Salı

Yeni anayasa: evet ama nasıl?

(agos, 6 nisan 2012)

Güncel gelişmelerin araya girmesiyle yeni anayasa tartışmaları geride kalmış gibi görünse de gerek azınlıklar, gerekse merkez siyaset cephelerinde yeni anayasa çalışmalarının sürdüğünü biliyoruz.  Hükümet çevreleri ve AKP medyası  “hep birlikte demokratik anayasa yapıyoruz” havasını korumak için ellerinden geleni yaparken, muhalif ve tarafsız çevreler de AKP’nin siyasi ihtiraslarını akılda tutmak kaydıyla çalışmalara katkı vermeye, en azından katkı çağrılarını cevapsız bırakmamaya  çabalamaktalar. 
Bu grubun ana bileşenlerini Kürtler,  Aleviler, Çerkes/Laz gibi çeşitli etnik gruplar  ve devletin “azınlık” olarak tanımladığı cemaatler olarak tanımlayabiliriz. Belki ayrıca geleneksel devlet  otoritesinin/erkek-çoğunluk tahakkümünün bugüne kadar ezdiği, dışladığı her tür cins, grup ve inanış da  (kadınlar, kadın hareketleri, eşcinseller) bu cepheye eklenebilir.  Yeni anayasa çalışmalarına –hayli- ihtiyatlı bir iyimserlikle bakan cephedir bu. Bu cephenin tek bir görüşü savunmadığını biliyoruz, renkli , çeşitli fikirler var. Keza siyasal  Kürt hareketinde de muhtemelen kendini bu grupta değil de, “TC” ile teketek pazarlığa oturan bir pozisyonda görmek isteyenler vardır, olacaktır. Fakat kendi aralarındaki görüş farklılıkları ne olursa bu cephenin asgari olarak birleştiği ilke, muhtemelen bugüne kadar devlete hakim tonunu veren “Sünni-Türk” vurgunun yeni anayasada hayli azaltılması/revize edilmesi olacaktır Gayet de makul bir talep. 

Fakat eğitim yasası konusunda olup bitenler, bilemiyorum, bu konuda umutlu olmak için bize imkan veriyor mu? 4+4+4 yasasında tartışılacak sayısız konu var, onlara tekrar girmeyeceğim ama yasanın yapılış biçimi ve son anda eklenen yenilikler, içerikten de bağımsız olarak üzerinde durulması gereken ilkesel bir durum arzediyor.
Gereğince tartışılmadan hayata geçirilmiş bir yasadan bahsediyoruz. AKP’nin asli argümanı 28 Şubat darbesiyle getirilmiş bir uygulamadan kurtulmak, şeklinde. Doğrudur, bu 8 yıl kesintisiz eğitim meselesi o vakit zorla uygulanmıştı.  Koşullar kıyaslanamaz elbette ama AKP’nin de konuyu paldır küldür gündeme getirip, neredeyse kamuoyunda tartışılmasına hiç izin vermeden, TBMM’yi de olağan dışı bir hızla çalıştırarak hemen seneye başlayacak şekilde yasalaştırması pek demokratik görünmüyor. Bu bir. 
İkinci olarak, karşımıza bir “milli irade” argümanı çıkıyor. “Yüzde 50’nin üzerinde oy almış bir parti olarak milletimizin talebini yerine getirdik” dendiği anda, tartışma başka bir açıdan da baştan kesilmiş oluyor. Bu argüman da pürüzsüz değil..  Bir kere bu tür bir uygulama, insanların tümünün hayatını etkileyen, hayati bir konu.  Çocukların eğitimden bahsediyoruz. Seçimde ortaya çıkan bir iradeyi kamusal bir konuda üstelik bu şekilde “tek ve kapsayıcı” doğru haline getirmek uygun mu? Bu soru var. Oysa ki laik-elit kesimin tüm karşı çıkışlarına rağmen imam hatip-lisesi/düz lise ikili sistemi esasen, daha problem çözücü. Üstelik bu sistem yaygınlaştırıldığında (azınlıklar dahil) toplumun diğer bileşenleri de rahatlayabilir. Bu nokta üzerinde etraflıca durulabilir.
Bunlara bağlı olarak,  iktidarın insanların hayatına bu kadar müdahil olmasını da not etmemiz gerekiyor. Yasal uygulamalar ile kürsülerdeki telkinleri birleştirdiğimizde insanların kaç çocuk yapacaklarına karışan, çocukların ve ergenlerin eğitimini, günlük/mesleki hayatını detaylı biçimde planlayan bir otorite beliriyor önümüzde. Boğucudur. Erdoğan Kur’an dersi  için “Bu bir seçmeli ders. Tekme tokat sokacak değiliz” diyor. Birincisi böyle bir şey zaten hiç düşünmedik. İkincisi , toplumun dinamikleriyle, günlük yaşayış ritmiyle bir “iktidar/otorite” yani çok güçlü bir aktör olarak oynadıktan ve bu ritmi bozduktan sonra, “zorunlu değil ki?” dediğinizde mesele birdenbire çözülmüş olmaz. Konu uzun ve Surp Zadik nedeniyle bu hafta yerimiz dar, haftaya devam edelim isterseniz. Ve yeri gelmişken: Hepinizin bayramı kutlu olsun..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder