Çarşamba

Siyasetin “darbe” sınavı..


(agos, 20 nisan 2012)

12 Eylül darbesi ile ilgili başlatılan soruşturmanın davaya  dönüşmesi ve ilk duruşmanın geçtiğimiz günlerde yapılmasının yankıları sürerken; 28 Şubat ile ilgili soruşturma da başladı ve dönemin kudretli ismi Çevik Bir ve çok sayıda emekli askerin tutuklanmasıyla Türkiye kendini bir kez daha Ordu ve Ordunun temsil ettiği zihniyet ile hesaplaşırken buldu. Bir yandan da bunun gerçek bir hesaplaşma olup olmadığı tartışılmakta ve gerçekten tartışmaya değer epey unsur barındırıyor içinde bulunduğumuz durum.
Bu ortamda gerek Hükümet, gerek muhalefet, gerek AKP yanlısı basın, gerekse AKP karşıtı basın ve sol kesim bir duruş belirlemeye çalışıyorlar. İlk manzara şu: Hükümet ve ona bağlı basın hayli rahat. Bununla beraber CHP, MHP ve diğer kesimler bir siyaset üretmekte zorlanıyorlar. Bunda büyük ölçüde ilk baştakı “negatif” yaklaşım etkili oluyor. 
Muhalefetten başlayalım. Evet doğrudur, birçok darbe soruşturmasında süreç hukuki açıdan pürüzsüz ilerlemiyor. Ergenekon, Kafes, Balyoz, İnternet andıcı gibi davalarda hukuki problemler mevcut ve bunlar kamuoyuna da yansıyor. Ancak  CHP, ulusalcı cephe ve ulusal yanı ağır basan sol, tüm bu davaları AKP’nin devlet içinde bir üstünlük kurma manivelası olarak gördü,  sürecin tümüne bu  öncelikle yaklaştı. Ve bu pozisyon 12 Eylül, 28 Şubat soruşturmalarına da yansıdı. Burada da önceki pozisyonun bir devam olarak “madem öyle 12 Eylül’ü de yargılayın”; 12 Eylül davası başlayınca, “madem öyle 28 Şubat’ı da yargılayın”;  28 Şubat başlayınca “madem öyle 27 Nisan’ı da yargılayın” tavrı öne çıktı. Burada muhalefetin, yargıya iktidarın bulaşmasını zımnen kabul ettiğini görüyoruz, önce bunu bir not düşelim. Bu tavra bir de “AKP darbeleri yargılayamaz, çünkü kendisi darbeci bir zihniyetin ve darbelerin ürünüdür” argümanı eşlik etti. Bu eleştirilerin bir kısmında  haklılık payı olmakla birlikte bu tavrın bir “siyaset” olmadığını söylemek zorundayız. Bu tavır, siyasetin ve demokratik hayatın sorunlarına çözüm getiren, demokratik hayata dışarıdan yapılan müdahaleleri ilkesel olarak dışlayan ve en önemlisi siyasetin doğasında olan “yapan/eyleyen/dönüştüren” bir tavır değil. Bu, “duran/yapmayan” hatta neredeyse “yaptırmayan” bir tavır. 

Evet eleştirilerin bir kısmında  hatta çoğunda haklılık payı olduğunu söyledik. Elbette ki AKP ve yargı bu soruşturmaları mükemmelen yürütmüyor, soruşturmaların bir kısmında cadı avı havası etkili oluyor, Ahmet Şık/Nedim Şener örneğinde cisimleştiği gibi devlet içindeki kimi kanatların “takıntıları/hesapları” gözaltı/tutuklama işlemlerinde baskın oluyor. Bu Ergenekon ve benzer davalar için geçerli. Beri yandan Kürt siyaseti üzerinde de  müthiş bir baskı var, ismi bayraklaşamamış çok sayıda öğrenci, gazeteci, siyasetçi, akademisyen gözaltında/tutuklu. Bunlar mevcut demokratik hayatın aksayan önemli (ve yakıcı) yanları. Keza AKP’nin muhalif düşüncelere/siyasetçilere aynı  12 Eylülcüler gibi son derece muhafazakar/devletçi bir açıdan baktığı, hayatı kimi  kesimlere zindan ettiği de doğrudur.  Özetle Hükümet ile aynı frekansta olmayan işçiler, sivil toplum kuruluşları, öğrenciler, çevreciler, işadamları, kent sakinleri, kentler, kırlar, dereler; sağ-kapitalist-muhafazakar bir otoritenin baskısı altındalar. Bu tabloda şartlar –zihniyet  açısından- 12 Eylül sonrasını aratmıyor. Fakat bunlar ayrıca mücadele edilmesi gereken alanlar. Ve zaten dikkat ederseniz bilhassa bu KCK ve Kürt  siyasetine ilişkin hükümet uygulamaları, CHP ve ulusalcı kesimin pek de umurunda değildir.  Bu kesimin derdi “devlet-içi” mücadelede muhafazakar kanadın güç kazanmamasıdır. Tüm imkanlar bunu durdurmak üzere seferber edilmiştir. Bu, normalde anlaşılır olabilirdi, ama bu tavrı “darbe soruşturmalarında” belirleyici politika olarak benimsediğinizde iş, çıkmaza giriyor ve bu bir siyaset olamıyor.
Bu tavrın bir yansıması mıdır bilinmez, mesela şöyle çıkışlar görmekteyiz: “Erbakan’ın 28 Şubat kararlarında imzası vardı,” “şimdiki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül o dönemde MGK  üyesiydi ve o kararları imzalamıştı”. (ki sonradan böyle olmadığı ortaya çıktı) Burada iki ima yapılıyor. a) yapılan bir darbe sayılmaz çünkü Hükümet’in rızası vardı b) eğer birileri soruşturulacaksa bunlar arasında şimdiki AKP’liler de olmalıdır.
İşin doğrusu burada da bir siyaset yok. Yani şimdi ne olduğunu hepimiz biliyoruz, , uzayda mı yaşadınız o dönemlerde, sırf siyasi pozisyonu korumak adına bu cins argümanlar geliştirilir mi? TSK’nın ne tür bir atmosfer yarattığını hepimiz bilmiyor muyuz? Evet Refah Partisi belki daha dirençli olabilirdi ama bu tür bir direnç gösterildiğinde ve bunun devamı olarak  -mesela- TSK daha sert bir adım attığında sizin tavrınız ne olacaktı? “Refah Partisi demokratik parlamenter sisteme sahip çıkıyor, helal olsun, bu arada TSK’nın yaptığı çok yanlış” mı diyecektiniz, yoksa “Erbakan ve çevresi son davranışlarıyla darbeyi kışkırtmıştır” mı?
Gelelim AKP ve çevresine. Hükümet üyeleri ve AKP yetkililerinde sınırlı düzeyde, AKP ile hareket eden çevrelerde ise bol miktarda “şunlar da alınsın” “sıra şunlara da gelecek” tarzı çıkışlar görmekteyiz. Siyasi atmosferin yargıyı büyük ölçüde belirlediği bilinmekle birlikte AKP çevrelerinin bir kez daha birer savcı gibi davranmasının, -karşıdakiler darbeci zihniyetin savunucusu olsalar bile- bu tip soruşturmalara büyük zararlar verdiğini bilmekteyiz. Bu ettiğim lafların hiçbir karşılığının olmayacağını bilmiyor değilim, intikam çığlıkları eşliğinde –ki bu çığlıkların bir kısmının AKP’ye sonradan dahil olmuş çevrelerden gelmesi ibretliktir- belli ki AKP kanadı bu işin üzerine gidecektir.  Ancak bir “darbe soruşturması”nın çerçevesi ve gerekçeleri çok iyi belirlenmediğinde, yapılan, bir “devlet-içi hesaplaşma”nın ötesine geçmez. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder