Cuma

Köprüler atılıyor mu?


(agos, 7 eylül 2012)

Memleket yine yangın yeri, malum. Lafı dolandırmadan konuya girelim. Son iki aydır olup bitenlerden PKK’nın yeni bir taktik içinde olduğu anlayabiliyoruz. Bunu için haber kanallarında gün boyu boy gösteren terör uzmanlarını dinlememiz şart değil. Hala o günlerde ne olduğunu tam bilemediğimiz Şemdinli harekatından bu yana peşpeşe saldırılar düzenleniyor, peşpeşe askerler ölüyor. Bu saldırılarda PKK’nın da ciddi biçimde militan kaybettiği anlaşılıyor. Keza milletvekili, siyasetçi kaçırma gibi girişimlerde de  el artırılmış durumda. Anlayabildiğimiz, PKK belli bir alanı kontrol altında tuttuğu mesajını vermenin yanısıra, peşpeşe saldırılarla güvenlik güçlerini ve kamu görevlilerini de bölgede faaliyet yürütemez hale getirmek istiyor.
AKP  ve cephesine bakarsak. 2 ay öncesine kadar durum şöyleydi: Oslo’da henüz gerçek nedenini bilemediğimiz bir şekilde masa devrildiğinden beri bastırma politikalarına geri dönülmüş, , İçişleri Bakanlığı’na İdris Naim Şahin atanmış,, KCK tutuklamalarına hız verilmiş, “Kürt sorunu yoktur” söylemi benimsenmişti ve Öcalan’a da yaklaşık bir yıldır tecrit uygulanmaktaydı. Hala da uygulanıyor. AKP bugün gelinen aşamayı ise bize şöyle sunuyor: PKK,  Beşar Esad’la işbirliği yapmakta ve Türkiye’yi zor durumda  bırakmak istemektedir. Eylemler bu yüzden artmaktadır. Hatta bu denklemde İran bile yer almaktadır. Suriye’nin hamisi olan İran yönetimi de PKK’yı desteklemektedir. Dolayısıyla Kürt sorunu başlığı altında aslında dramatik bir durum yoktur, bütün bunlar, Ortadoğu’daki denklem ve Türkiye’nin Suriye yönetimine cephe alması yüzünden olmaktadır. Yani AKP’ye göre PKK Türkiye’nin düşmanları ile işbirliği yapmaktadır. Tabii fırsatını bulmuşken AKP’yi devirmeye çalışmaktadır. Erdoğan bilindiği üzere son dönemde CHP’yi de bu cephenin içine katarak “milliyetçi merkez”in alanını iyice genişletmeye, MHP dışındaki muhalefetin tümünü kriminalize etmeye çalışmaktadır. AKP’nin ve Hükümet’e yakın çevrelerin bize sunduğu tablo bu.
Hükümet’in sunduğu tabloya ihtiyatla yaklaşsak da bir yandan  Türkiye’nin gözükara Suriye macerasının bölgedeki taşları yerinden oynattığı da görülüyor. Bu kadar taş yerinden oynamışken PKK’nın da oyunun içinde olmak istediğini düşünebiliriz. Fakat bütün bu olup bitenler AKP’nin biraz önce  çok kabaca tarif etmeye çalıştığım “bastırma” politikasını uzun süredir benimsediği ve Kürt sorununu görmezden gelmeye başladığı gerçeğini değiştirmiyor. Üstelik  BDP milletvekillerinin yollarını kesen PKK’lılara “yeterince soğuk davranmaması” yüzünden 9 BDP milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılması da gündemdedir. AKP’nin bu vesileyle siyasal Kürt hareketi üzerindeki baskıyı daha da artıracağı görülüyor. Bu esasen ülkedeki basıncı daha da artıracak bir adımdır.

Manzara bu. Peki bundan sonra? “Adil bir çözüm” perspektifini hiçbir şartta kaybetmeyeceksek bundan sonrası için neler öngörebiliriz? Öncelikle bugüne kadarki denklemin artık geçerliliğini kaybetmeye başladığını söylemek mümkün. PKK’nın yeni bir politika içinde olduğu ayan beyan ortada, yazının başında da buna dikkat çekmiştik. Yaklaşık olarak iki  ay öncesine kadar PKK saldırıları, PKK’nın AKP’yi müzakere masasına oturmaya zorlamasına yönelik hamleler olarak görülüyordu ve saldırılar elbette ki onay görmese de bu çerçevede anlaşılıyor, yorumlanıyordu. (Yeri gelmişken: müzakerelerin başlaması elbette ki önemlidir, bu sorun başka türlü çözülmez, keza Öcalan’a uygulanan tecridin de hiçbir makul açıklaması olamaz, bunlar zaten AKP’nin klasik devlet politikalarına döndüğü hatta ötesine bile geçtiğinin işaretleridir.  1990’larda bile müzakerelerin bir biçimde sürdüğünü, 2000’lerde de Öcalan’a bu kadar sert bir tecrit uygulanmadığını hatırlatalım) Ancak yukarıda değindiğim gibi son dönemin saldırıları pek böyle izah edilecek gibi değil.  Hedefin artık devleti ve AKP’yi o bölgeden  çıkarmak olduğu görüntüsü var.
AKP ise, mevcut tabloyu süzerek artık müzakere meselesini –şevkle- rafa kaldırmış ve topyekün bir savaşın hazırlıklarına başlamış gibi görünüyor. Bu  savaşa muhtemelen tüm toplumu tek bir hizaya çekme çabası da eşlik edecektir. Dolayısıyla bilhassa medyada Kürt sorununa ilişkin muhalif seslerin daha da kısılacağını, haberlerin daha hassas bir elekten geçirileceğini, devlet politikalarına her türlü muhalefetin “hainlik” olarak damgalanacağını öngörebiliriz. Keza PKK da muhtemelen  son eylemleriyle ve şehit cenazeleriyle AKP’yi  köşeye  sıkıştırdığını düşünmekte. Dolayısıyla o cephede de el artırılacağını maalesef öngörebiliyoruz. Özetle, -akl-ı selim galip gelmezse- çok sayıda cana mal olacak bir restleşmeye doğru gittiğimiz ortada. Böylesi bir ortamda muhtemelen konuşulacak son şey, Kürt meselesi, yani Kürtlerin bu topraklarda eşit bir hukuk içinde  “birlikte” yaşamaları için atılacak adımlar meselesi olacaktır. Zira mevcut tablo, artık sadece silahların, stratejilerin, harekat planlarının, hakimiyet alanlarının, zayiatın konuşulacağı bir tablodur. Böyle bir ortamda Kürtlerin (ve başka halkların) haklarını konuşmak, çok zorlaşacaktır. AKP’nin devirdiği ama aslında devraldığı devletçi gelenek tam da bunu isterdi muhtemelen. Bastırma ve nihai çözüm. Yani devletin aslında ne istediğini biliyoruz. Kritik soru şu: siyasal Kürt hareketi de bunu mu istiyor? Bu soruya verilecek cevap, önümüzdeki dönem için de tayin edici önemde olacaktır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder