almayacak.  Şaşırtıcı değil. Zira siyasal İslam böyle davranır. Çünkü o dünyada  İslam ve iktidar;  iktidarın/otoritenin dayatılması, temaşa edilmesi, içiçe geçer. Zaten  Emevi döneminden itibaren halifeler ve imparatorlar da İslam’ın o ilk yıllarındaki  mütevazi iklimin düsturuyla değil,  aynı zamanda dünyevi iktidarlarının ihtişamını da sergilemek için o anıtsal camileri yaptırmışlardı. Dolayısıyla yer seçimi (çevreye, İstanbul silüetine etkileri) bir yana bırakılırsa, -ki bunlar aslında önemlidir- Erdoğan’ın yaptığının siyasal İslam geleneği içinde yeri vardır.
Bu vesileyle Türkiye’nin cumhuriyet tarihine damgasına vuran “Atatürk heykeli-cami” gerilimine bir göz atabiliriz. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte başlayan ve hala süren bir gerilimdir bu. Laik-elit cephe, lüzumundan fazla yere heykel dikerek ve lüzumundan fazla yere/meydana/caddeye/tesise/üniversiteye/komplekse Atatürk ismini –neredeyse bir takıntı halinde- vererek bir şey söylemeye çalışıyordu elbette. Diyordu ki “Bu ülkenin yeni toplumsal-meşru değeri budur”. Şunu kastetmekteydi  cumhuriyet otoritesi: Her toplumda,  -genellikle tabii- herkesin kabul edeceği benimseyeceği bir değer/değerler olur. Kimi toplumlarda bu dindir, İslamdır, kimi toplumlarda mesela Hıristiyanlıktır, kimi toplumlarda bu bilim bile olabilir. Kimi toplumlar kendilerini demokrasinin beşiği olarak görebilirler. Bizim değerimiz bugüne kadar Osmanlılık ve İslam’dı. Artık değil. Yeni bir emirle pozitivizme geçiyoruz, isteseniz de istemesiniz de. Simgemiz de Atatürk’tür. Gerekirse bu simgeyi bir iktidar/otorite göstergesi olarak da kullanabiliriz.

Tekrar araya gireyim, cumhuriyet otoritesi elbette ki bu cins sosyolojik bir analiz yapmadı. Ben biraz bu mantığı tercüme ediyorum. Ancak verilmek istenen mesajda herhalde mutabıkız. Neyse, hal böyle olunca toplumun genişçe bir kesimi kendilerine sorulmadan gündelik İslam’ın kamusal hayattan kazındığını gördüler. Ve heykeller –onlar için- aslında bu kazınmanın simgesi haline geldi. Eşzamanlı olarak, ülkede çoğunluk olmasa da genişçe bir hakimiyet kazanan cumhuriyet eliti ve laik kesim için de bu heykeller, neredeyse dindarların işgali altındaki ülkede her geri alınan yere dikilen bir bayrak işlevi gördüler. Cumhuriyet otoritesinin ve onun sözcülerinin yanısıra cumhuriyeti benimsemiş sıradan insanların da şevkle ve ısrarla –kendiliğinden- Atatürk heykeli yapması, bu heykelleri takıntılı biçimde sahiplenmesi, her yere Atatürk resmi asmasının altında esasen bu “işgali kırma ve ülkeyi geri alma” mantığı vardır.
Bu mantığın tıpatıp tersinin dindar kesimde de oluştuğunu düşünebiliriz. Bu süreçte siyasal İslam cephesinde de camiler “Kemalist otoritenin işgaline karşı” yürütülen harekatın simgesi haline gelmiş, kimi zaman gereğinden fazla ve gösterişli camiler yapmak suretiyle “işgalden kurtarılan” bölgelere bir nevi bayrak dikilmiştir. Yine aynı şekilde bu eğilim sadece siyasal İslam’ın sözcüleri ya da etkisindeki kesimlerce sınırlı kalmamış, kendi halindeki dindarlar da teneke minareli, kırık dökük, zarafetten hayli yoksun camiler yaparak bir nevi –meseleyi siyasi düzlemde böyle koymasalar da- bu yarışın içinde yer almışlardır.
Dolayısıyla Türkiye’nin tarihi, aslına bakarsanız biraz da Atatürk heykellerini ve camilerini yarıştıran iki büyük blokun/cephenin mücadele tarihidir. Ve halihazırda siyasal İslam’ın kazandığı net üstünlük, bu gerilime yeni bir merhale kazandırmıştır. Peki ne olacak? Böyle mi gidecek bu iş? Zor mevzu, aslına bakarsanız. Şunu herhalde söylemek mümkün. Mesele, Türkiye’nin toplumca benimsenen meşru/kamusal bir değeri olmayışı, herhalde. Bu, eskiden (ulus-devlet bu topraklara girmeden önce) siyasal olmayan bir dindarlıktı. Ve yansımasını kamusal alanda rahatlıkla buluyordu. Bu meşruiyet elbette ki Sünni-Türk formülü dışında kalanları kapsamıyordu, ancak onları sert biçimde baskılamıyordu da.  Ulus-devlet sonrası olanları biliyorsunuz zaten.  Etnik/mezhepsel temizlikleri ve dışlamaları bu yazının konusu olmadığı için buraya almıyorum. Ancak dindarlığın kamusal alandan kazınması ve yerine bir yeni bir otorite simgesinin dayatılması, problemin kaynağı gibi görülüyor. Bunu derken günümüzdeki haliyle siyasal İslam’ın baskılayıcılığına hak veriyor değilim elbette.  Sadece meselenin tarifine çalıştım. Günümüzde durum büyük oranda  bu gerilimin izlerini taşımakla birlikte asli olarak AKP’nin; günümüz Türkiyesi’nin çok parçalı-farklı meşruiyet değerlerine sahip yapısına hiç uymayan “tekleştirici-kapsayıcı-dayatıcı” karakterinden kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla şimdi yeni bir meselemiz var. Üniversite kampüslerine cami kuran iktidar, Alevilerin “TBMM’ye cemevi kurulsun” talebine karşı, iktidarın emrindeki Diyanet’in fetvasıyla Aleviliği yok saymakta, Türkiye’nin çok parçalı yapısına karşı, (aynı bir zamanlar cumhuriyet otoritesinin yaptığı gibi) tek bir modeli ve yorumu dayatmaktadır. Ve –Diyanet yoluyla- İslami yorumu da tekeline almasıyla, siyasal iktidar ile İslami iktidarı içiçe geçirmekte, buradan sorgulanmaz, yeni bir otorite geliştirmektedir. AKP’nin artık herhalde anlaması gereken tek bir meşruiyet kaynağının Türkiye’ye hayli dar geleceği ve bunun yeni –ve daha kritik- gerilimler yaratacağıdır.


3 yorum:

  1. Bence de harika tespit, simgesel değeri yüksek zıt kutuplar üzerinden böyle bir mücadele veriliyor olması (hem de 21. yüzyılda!) üzücü - biz neden çok boyutlu düşünemiyoruz, neden çoğul simgelerin bir arada bulunduğu bir kültürel atmosferi içimize sindiremiyoruz sorularını getiriyor akla... Dinin bir gösteriye (spectacle) dönüştürülmesi de ayrıca rahatsızlık verici...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence bütün sorun İslamın Araplar gibi yorumlanmasında..

      Sil