Pazartesi

Çöken rejimin “sınıfsal” boyutu

(agos, 2 ocak 2014)

Şu toz duman içinde artık ara rapor vermek anlamsız çünkü her şey saat saat değişiyor. Yine de AKP’nin –yeni- TSK ile anlaşarak “Bu iş uzarsa Balyoz ve Ergenekon’da yeniden yargılamaya gidilebilir ona göre” imasında bulunarak cemaate ve toplumun bir kesimine gözdağı vermesi not edilmeli. Kurdukları, üzerine oturdukları ve gitgide çürüyen sistem dağılmasın diye cemaatle birlikte içeri attığı eski rejimin aktörlerini “Milli orduya kumpas kuruldu” deyip yeniden yargılayacak denli gözünü karartmıştır AKP. Muhtemelen cemaatin bu adımı görüp artık biraz geri çekileceğini hesapladılar. Mevcut durumda Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç aracılığıyla “Hayır böyle bir şey kastetmedik” dense de AKP’nin bu resti çekebilmiş “esneklikte” bir parti olduğu kayıtlara geçmiş durumda.
İsterseniz bu faslı şimdilik burada bırakıp içinde yaşadığımız ve çökmekte olan rejimin sınıfsal boyutlarına kısaca bakıverelim. Çünkü  bu meselede sınıf daha doğrusu yeni burjuvazi ve yeni ezilenler de ihmale gelir bir yön değil. Her şeyi sınıf mücadelesinin belirlediğini iddia etmek belki artık eskisi kadar rağbet görmese de tamamen es geçmek de pek olacak iş değil, bilhassa solda duranlar açısından.
Çok basit bir örnekle, bir zincirle tarif edebiliriz belki bu meseleyi. Yüzlerce örnek içinden en bilinenini, en herhangi bir dosyaya girmeyi gerektirmeyenini seçelim. Ve bu örneğimizde mesela bu yeni rejimin değişmez dört ayağı da olsun. Yani medya, inşaat, kamu bankaları ve iktidardakilerin yakın akrabaları. Halkbank –Sabah Atv meselesinden bahsedeceğim. Herkesin bildiği, herkesin gözü önünde olan hikayeden. Hikaye şu.
Sabah ve Atv’ye TMSF tarafından el konduktan sonra bu grubu, iktidara yakın ve Erdoğan’ın damadının da CEO vekili olarak görev yaptığı Çalık grubu satın aldı bildiğiniz gibi. Gayet normal karşılandı, Grup bu varlığı Halkbank ve Vakıfbank’tan aldığı kredilerle satın aldı, yine bildiğiniz gibi. Bankaların gruba son derece uygun koşullarda ve alışılmadık derecede büyük miktarda kredi verdiği öne sürülse de bankalar bu iddiaları reddettiler. Birkaç itiraz olduysa da yine normal karşılandı bu satış da, bildiğiniz gibi. Bir süre sonra artık hangi nedenle bilinmez, (kimi haberlere göre beklendiği derece kar etmediğinden) grup Sabah ve Atv’yi satmaya karar verdi, yine bildiğiniz gibi. Yabancı ortaklar ilgilendi. Ancak satış son anda suya düştü. Bir dedikoduya göre Hükümet Sabah ve Atv’nin yabancıların eline geçmesini istemiyordu. Her neyse dedikodu diyelim ve geçelim. Ve ne enterasandır tam da Halkbank Genel Müdürü’nün gözaltına alındığı gün Sabah ve Atv satıldı. Kime mi satıldı? Bir inşaat şirketine. Kalyon inşaat. Peki kimdir bu Kalyon inşaat? Star gazetesindeki habere göre Kiptaş konutlarını inşa eden, Metrobüs hattını yapan,  3. Havalimanı projesini alan konsorsiyumu oluşturan 5 inşaat şirketinden biri olan şirkettir. Ve tabii en önemlisi. Kalyon inşaat aynı zamanda Taksim Yayalaştırma projesini de üstlenen firma. Hani mahkeme tarafından iptal edilen, hukuksuz projeden bahsediyorum. Aslında hikayemiz burada bitmiyor. Kalyon İnşaat’ın bazı yöneticileri Hükümet tarafından son anda durdurulan 2. Soruşturma Dosyası’nda da yer alıyor. Ancak bu dosyanın akibeti henüz belli olmadığından, hadi bu kısmı atlayalım.
Bu son kısmı katmadığımızda bile AKP sisteminin dayandığı zincirin nerede başlayıp nerede sona erdiği, daha doğrusu nasıl da dönüp dolaşıp bir yerde kapanarak bir çember haline geldiğini görebiliyoruz. Dediğim gibi bu, herkesin gözü önünde olan, hiçbir gizli saklı dosyaya girmeyi gerektirmeyen açık bir örnektir.
Az önce son meseleye girmeyelim dedik ama Taksim Yayalaştırma projesi konusu bir kez açılınca ister istemez aklımıza Gezi isyanı geliyor tabii. Ve işin ilginci asıl –daha büyük- çember burada tamamlanıyor. Çünkü bu isyan bize büyük oranda –elbette iktidar tarafından-dış güçlerin bir oyunu, bir darbe girişimi olarak sunuldu. Bu derece cüretkar olmayanlar (ya da saçmalamayanlar) açısından ise bu meseleye kültürel alanda bakmak gerekiyordu, zira gösterilere katılanlar büyük oranda imtiyazlarını kaybeden eski elit çevrelerdi. Bu çevrelerin bu “aura”ya kapıldığı yanlış değilse de esas olarak parkta, alanda, bilhassa da barikatlarda olup biten hiç de bu tarife uymuyordu.

O günlerde Gezi parkında şöyle bir boy göstermekle yetinmeyip, polise, devlet gücüne direnen kalabalığın arasına girdiğinizde göreceğiniz şuydu, büyük oranda: Çevre semtlerden, az önce tarif ettiğim sistemin ezdiği, tutamaksızlaştırdığı, büyük rant makinesinin hedefine koyduğu semtlerden gelen gençlerin hiç de az olmadığı ve tam da bu yüzden bir direniş havası kazanan bir profil. Direnişin zirveye ulaştığı günlerde Gazi mahallesinden yürüyüşe geçen bir grubun bütün polis barikatlarını bir şekilde aşarak sabaha karşı Şişli’ye varması çok şey ifade eder. Yine aynı günlerde Kartal ya da Beylikdüzü gibi dış çeperlerde insanların otobanlara çıkıp yürüyüşe geçmesi de çok şey ifade eder. Evet direnişin merkezine, duvar yazılarına, çadırlara ana rengini veren belki “merkez”dekilerdi ama barikatlara ana değilse de ortak rengini veren, bu kentsel dönüşüm denen heyulanın çaresiz, umutsuz bıraktığı insanlardı.
Dolayısıyla başta tarif ettiğim yeni burjuvazi nasıl ki kendini bir çember olarak kapatıp tamamladıysa, AKP dönemindeki “çürüme”nin sınıfsal boyutu da Taksim Meydanı’nda, daha büyük bir çember gibi kendini tamamlayıp kapattı. Ve AKP’liler her ne kadar “Usta bu  tehlikeyi de bertaraf etti” deyip kendini avutuyorsa da yenilmez bir duvar gibi yükselen AKP devletine ilk ve en büyük darbeyi vurdu. Şimdi, şu günlerde zuhur edenler duvardaki o gedikten içeri sığmaya çalışanlardır. Ancak bir şeyler sürekli o deliğin çeperlerine takılıyor, geçemiyorlar, arada bir yerde debelenip durmaktalar.
Şuraya geliyoruz dolayısıyla. Birçok çevrede “AKP/Erdoğan sonrası?” hesapları yapıldığı ortada. CHP’nin ve kimi benzer kesimlerin bu hesapları yaparken cemaat ile iyi geçinmek gibi bir taktik yürüttüğü de ortada. Burada belki şu söylenebilir: bu sütunda geçen hafta üçüncü bir yoldan bahsetmiştim. Bu üçüncü yol üzerine kafa yorarken  o eski çürüyen zincirin yerine yeni bir saadet zinciri  koymayı doğurmayacak formüller üzerinde de düşünmek gerekiyor, şüphesiz. Eğer AKP kadar “esnek” olunmayacaksa..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder