Cuma

Son düzlükte evet, hayır, boykot..

(Agos, 10 Eylül 2010)

Bu değil de sonraki sayıyı elimize aldığımızda 12 Eylül referandumunun sonucu artık biliyor olacağız.. 
Son düzlüğe girilirken en geniş tartışma, sol-demokrat kesimi içinde yaşanıyor, herhalde görüyorsunuz. Evet diyenler az değil. Hayır diyenler de.. BDP çizgisine paralel biçimde ama ayrı gerekçelerle boykot tavrını benimseyenler de var. Gazetemizin tavrının herhalde siz de artık biliyorsunuz. İşin doğrusu herhalde  artık bu saatten sonra kimse görüşünü değiştirecek değil, tarafların birbirini ikna etme çabaları da sonuç verecek gibi görünmüyor. Kendi adıma, koşa koşa sandığa gidip evet deme heyecanım olmadığını daha önce de yazmıştım. Son notlarımı da aktarayım
Öncelikle: aslında her referandum bir dayatmadır, argüman olarak. Önünüze bir metin koyarlar ve buna ya evet ya da hayır demenizi isterler. Bu metni bize dayatanın diğer alanlardaki faaliyetlerine bakıp “tamam da bize bunun dayatan şu şu alanlarda  hiç de parlak faaliyetlerde bulunmuyor” dersek, “O ayrı.sen metne bak, katılıyor musun katılmıyor musun” derler. “Tam aklıma yatmadı” dersen bu kez de onlar metnin dışına çıkıp “Evet demezsen şunlar şunlar olur” derler. Yani bu kez de onlar konunun dışına çıkarlar. Yani anlarsın ki aslında oylanan metin değildir, başka bir şeydir. Tam da bu yüzden aslında referandum, oylamaya konu olan metin değildir, başka bir şeyin dayatmasıdır. Bu dayatmaya katılmak istemeyebiliriz. Bu da bir tercihtir.
Kaldı ki referanduma konu olan metne gelirsek. Tartışmalı iki madde hariç (Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısı) diğer tümü TBMM’den rahatlıkla oyçokluğu ile geçecek maddelerdi. Kalan maddelerin tümüne CHP zaten destek vermişti. Bir kısmına MHP de destek vermişti. Ama, taraflar kendilerine güvenmedikleri için, en başta da AKP sadece tartışmalı iki  madde ile referanduma gitmeye güvenemediği için bu metin bize toplu bir halde sunuldu. Ancak dediğim gibi, bu bizlerin oyuna kalması gereken bir metin değildi. Sonuçta AKP’nin istediği oldu ve kimsenin zaten itiraz etmediği maddeleri metne katarak bizden oy istiyorlar. Burada apaçık bir dayatma var.Kimin marifeti olursa olsun..
Tartışmalı maddelere gelecek olursak. Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısından herhalde demokratım diyen kimse memnun değildir. Ancak bu iki kurumun üyelerin seçiminde TBMM ve Cumhurbaşkanın ağırlığının artması iyi biçimde tartışılmadı. Cumhurbaşkanı’nı önümüzdeki dönemde halkın seçeceğini de düşünürsek, popülizme, kişisel tercihlere hatta otoriterliğe hayli açık bir seçim sistemi ile karşı karşıya olduğumuz görülür. Halkın seçtiği kişi ister Erdoğan olsun, ister Bahçeli. Ya da Berlusconi, Cem Uzan tipinde bir isim. Özetle bu değişikliğin niçin bizi  heyecanlandırması gerektiği pek de net değil. Ayrıca Danıştay’ın özelleştirme, çevreye zarar veren yapılaşmalar gibi konularda artık hüküm veremeyecek olması var. Ve Anayasa Mahkemesi’ne getirilen kişisel başvuru hakkının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitme hakkımızı ne ölçüde kesintiye uğratacağı da açık değil. Buralarda sıkıntı yaşanabilir.
Öte yandan tüm partilerin oyunu oynama biçimi çirkin ama AKP’ninki özel bir ilgiyi hak ediyor. Bitaraf olan bertaraf olurdan sonra çok da dikkat çekmeyen bir vaka daha oldu. DSP-MHP-ANAP Hükümeti döneminde Barzani’ye yapılan yardımlar başbakanlık arşivinden çıkarıldı ve AKP yanlısı basın tarafından “Bahçeli hükümeti Barzani’ye yardım yapmış” diyerek son derece çiğ şoven bir dil ile manşetlere taşındı. Bu bilginin AKP tarafından basına sızdırıldığını düşünmek yanlış olmaz.
Bununla beraber Kürt sorunu ve Azınlıklar sorunu gibi devletin yapısal sorunlarına AKP’nin klasik devletçi anlayışın dışında yaklaştığını tabii ki teslim etmek gerekir. Bu, zaten toplumda –bir nebze- yaşanan dönüşümün üzerine oturmuş halde. AKP’nin de bu konuda içeriklendirilmiş bir politikası yok aslına bakılırsa. Evet dindarlıktan gelen bir yumuşaklık var ama aynı oranda devlet ve CHP’nin bu konudaki sertliğinin karşısında yer almak icab ettiği için de bu konularda atak. Özellikle Kürt Sorunu konusunda bunu görüyoruz. Ancak buradaki problem şu: bu politikaların devlet ve hükümet politikasına gelmesi için bir çaba pek yok. Her şey  Erdoğan’ın iki dudağı arasında. Bir “hak bahşetme” tavrı en olumlu politikada bile kendini hissetiriyor, ancak bu hak bahşetmelerin nerede duracağına yine Erdoğan’ın kendisi karar veriyor. “çizginin geçildiği”ni hissederse o dil 180 derece geriye dönüyor ve Genel Af önerisindeki gibi  en milliyetçi dil kullanılıyor, “özür diliyoruz” kampanyasını düzenleyen aydınlar için “Herhalde kendileri katliam yapmışlar ki özür diliyorlar” diyebiliyor. Her neyse, yer kısıtlı uzatmayayayım. Karar sizin. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder