Cuma

Nedim ve Ahmet’ten sonra..


(agos, 11 mart 2011)

Hanefi Avcı’nın gözaltına alınması, hakkında “Devrimci Karargah Örgütü üyesi olmak” gibi gayet şüpheli gerekçelerle dava açılması ve hapse atılması döneminde bu sütunlarda birkaç eğilime dikkat çekilmişti. AKP’nin TSK’yı artık gerilettiği, dolayısıyla faili  meçhul cinayetler, Güneydoğu’da devlet görevilerinin icra ettiği  kanun dışı gaddarca eylemler  gibi konularda soruşturmaların neredeyse durdurduğu, duracağını söylemiş, Ergenekon soruşturmasının artık AKP hakimiyetinin tam olarak tesisi için kullanılabileceğini vurgulamıştım. Maalesef bu algı ve gidişat güçlenerek sürüyor.
Gülen cemaatine yakın bazı polislerin Hrant Dink cinayetinde ihmalleri olabileceğini ortaya koyan ve bu bulgularını bir kitapta toplayan gazeteci Nedim Şener ile;  devlet içindeki  yasadışı eylemler hakkında yaptığı haberlerle bilinen ve Gülen cemaati hakkında bir kitap yayınlamaya hazırlanan Gazeteci Ahmet Şık’ın Ergenekoncu oldukları gerekçesiyle gözaltına alınması ve tutuklanması yeni bir kırılma noktası oldu diyebiliriz.(kırılma noktası derken soruşturmanın haklılığı hakkında kamuoyunda çok ciddi ve geniş şüpheler oluşmasından bahsediyorum)  İlk kırılma noktası Türkan Saylan’ın evinin aranmasıydı. Gülen cemaatinin resmi yayın organı konumundaki Zaman gazetesi ile AKP yanlısı sağ basının bayraktarlığında süren arama boyunca Saylan’ın Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği vasıtasıyla PKK’lı gençlere burs sağladığı gibi hayli çirkin iddialar ortaya atılmışı. Bu iddialar henüz ispatlanabilmiş değildir. Ve yapıları itibariyle de ispatlanması da çürütülmesi de zordur, zira Güneydoğulu gençlere verilen burs, kötü niyetli kişilerce her şekilde yorumlanabilir ve aynı zamanda istismar edilebilir. Keza Ahmet Şık ve Nedim Şener hakkında da Zaman gazetesi manşetten suçlayıcı salvolara başlamış durumda. Bu, iki kırılma noktasında da Gülen cemaatinin başrolde olması düşündürücü. Bu durumda çok kabaca şöyle bir hüküm vermek herhalde yanlış olmaz. Gülen cemaatini açıkça eleştirenler değil belki ama, devlet içindeki ilişki ağı hakkında kapsamlı çalışmalar yapanların başına bir şekilde bir şey geliyor. Şık gözaltına alındığında “dokunan yanar” derken belli ki bunu kastediyor. Dolayısıyla Türkiye’de mevcut iktidar içindeki güç dengeleri açısından da bu durum çok şey anlatıyor. Buraya kadar hemfikirsek son gözaltılardan rahatsızlık duyduğunu açıkça söyleyen Cumhurbaşkanı Gül bu dengeye dikkat çekiyor olamaz mı acaba? Kimbilir..
Gelelim mevcut duruma. Nedim Şener ve Ahmet Şık meselesinde birkaç zorlu süreç var. Öncelikle aynı Türkan Saylan vakasında olduğu gibi aslen cemaatin yürüttüğü bir operasyon bu, apaçık. Ve aynı Saylan vakasındaki gibi ayağa kalkan kesim Ergenekon soruşturmasının çoğu aşamasında “dur bakalım” diyen, köstek olmasa da gözü kapalı destek de vermeyen demokrat kesim. Genel (ve haklı) gerekçe, “Bu isimleri tanıyoruz, kefiliz, Ergenekoncu olamazlar.” Doğru, bence de olamazlar tabii ama karşı cephe, (Gülen cemaati, AKP ve AKP yanlısı basın) “kişisel değerlendirmelerle bu iş olmaz, hem savcılığın elinde önemli belgeler var” diyor. Demokrat cephe bu aşamada biraz  sıkıştırılıyor yani.
Bu, çözmemiz gereken bir problemi ortaya koyuyor. Hanefi Avcı operasyonundan bu yana apaçık biçimde öne çıkan mesele şu: Hanefi Avcı mesela, hayli şüpheli bir Devrimci Karargah Operasyonu soruşturması çerçevesinde içeri atıldı. O vakitler de demokrat kamuoyu “zaten işkenceciydi, ayağa fırlamaya lüzum yok” demiş ve gelişmeleri beklemeye koyulmuştu. Peşine gelen Soner Yalçın ve Odatv operasyonunun gerekçesi ayrıydı ama reaksiyon aynı oldu. Doğrusunu isterseniz bu tip isimler için ayağa fırlamak hakikaten zor oluyor, özellikle kimi isimler için insanın ağzını açası gelmiyor, zaten nihayetinde ne yaptıklarından da emin olamıyorsunuz. Savcılık da zaten bundan faydalanıyor. Sonunda ne yaptığından emin olabildiğimiz birileri içeri alınınınca ayağa fırladık. Fırladık ama dediğim gibi önümüzdeki yol biraz pürüzlü. İyi ama sol-demokrat cephenin duruşu bu “tanıdıklarımız”dan mı ibaret olacak?
Bu durumda genel bir perspektif oluşturmaya ihtiyaç var. O yüzden de sol-demokrat cephenin artık bazı asgari müşterekler etrafında birleşmesi herhalde beklenir, umulur. Peki bunlar ne olabilir?

-Öncelikle Hükümet’ten ve yargıdan beklenen, artık darbe girişimleri ile ilgili davalarda sonuca yaklaşılmasıdır. Açık dosyalar, kamuoyu üzerinde bir tehdit haline gelmektedir.Başarısız kalmış darbe girişimleri, adı üstünde başarısız kalmıştır ve bitmiştir dolayısıyla bu dosyalar artık sonuca bağlanmalıdır

-Yine Hükümet’ten ve yargıdan  beklediğimiz bu operasyonlarda gözaltına alınan eski ve yeni devlet görevlilerinin Hükümet yıkmaya çalışmak  dışında başka eylemleri varsa (bilhassa Güneydoğu’daki faaliyetler) o konuda da yoğunlaşılmasıdır.

-Savcılık bilhassa basınla ilgili operasyonlarda ne tür suçlamalar  getirdiğini baştan  söylemelidir. Gözaltına alınan faşist bir gazeteci bile olsa biz savcılıktan elinde ne tür belgeler olduğunu talep edebilmeliyiz. Zira “İş bildiğiniz gibi değil” argümanı işin ne olduğunu bilen ya da buna uygun belgeler yaratan birilerinin tepemizde oturması sonucunu yaratıyor. Buna katlanmak zuldür.

Ve bütün bunların ötesinde benim en önemli gördüğüm mesele şu: sol-demokrat cephe herşeyden önce “güçlü” ile arasına mesafe koyabilmelidir. Bu mesafe geçtiğimiz  yıllarda zaman zaman kayboldu. Sol-demokrat cephe, demokratça çıkışları olan ama  nihayetinde güçlü bir halk desteğini arkasına alan sağ bir Hükümet ile mesafesini çok açık ki, iyi ayarlamalıdır. Çünkü güçlü olan, hiç söylemeye gerek yok, yargıya ve polis gücüne de hakim demektir. Ve son bir haftada yaşadıklarımız yargıya ve polis gücüne hakim olmanın sonuçlarını da gösteriyor. Nedim ve Ahmet’in gözaltına alınmasına isyan edenler savcılığın “yazdıklarınızı dikkatle takip ediyoruz” muhtırasıyla uyarılıyor, “çok önemli delillerimiz var” denerek susturulmak isteniyor. Ben bu havayı bir yerden hatırlıyorum. Nereden mi? 12 Eylül öncesi ve sonrasında da savcıların dediği dedikti. Gözaltına alınan herkes güya terörist idi. Peki memlekette terör yok muydu? Vardı. Ve o zamanlar da sağ basın “ne malum bunların ne yaptığı?” diyerek savcıları savunuyordu..Güçlü olan bunu yapar. Ve daha önemlisi: Halk desteğiyle güçlü olanın bunu bir de kendi fikrinizmiş gibi savundurtma imkanı vardır. Bugünlerde televizyonlara çıkıp “e canım savcıların da bir bildiği olsa gerek” diyen gazeteciler bu sınıftandır. Tabii ki şartlar 12 Eylül ile birebir aynı değil, o kadarını biliyoruz. Burada temel bir ayrıma geliyoruz zaten: Güçlü iktidar ayrı, halkı desteği ile güçlü olan iktidar ayrıdır ve bu ikincisi ile kurulacak mesafe halk oyuna saygılı olan sol-demokrat cephe için daha çetrefilli bir durumdur. Ama çetrefilli olması gözardı edilmesini gerektirmez.
-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder