Perşembe

Erdoğan’ın 24 Nisan açılımı ve “ama”lar..

(agos, 24 nisan 2014)

23 Nisan Çarşamba günü internet sitelerine düşen açıklama gerek Türkiye’de, gerek diaspora ve Ermenistan’da, gerekse dünya başkentlerinde dikkatle okundu ve not edildi. Buna hiç şüphe yok. Ve elbette dünden beri en çok merak edilenlerden biri diaspora’nın, Ermenistan’ın ve Türkiyeli Ermenilerin ne dediği.
Kendi adıma konuşabilirim elbette. Şöyle başlayayım. Açıkçası 2015’e doğru Türkiye’nin kimi diplomatik hamleler yapmasını bekliyordum. Buna bazı açılımlar da dahil olabilirdi. Bu, gelebilecek açılımların ilk hamlesi muhtemelen. Bunu bu kadar spektaküler olmayan kimi hamleler de izleyebilir. Zira AKP hepimizin bildiği gibi pragmatist bir parti ve resmi görüşün genel doğrultusundan ayrılmamak kaydıyla gerekli gördüğü durumlarda bazı hamleler yapabiliyor ve zamanlamasını da iyi ayarlayarak bunu devasa bir hamle gibi sunmayı iyi beceriyor.
Gelelim metne. Her şeyden önce, bir Başbakan’ın ilk kez böyle bir açıklama yaptığını elbette not düşmek ve önemsemek gerekir. Cumhuriyet tarihini düşündüğümüzde kritik bir dönemeçte, kritik bir adımdır. Keza dilenen taziye de önemlidir. Bu taziyenin karşılıksız bırakılmaması gerekir. Ama..Evet epeyce bir “ama”larımız var.
Birkaç önemli noktaya değinmeden olmaz. Ki bunlar 1915 ile yüzleşme meselesinde önemli noktalardır, hatta meselenin temel dayanaklarıdır. Öncelikle şu ifadeye bakalım
“Türkiye Cumhuriyeti hukukun evrensel değerleriyle uyumlu her düşünceye olgunlukla yaklaşmaya devam edecektir. Fakat 1915 olaylarının Türkiye karşıtlığı için bir bahane olarak kullanılması ve siyasi çatışma konusu haline getirilmesi de kabul edilemez.”
Burada kastedilen kesimin aslına bakılırsa bilhassa gerçek bir yüzleşme için çabalayanlar olduğunu anlamak zor değil. Dolayısıyla bu ifade bu konuda neyi söylemenin meşru olduğunu, neyi söyleminin meşru olmadığını hala Türkiye’nin belirlemek istediğini ortaya koyan bir ifade oluyor. Şu cümlelere de yakından bakmakta fayda var:
“Her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı esnasında, tehcir gibi gayr-ı insani sonuçlar doğuran hadiselerin yaşanmış olması, Türkler ile Ermeniler arasında duygudaşlık kurulmasına ve karşılıklı insani tutum ve davranışlar sergilenmesine engel olmamalıdır.”
Bence metnin en kritik bölümlerinden birisi burası. Dikkat edileceği gibi mesele evet gayri insani olarak nitelenmekle birlikte olup bitenin failinden ve nedenlerinden söz edilmiyor. Sanki kendi kendine olmuş, kimsenin karar almadığı, kimsenin o kararları uygulamadığı bir vakadan söz ediyoruz. Bu da bizi “sorumluluk” meselesine getiriyor. Denebilir ki Osmanlı döneminde İttihat Terakki cemiyetinin işlediği bir cürümden Türkiye Cumhuriyeti neden sorumlu olsun? Ancak şunu akılda tutmalıyız. Bu “sorumluluk” 99 yıl boyunca inkar edildi. Dolayısıyla bu soykırımın failsiz, amaçsız, nedensiz ve kendine kendine olmuş bir olay gibi sunulması, orta yerde nemli bir mesele olarak duruyor. Yine metindeki “20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermeniler” ifadesi de bu bahsettiğim mantığın bir örneği. Yine failsiz, sanki Ermeniler bir doğal afette ölmüşler gibi bir yaklaşımın olup biteni anlamaya yardımcı olmayacağını söylemek gerek.
Metnin devamında gördüğümüz “ortak komisyonlar kurulsun” ifadesi de doğrusunu isterseniz Türkiye’nin klasik pozisyonunu aslında terketmediği anlamına geliyor. 1915’te olanlara hala “araştırılacak, doğrusu neyse bulunacak” bir mesele olarak bakılması; malları gaspedilmiş, ülkesinden sürülmüş ve 60 binlik sembolik bir azınlık haline düşürülmüş bir halkın torunları için öyle devasa bir açılım değil. Bunu da akılda tutalım derim. Ve yine bu metnin bir yüzleşme ya da  en önemlisi bir “özür” anlamına gelmediğini de bilelim.

Ve elbette ki Kesab’da 1915’in neredeyse bir tekrarı yaşanırken , Hrant Dink’in perde arkasındaki katillerinin önüne kurulan koruma kalkanı hala sapasağlam dururken, davada 7 yıldır hiç yol alınamamışken, bir 24 Nisan günü öldürülen Sevag Balıkçı’nın ailesi hala adaletin tesis edildiği duygusunun yakınından bile geçemezken, bu metnin düşünüldüğü çapta bir etki yaratmayabileceğini de bilelim.
Sonuç? Evet, bunun tüm sorunlu ifadeler akılda tutularak olumlu bir gelişme olduğunu söylemek gerek. Meselenin özüne dokunmasa da, etrafından, hayli etrafından dolaşsa da, diplomatik bir hamle kokusu taşısa da,  bir Başbakan’ın 24 Nisan’dan bir gün önce ölenler için “huzur içinde yatsınlar” demesi ve torunlarına taziye dilemesi önemlidir..
Velhasıl bu metne şöyle bakma taraftarıyım. Bu açıklama bir son değil. Aslında bir başlangıç. Yani aslında yeni başlıyoruz. Böyle meselelerde her bir hamle, ileriye konulmuş bir taş özelliğini taşır. Türkiye kendine göre ileriye bir taş koydu. Bu yetersiz bulunabilir, ki bilhassa yurtdışıdan gelen tepkiler açıklamanın önemli ama yetersiz bulunduğu yönünde. Keza Erdoğan’ın bu metnin yayınlanmasından sonra söyledikleri de (“Dağlık Karabağ sorunu çözülmeden adım atmayız”) bu açıklamadan bile geri adımlar atılabileceğini işareti.

Çalışacağız. Çabalayacağız. Hakkaniyetli bir yüzleşme için çabalayacağız. 1915’te ve sonrasında ölenler belki ancak o zaman huzur bulacaklar..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder