Cumartesi

Çözüm süreci: frene mi basılıyor?

(agos, 5 eylül 2013)

Bir zamandır, bilhassa PKK, BDP ve Öcalan tarafından gelen sinyaller, sürecin pek de istendiği, planlandığı gibi gitmediği yönünde. Kürt siyaseti, son dönemde her fırsatta Hükümet’in bir nevi frene bastığını, PKK’nın ve Kürt siyasetininin üzerine düşeni yaptığını ancak Hükümet’in üzerine düşen adımları atmadığını söylüyor. Bunun için de hem Anayasa düzeyinde hem de parlamentodan çıkarılacak yasalar düzeyinde bir gelişme olmadığını kanıt olarak gösteriyorlar. Keza Başbakan Erdoğan’ın bilhassa anadilde eğitim konusunda takındığı  olumsuz tavır Kürt siyasetini umutsuzluğa sürüklüyor.
Kürt siyasetinden gelen tepkilerde haklılık payı var, hem de yüksek oranda. Her ne kadar PKK’dan gelen “adım atılmazsa, eskiye dönülür” sinyallerini makul görme taraftarı değilsem de Kürt siyasetinin “yine mi aldatılıyoruz?” kaygısı yerindedir ve meşrudur. Peki bu tablo içinde Hükümet ne yapmakta? Yukarıda da not düştüğümüz  gibi anadilde eğitim talebini reddetmekte, hapisteki siyasetçilerin serbest bırakılması için somut bir adım atmamakta, PKK’nın çekilme sürecini bir nevi “göz boyama” olarak sunmakta ve Öcalan’ın meşru bir müzakereci olması için gerekli şartları yerine getirmemekte. Bundan kasıt Öcalan’ın MİT ve devletin uygun gördüğü BDP’liler dışında çevrelerle de görüşebilmesi, konumunun –kendisinin de talep ettiği gibi- “stratejik” bir hale dönüştürülmesi; (bununla ne kastettiği net olarak bilinmese de muhtemelen AKP, BDP ve PKK kastedileni anlamıştır. Tahminimiz süreç başladığından beri dile getirilen, Öcalan’ın daha etkin bir müzakereci haline getirilmesidir) hatta belki de  bir grup gazeteci ile görüştürülmesidir. Kendi adıma bunun makul talepler olduğunu düşünmekteyim. Madem bir “müzakere” yürütülüyor, karşı tarafın elinin kolunun bağlı olması, müzakere mantığına ters olacaktır. Kulislere yansıyan Öcalan’ın “Kandil” ve “Akil İnsanlar” ile görüşme beklentisi de bu çerçevede değerlendirilmeli.
Kürt siyaseti cephesinde kalacak olursak. Son açıklamalarda sürekli bazı tarihlerin zikredildiğini görüyoruz. Bu tarihlerin zikredilmesi Hükümet cephesinde hoşnutsuzlukla karşılansa da BDP cephesi, “Bu tarihleri biz uydurmadık siz verdiniz” diyor, ki gerçekten de böyle olması muhtemel. Dolayısıyla, evet, “eh, madem  gecikme var eskiye dönüyoruz” argümanını her ne kadar kabul etmek istemesek de şu soru cevaplanmaya muhtaçtır: Hükümet’in ipe un sermesi, süreci tavsatması karşısında siyasal Kürt hareketinin ne tür bir güvencesi olacaktır? Ki, mevcut tablo böyle görünmese de, teorik olarak bunun tam tersi de geçerli.
Bu soruya iyi niyetle ve samimiyetle cevap aramalıyız. Süreç ilk başladığında burada ve radikal.com’da sürecin biraz fazla “içe dönük, bizbize” yani dışa kapalı yürüdüğüne dikkat çekmiştim. Akil İnsanlar çabasının değerli olduğunu ancak evrensel manada bir Akil İnsan grubu oluşturulacaksa böyle vakalarda rol almış, uluslararası deneyime sahip isimlerin de bu sürecin ortasında yer alması, muhtemel tıkanma noktalarında devreye girmesi gerektiğine, sadece ben değil birçok isim dikkat çekmişti. Ancak “süreç başladı, yürüyor” coşkusu içinde ve AKP’nin süreci o dönemde büyük bir PR kampanyası ile birlikte yürütmesi sayesinde bu tür sesler hiç önemsenmedi, biraz daha ısrarlı olanlarsa “süreci baltalamakla”, “çözüm istememekle” suçlandı.
Şöyle kritik bir tabloda “demiştik” sevimsizliği içinde davranmak istemiyorum, ancak burada bir meselemiz olduğu açıktır. Evet belki de bir ihtimal AKP yine bir son dakika manevrasıyla haftalardır konuşulan bir tür demokratikleşme paketini devreye sokacak ve yine süre kazanacaktır. Ancak genel tabloya baktığımızda AKP’nin tüm o “Çözüyoruz. Ses etmeyin” propagandasına rağmen hala somut bir adım atılmadığını görebiliyoruz. Keza Kürtlerin ve diğer “anasır”ın bu ülkenin ortak bileşenleri olduğunu kayda, zihinlere geçirecek bir iklim de hala yaratılmadı.
Peki, o yapılmadı, bu yapılmadı, bağımsız bir komisyon kurulmadı, sürecin –olabildiğince- sağlam bir  şekilde yürümesini garanti altına alacak mekanizmalar kurulmadı, aramıza “elleri” sokmadık. İş buraya geldi. Ne yapacağız?

Üstelik Hükümet bir Suriye savaşına girmeye böylesine hevesli görünürken. Evet defalarca altını çizdiğimiz gibi, Suriye’deki insanlık dramına bir hal çare aramak, bulmak şarttır ancak AKP’nin bu vesileyle –yani “savaş” ile- içteki birçok meseleyi punduna getirmeye çalıştığı da ayan beyan ortada. Ve bu punduna getirilecekler arasında  acaba “çözüm süreci” de mi yer alacak kaygısı da ortada. Ve elbette buna ilave olarak Rojava yani Batı  Kürdistan’daki Kürt varlığının ne olacağı, oranın da acaba bir punduna getirilip getirilmeyeceği meselesi var. Özetle soru işaretleri, gerçekten de hayli fazla.
Sanıyorum tüm bu tablo içinde sivil güçlere, aktörlere tam da şimdi iş düşüyor. Süreç ilk başladığında, AKP’ye yakın basın “iş bitti” havası yaydığında, Hükümet “çok güzel elbette, ama nasıl olacak?” diyenleri savaş yanlısı ilan ettiğinde, çözüme destek vermek elbette ki gerekli, kıymetliydi.. Ama galiba asıl şimdi, iş zora girmişken çözüm için sesimizi yükseltmemiz, Hükümet’i hızla adım atmaya, çözüm üretmeye, tarafları eski statükoya dönmemeye çağırmamız gerekiyor.

1 yorum:

  1. Frene basan kim ise, gaza da tekrar onun basması gerekiyor..

    YanıtlaSil