Salı

Sevinç ve soru işaretleri..

(agos, 16 mart 2012)


Ergenekon davası ile bağlantılı OdaTV davasında tutuklu yargılanan Nedim Şener, Ahmet Şık, Coşkun Musluk ve Sait Çakır’ın tahliye edilmesi elbette ki sevinç yaratmakla beraber bazı soru işaretleri de doğuruyor. Bunlar üzerinde biraz durmak lazım.
Şöyle düşünmek gayet mümkün. Nedim Şener ve Ahmet Şık hakkında takibat başlatılması ve tutuklanmaları nasıl ki siyasi bir karar idiyse, tahliye edilmeleri de (iddianamenin çürüklüğüne ilave  olarak) pekala siyasi bir karar olabilir. Denecektir ki mahkemeler delillere göre karar verir vs. Ancak burada gerek iddianame, gerekse önceki duruşmalar safhasında delillere göre bir karar verilmediğini, tahmin ediyorum genişçe bir çoğunluk kabul eder. Belki son dönemlerde peydahlanan ve  bu tip davalarda savcılığın her türlü iddiasını kaydadeğer /inandırıcı bulan, bunu da kamuoyunda dile getirmekten çekinmeyen kesim bu görüşe itiraz eder ki, bu son karar bu kesimin pozisyonu açısından da kritik bir aşamayı  temsil ediyor. (Yeri gelmişken: Nedim ve Ahmet’i tutuklanmasına itiraz ettiğimizde kimileri “öyle deliller çıkacak ki, utanacaksınız” demişlerdi.  Utanan tarafın biz olmayacağını biliyorduk. Nitekim bırakın yeni delilleri mevcut dellillerin bile ne kadar çürük olduğu mahkeme aşamasında teker teker ortaya konmuştur)

Ne diyorduk, karar siyasi olabilir mi? Bu soruya yanıt vermek için Nedim ve Ahmet’in takibata uğradığı ve tutuklandığı dönemin siyasi atmosferini gözönüne getirmekte fayda var. Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılık makamı ile polisin etkinliğinin en üst düzeyde olduğu, bu soruşturmalara Gülen cephesinin gözü kapalı / agresif bir destek verdiği dönemdi bu.  Ergenekon soruşturmasına destek veren demokrat cephenin bile olup bitenlerden kaygı duymaya başladığı, AKP’yi eleştiren herkesin bir şekilde “darbecilikle” suçlanmaya başlandığı, adli takibat “piyango”sunun kime vuracağının hiç belli olmadığı bu dönenin zirvesi Nedim ile Ahmet’in tutuklanmaları oldu. Bu gelişme sonrası bilhassa gazetecilerden gelen tepki,  AB başta olmak üzere dünyada da dikkatlerin bu gidişata  çevrilmesine neden oldu. AKP bu gelişme sonrası hatırlanacaktır savcılık makamında bir revizyona gidip, Zekeriya  Öz’ü kızak bir makama  atama ihtiyacı hissetti. Benzer bir operasyonun emniyet ayağında da (Ali Fuat Yılmazer’le ilgili tasarruf) yapıldığını biliyoruz. Bu durum,  AKP-Gülen cephesi arasında soruşturmaların kapsamı ve hızı hakkında  bir görüş ayrılığı doğmuş olabileceği yönünde bir fikir uyandırdı.  Gerçi Nedim ve Ahmet davasında olup bitenler ve Başbakan Erdoğan’ın tarihe geçecek “bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir” açıklaması gözümüzün önünde olduğu gibi durmaktaydı. Ancak Erdoğan ve AKP cephesinin Ergenekon soruşturmasında artık vites düşürmek istedikleri, Gülen cephesinin ise tam ters fikirde olduğu ve AKP’yi adım atmak zorunda bıraktığı  o dönemde kulislerde konuşulmaya başlanmıştı.
Zaten tam da bu dönemde AKP’nin ceza yasalarında olumlu bir revizyon getiren bir paketi gündeme  getirdiği gözlerden kaçmadı. Yeni  (örneğin İlker Başbuğ) tutuklamalar konusunda Hükümet ve Cumhurbaşkanlığı cephesinden “ne gerek vardı” mealindeki açıklamalar da –danışıklı dövüş olabileceği hesapta tutulmakla birlikte- bir mesele olduğunun göstergeleri  olarak gündeme alındı. Ve sonra da malum MİT krizi patladı. Bu son gelişme Gülen cephesinin devlet içinde kazandığı etkinliğin AKP’yi bile tehdit edecek duruma geldiğini göstergesi olarak algılandı. Zaten Erdoğan’ın buna karşı hamle olarak hem polis hem de savcılık ayağında  sert sayılabilecek bir operasyona daha  girişmesi, bu görüşün bir nevi  sağlamasıdır.
Dolayısıyla gerek Ergenekon gerekse devlet içi itişmeler cephesinde yeni bir evreye girdiğimizi düşünebiliriz. AKP’nin, Hükümeti’i zor duruma düşüren,  Ergenekon soruşturmasına ise hiçbir katkısı olmayan bu tip polis-savcı hokuspokuslarına artık bir set çekmek istediğini söylemek mümkün.  Tabii koca bir “ama” ile. Zira AKP’nin yargı ayağında attığı antidemokratik adımlar olduğu yerde duruyor. Kamuoyunun pek ilgi göstermediği bilhassa KCK davası ile bağlantılı gazeteci ve akademisyen tutuklamaları da tüm ciddiyetiyle önümüzdedir. Ahmet Şık’ın tahliye edildikten hemen sonra altını çizdiği gibi yüzlerce gazeteci/öğrenci ve binlerce siyasetçi şu an tutuklu  durumda. Güçlü bir kamuoyu desteğine sahip değiller. Bu konuda olumlu bir adım atılabileceği yönünde  ipucu da yok. Dolayısıyla  tüm bu olup bitenler ışığında karşımıza şöyle bir tablo çıkıyor. Bu tahliyeler demokrat kamuoyunun hayli takdir edilesi ısrarı ve çabası kadar, iktidar bloku içinde bazı rüzgarların başka yönden esmesiyle de ilgili olabilir. Fakat bu rüzgarlar muhtemelen Kürt sorunu mevzubahis olunca esmiyor. Bu konuda iktidar bloku içindeki varmiş gibi görünen itişme, sorunun özüne ilişkin değil. Siyasal Kürt hareketinin ne şekilde mağlup edileceği , bunun hangi kadrolarla yapılacağı sorusu etrafında şekillenen bir mücadele  var. Bu yüzden içerideki diğer tutuklular için maalesef olumlu anlamda bir ipucu yok diyoruz.
Son olarak. Nedim ve Ahmet ve birçok sanık son derece düzmece delil ve iddialarla hapse atıldılar, itibarsızlaştırılmak istendiler. Hukuk adına epey dramatik adımlar atıldı. Asli olarak bu zihniyetle mücadele, hala gündemdedir.  AKP’nin, rüzgar başka bir yandan eserse yeniden bu yollara başvurmayacağının bir güvencesi, garantisi yoktur. Belli kalemlerin yeniden bu tip operasyonlara destek vereceği, savcılık makamına gönüllü olarak oturacakları ortadadır. Dolayısıyla denklem olduğu yerde, ortada, öylece duruyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder