Salı

Bir yandan, Evren’leşme emareleri..


(agos, 21 eylül 2012)

Evren’den kastım Kenan Evren elbette. 12  Eylül darbesinin, 12 Eylül hukukunun, 12 Eylül zihniyetinin lideri. Öncelikle şunu herhalde teslim etmek lazım.12 Eylül elbette ki bu toplumun birçok hayati  uzvunu kesip koparmıştır ama 1982 Anayasası’na yüzde 92 oy da sadece tehditle filan verilmemiştir. Ya da toplumun “şuna evet diyelim de başımızdan savalım” gibi bir düşüncesiyle. Kenan Evren’in şahsında cisimleşen o düz mantığın, muhafazakar/dünyaya kapalı, her durumda kendini haklı gören, biraz da dar kafalı aile babası bakışının toplumda bir karşılığı vardı elbette. “Asmayalım da besleyelim mi?” sözü mesela, bir darbe liderinin, bir cuntacının hıncını yansıttığı kadar; o basit, düz mantığın bakış açısını da yansıtır. Kenan Evren’lerden çok vardır Türkiye’de, bunu bilelim.
Bu düz mantık, bilhassa topluma bakışta AKP tarafından da devralınmıştır, bilindiği gibi. Ahlak, toplumsal düzen konularında hal böyledir böyle olmasına ama bu düz mantık epeydir siyasette de yansıma bulmaya başladı. “Bir zamanların AB ile yakınlaşma, demokratikleşme yanlısı AKP’si..” muhabbetine girmeyeceğim artık, oralardan nerelere nasıl geldiğimizi hepiniz biliyorsunuz. Dikkat çekici olan, oralardan bir de Kenan Evren bakış açısına gelmemizdir.
Erdoğan’ın İmam Hatip okullarıyla ilgili sözleri mesela. Bilindiği gibi İmam Hatip liselerinin önü epey açıldı açılıyor, son dönemde.  Konuya değinirken şöyle dedi Başbakan: “Bugün millet artık İmam Hatip okullarıyla kucaklaşıyor. 28 Şubat sürecinde bu okullar vebalı görüldü. Bunları terörist, anarşist yetiştirmediği için mi kapattınız?” Erdoğan’ın “dindar nesil yetiştireceğiz” sözleriyle birlikte  değerlendirildiğinde kendimizi bir anda 1981 yılında bulmamız işten bile değil. 12 Eylül’ün de hedefinde sola, özgürlüğe, toplumun o boğucu/iki yüzlü ahlak anlayışının dışına çıkmak isteyenlere karşı dindar, bir nesil yetiştirmek vardı ve bu nesil sayesinde gençliğin, bir daha asla düzen dışı/resmi görüş dışı  akımlara kapılmayacağı öngörülüyordu. Ve tabii bu sistemi kurmak için sola, demokrasiye, özgürlüğe dair her ne varsa onu itham etmek, “terörizmle” “anarşiklerle” eşdeğer tutmak önemliydi. İtaat etmeyen, resmi görüşün dışına çıkan teröristti. Ya da terörist adayı. Yazının başında tarif etmeye çalıştığım o muhafazakar aile babasıyla toplumu restore etmek istiyordu 12 Eylülcüler. Görünen, Erdoğan da öyle. Tek farkla ki, 12 Eylül o alaşıma biraz da resmi-devletli bir Atatürkçülük sosu katmak istiyordu. AKP’de bu yok, elbette.

Evren mantığında şu da vardır. Kimse, öyle üzerine vazife olmayan işlere kalkışmamalıdır. Herkes yerini bilecektir, kimse haddini aşmayacaktır. Nizam, intizam böyle aşırılıkları kaldırmaz, mazallah her şey tepetaklak olur sonra. Yaşı yetenler hatırlar o günleri. Bugüne gelelim. Erdoğan’ın TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’e verdiği yanıta. Boyner, yaptığı bir konuşmada “Uludere’de Afyon’da neler olduğunu bilmek hakkımız” demişti.Uludere’yi aydınlatma konusundaki “performansını” iyi bildiğimiz Erdoğan bu açıklamaya sert bir yanıt vermeyi tercih etti: “Öğrenmek hakkımızdır falan, neyi ne kadar öğrenmek, kimin hakkı, kimin hakkı değil, onun ölçüsünü Ümit Boyner belirlemeyecek. O işine baksın.” Belli ki bu yanıtta  “sabotaj” diye tutturan CHP liderine ve TÜSİAD’ın AKP’ye tam olarak biat etmemesine duyduğu kızgınlığın payı vardı ama nereden bakarsanız bakın bu yanıt, demokratik bir ülkede hiç mi hiç yeri olmayacak bir yanıttır. Vatandaşlar, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri bu soruların peşine düştüğü ölçüde,  “gizli saklı” kalanlar ortaya çıkar. Aksi takdirde yine kendimizi 1981 yılında bulabiliriz.
Son örnek de Kürt meselesinden. “Terörist silah bırakırsa operasyonlar biter. Asker silah bırakmaz. Onun demirbaşıdır..” dedi Başbakan. Belli ki “silahlar sussun” çağrılarına cevap veriyor. Ama konuyu çarpıtıyor. Kimse kalkıp da “asker silah bıraksın” demiyor, “Eller tetikten çekilsin” deniyor. Erdoğan bu çağrıyı “asker silah bıraksın” deniyormuş gibi sunuyor. Daha önemlisi ise şu. E yani, PKK silah bırakırsa konu zaten kendiliğinden çözülmüş olacaktır. Kendiliğinden silah bırakmış bir örgüt varken herkes operasyonları durdurur, bunda bir maharet yok. Ancak  Kürt meselesinden bahsediyorsak şu herhalde daha makul bir görüş olacaktır. İktidarların mahareti, örgütlere silah bıraktıracak politikalar bulmak ve uygulamaktır. Bunun içinde müzakere de vardır. Evet, örgütle müzakere. Hapisteki örgüt lideriyle müzakere. Daha önce yaptınız. Yine yapabilirsiniz.
Son olarak şu notu düşeyim: Evrenleşmek uzun vadede sonuç getirmiyor. Hayır, “sonunuz onun gibi olur” gibi bir imada bulunmuyorum. Olur olmaz bağıran, had bildiren, baskılayan bir otoritenin bir süre sonra toplum içinde düşeceği durumdan bahsediyorum. Toplum tuhaf bir organizmadır. Sağ (hatta bazen sol) bir siyasetçinin zihninde mesela şöyle bir kalıp vardır muhtemelen: “Arada sırada sesini yükselteceksin, bunlar otoriteyi sever”. Bundan sonuç da alırlar bir zaman, hatta bazen uzun zaman. Ancak bu ses yükseltme, olur olmaz herkese had bildirme, azarlama işi zıvanadan çıktığında toplum da o otoriter sesi takmamaya başlar, güç ilişkisi çok zorlandığı için, kırılır. Bunun süresi elbette ki toplumdan topluma, iktidarın yapısına göre değişir. Ancak bir süre sonra o sesin, ciddiyetini, otoritesini, inandırıcılığını kaybettiğini örneklerden biliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder