Cumartesi

“Kutsal” AKP devleti

(12 temmuz 2013, agos)


Kapalı kapılar ardında neler konuşulduğunu elbette bilmiyoruz ama eldeki tüm ipuçları bize şunu gösteriyor. AKP,  ya da daha çok Erdoğan ve çevresi bu Gezi Parkı Direnişi’ni tamamen değilse de büyük  ölçüde Hükümet’e karşı bir darbe girişimi olarak görmekteler.  Şunu kestirebiliyoruz, AKP içinde bunun böyle olmadığını söyleyen çevreler muhtemelen vardır. Ancak Erdoğan ve çevresinde biriken kliğin anlayış ve eyleyiş tarzı “masum çevreci gençler”i ayırıp geri kalan herkesi darbeci/isyancı/dış güçlerin maşası olarak görmek şeklinde. Burada belki durup şu ihtimali de hesaba katmak gerekebilirdi. Efendim aslında ne olduğunu gayet iyi biliyorlar ancak bunu bir darbeci kalkışma olarak sunmak işlerine geliyor da olabilir. Evet bu da bir ihtimal ve hala da geçerli ancak son iki haftada olup bitenlere baktığımda maalesef ve gerçekten kendi  çizdikleri tabloya inanmaya başladıklarını düşünmeye başladım.
Böyle bir algı Ergenekon ve 27 Nisan muhtıraları ile, kapatma davası sonrasında oluşmuştu zaten. Bu hiç de yeni değil. Bu dönemde ulusalcı olarak görebileceğimiz  kesimlerin her fırsatta türlü oyunlara kalkışması AKP’nin dikkatle baktığı ve bir kenara yazdığı gelişmelerdi, bunu tahmin etmek hiç de zor değil ve büyük ölçüde haklıydı burada AKP. Ancak daha önce de yazdığım gibi: hayat devam etti ve nehir bizi artık başka bir yere getirdi. Getirdi getirmesine ama bütün bu süreç içinde AKP devlete, yargıya, bürokrasiye, orduya, istihbarata, polise, iş dünyasına, medyaya hakim oldu. Bunları büyük ölçüde şunun için yapmaktaydı: bir daha darbe girişime, ayak oyunlarına maruz kalmamak ve sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma (bunu çevre ve kentsel dokuyu tahrip edici olarak okuyun) modeli ile uzun, çok uzun, oy destekli bir AKP iktidarı yaratmak. Bu çapta bir totaliterleşme ve toplumu nefessiz bırakma operasyonunun gayet meşru olduğunu düşünüyorlardı dolayısıyla. Ancak sonuç devlet ve partinin içiçe geçmesi ve üzerine bir de “kutsallık” halesi gelmesi oldu. İki anlamda da: hem taraftarları açısından “dindar”, türlü belalar savuşturmuş, dolayısıyla kutsal bir devlet ve hükümet vardı artık; hem de dindar olmayan ama dışarıdan destek veren kimi kesimlerce “dokunulmaz”, “arada sırada hata yapsa da daha iyisi bulunamayacak, dolayısıyla eleştirilemeyecek” bir hükümet ve devlet.
Gezi  Parkı direnişine bu havada geldik. Ve direnişin yapısı gereği çok fazla sayıda çevreyi, dinamiği, kesimi biraraya getirmesi, AKP için alarm sensorlerinin çalışmasını getirdi. “Ulusalcılar” vardı! Acaba her şey bir 27 Mayıs 1960 senaryosuna uygun biçimde mi cereyan edecekti?  Gösterilerle Hükümet’in meşruiyeti sorgulanır hale gelecek, sonra da gelsin darbe vs. Böyle mi olacaktı? Bu düşünce biçimini ilk  başta Erdoğan mı izledi yoksa AKP içinde bir klik (Astılar, Zehirlediler, Yedirmeyiz diyen bir heyet mesela)  meselenin böyle görülmesini mi sağladı, bilmek zor. Ancak Gezi Parkı direnişinin bu hale gelmesinde kendi kabahatine, koplumsal dinamiklere zerre kadar dönüp bakmayan ve buradan bir darbe girişimi çıkarmaya çalışan “akıl” anlaşılıyor ki sonunda galip geldi. Böylece kutsal AKP devleti, biraz daha kutsal hale geldi.
Tam bu esnada işte bu “akıl”ın neredeyse arayıp da bulamadığı bir gelişme daha oldu: Mısır’da darbe. Üstelik tam da çok büyük meydan gösterileri sonrasında.  Ve  üstelik ABD ve Batı’nın göz yummasıyla. Bu meselenin detaylarına girmeyeceğiz, yazının konusu değil, ancak bütün bu olup bitenlerin AKP’ye yeni bir alan açtığını ve Hükümet’e biraz daha “kutsallık” kattığını tahmin etmek zor değil.  AKP içindeki bu akıl, Mursi’nin sokak gösterileri sonrasında bir darbe ile devrildiğini muhtemelen hem kullanmaya karar verdi ve –yine muhtemelen- bu “gösteriler” yolunu  artık net biçimde tehdit olarak gördü. Son bir haftadır Taksim Dayanışması’nın ve göstericilerin maruz kaldığı  devlet şiddetini, gözaltıları ve bu şiddetin AKP ve çevresince meşrulaştırılmasını herhalde böyle anlamalıyız.

Dolayısıyla şöyle bir noktaya gelmiş durumdayız. AKP öncesi devlet, nasıl ki kendine bir kutsallık atfediyor, her türlü muhalif hareketi “devlete/millete karşı bir kalkışma” olarak görüyor ve bunlara bu nispette bir “orantısız güç” ile karşılık veriyorduysa, bunu nasıl meşrulaştırıyor idiyse, AKP de devraldığı ve birleştiği devlete mecazen değil neredeyse kelimenin sözlük anlamıyla bir kutsallık atfetmiş durumda ve o da her türlü harekete bu “kutsallığa” karşı bir hareket olarak bakıyor, “orantısız bir güç” harcıyor ve yaptıklarını meşrulaştırıyor.
Cumartesi ve pazartesi akşamı Taksim civarında yaşananlar, polisin göstericilere, gazetecilere  uyguladığı şiddet ve küfürler, çoğu barışçı gösterinin polisin (elbette ki devletin emriyle) çığrından çıkması, müdahale anlarında çoğu polisin öfkeden gözünün kararması emniyetin de bu AKP=kutsal devlet denklemini yavaş yavaş devraldığını gösteriyor. Keza Başbakan Erdoğan’ın propaganda çalışmaları sayesinde toplumun bir kesimin de artık bu göstericilere kin beslemeye başladığını ve olaylara kendiliklerinden “müdahale” etmeye başladıklarını görüyoruz.
Tehlikeli bir gidiştir bu. Devlet=Parti, o da eşittir toplumun bir kesimi denklemini kurmaya başladığınız ve üstelik buna bir de “kutsallık” atfettiğinizde, mevcut dengede büyük bir tahribat yaratırsınız. Kolay kolay tamir edilmeyecek bir tahribat.
Not: Eskişehir’de Gezi Parkı protestolarına katıldıktan sonra eli sopalı gruplarca dövülen ve yaklaşık 20 gündür komada olan 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz’ın ölüm haberini aldık çarşamba günü maalesef. Onu dövenleri bulamayan İçişleri Bakanlığı, “önce karakola git” diyerek onu almayan devlet hastanesi, çevredeki kamera görüntüleri sağlam girip bozuk çıkan emniyet. Ve bu şiddeti meşrulaştıran Hükümet. Hepsi töhmet altındadır.  Ve şu soruya cevap vermek zorundadır: Ali İsmail Korkmaz’ı kim öldürdü?

3 yorum:

  1. Yine çok doğru bir analiz, ekleyecek hiçbir şey yok..

    YanıtlaSil
  2. üşenmedim buldum 1 sene önce uyarılmış oysa hükümet.
    okumanızı tavsiye ederim.

    http://www.radikal.com.tr/yazarlar/oral_calislar/ak_parti_toplum_muhendisligi_ve_islamci_aydinlar-1089864

    YanıtlaSil