Pazar

Geçmişle yüzleşmenin sınırları..

(agos, 25 kasım 2011)
 “1937-1938'de jenosite  varan bir operasyonla Dersim meselesi tarihe havale edilmiş oluyor. Ama böyle de bitmiyor, bu sorun devam ediyor. Resmiyette ise bir isyan olduğu ve devletin de bunu bastırdığı tezi savunuluyor. ..Dersim isyanı, sonradan icat edilmiş bir şeydir, öyle bir şey gerçekte yoktur..Sorumlusu  devlet ve o dönemin CHP iktidarı ... Tabii 'bunu CHP yaptı' deyip, bunun üzerinden bir politika üretmek de doğru değil, çünkü o dönem başka parti yoktu zaten... Bu dönem boyunca izlenen bütün politikalarda Atatürk devletin başındadır. Fakat Aleviler, bütün bu dönemi Mustafa Kemal'den ayırmak için onun 'büyük lider' kimliğine de gölge düşmemesi için fotoğrafını alıp Hazreti Ali ile yan yana asmışlardır. Bu katliamdan haberdar olmadığına kendilerini inandırmışlardır"

Pazartesi

Van aynasında devlet, hükümet, toplum..

(agos, 18 kasım 2011)
23 Ekim'de Van ve esas olarak Erciş'i yerle bir eden depremin ardından, (arama kurtarma çalışmalarındaki ilerlemenin dışında)  devlet ve Hükümet'te görülen kayıtsızlık, kibir, laçkalık ve organizasyon bozukluğu açısından 1999'a göre bir nebze bile ilerlemediğimizi kaydetmiştik. Bu yönde sayısız konuşma ve makale de okumuş olmalısınız. Hatta ilave olarak geriye bile gidildiği düşünülebilirdi. Çünkü 1999'da devlet ve Hükümet hiç olmazsa aciz kaldığını kabul etmekteydi. Bu kez kabul değil neredeyse suçu depremzedeye ve ilgili ilgisiz kesimlere atmak gibi bir eğilim gördük AKP'de ki, bu yepyeni bir olgu idi. Keza, medya'daki "uyumlu" yapı da mevcut tabloyu görmeye pek izin vermemekteydi.

Pazar

Global sistemin muktedirleri işbaşında..

(agos, 11 kasım 2011)

7 ekim tarihli Agos yazımın başlığı “Kriz: Acaba daha yeni mi başladı?”idi. Avrupa’daki borç krizinin, Yunanistan’ın borçları konusunda varılan mutabakata rağmen yeni başlamış olabileceğine dikkat çekmiştim. Dolayasıyla oradan devam edebiliriz. Aradan bir ay geçmeden Yunanistan’daki ekonomik kriz siyasi krize dönüşmekle kalmadı, İtalya’daki ekonomik kriz de aynı yola girdi. Ve bu domino etkisinin başka hangi ülkeleri vuracaği hala belirsiz. Dahası euro dediğimiz para biriminin geleceği de belirsiz. Ve bütün bunların mantıki sonucu olarak Avrupa Birliği’nin eski cakası artık yok.
Tarihi bir dönemeçle karşı karşıyayız dolayısıyla. Mevcut tabloya bir bakalım. Yunanistan için oluşturulan ve ağır şartlar içeren yeni ekonomik borç paketi üzerinde uzlaşmaya varılmasından ve bu uzlaşmanın Avrupa, ABD ve Asya borsalarında iyimser bir hava esmesine neden oluşundan birkaç gün sonra Başbakan Papandreu bu mutabakatı referanduma götürmek isteğini açıklayıverdi, bildiğiniz gibi. Ve bu açıklamayla hem global piyasa çevrelerine hem de Avrupa başkentlerine neredeyse bir bomba düşmüş oldu. Çünkü referandum demek belirsizlik demekti piyasalara göre. Ne zaman yapılacaktı bu referandum? Ve her şeyden önemlisi hayır cevabı çıkarsa ne olacaktı? Tüm bu süre içinde piyasalar ne yapacaktı? Daha da önemlisi, “hayır” çıkarsa ve kriz diğer Avrupa ülkelerine sıçrarsa ne olacaktı? Bu panik havası içinde tüm dünya borsaları sert düşüşler yaşadılar ve bir anlamda bu gelişmeyi beğenmediklerini net bir dille söylemiş oldular. O mistifiye edilen “piyasalar” adlı şahıs konuşmuş oldu yani. 

Perşembe

"Kullanışlı" bir konsept olarak, terörle mücadele

(agos, 4 kasım 2011)
Hayli gerilen Türk-Kürt, Devlet/AKP-PKK ilişkilerine hazin bir fasıla verdiren Van depremini -maalesef- hızla unuttuktan sonra tekrar mevcut denkleme döndük. PKK saldırıları, "Terörle mücadele" konsepti, KCK operasyonları, BDP'ye her geçişte bir tekme atmak vd. AKP'nin Kürt  sorunu'nu kendi kafasındaki plan uyarınca çözme hamleleri başarısız olduğundan beri bu döngü içinde dolanıp duruyoruz. 1980'lerden ve 90'lardan -JİTEM operasyonlarını hariç tutarsak- farkı kalmayan bu konsepti, topluma pazarlama çabaları da hız kazanmış durumda beri yandan. Eski -apoletleri sökülmüş- merkez medya Hükümet'in gözüne girmek için 1990'ların, 2000'lerin dilini şevkle tekrar benimserken, yeni merkez medya ve onun çeperi de BDP ve KCK'yı itibarsızlaştırmak için her türlü imkanı kullanıyor ve -yeni dönemin faşizan bir adeti olarak- savcıların atacağı adımlar önceden köşe yazarları tarafından sevinçle "muştu"lanıyor, müstakbel zanlılara gözdağı veriliyor.
Bu denkemin oluşmasına PKK'nın da katkı yaptığını bu sayfada her zaman vurguladım. Öldürerek sonuç alma fikrinden vazgeçmiş değil ve bir ihtimal bu yolla devletin sert yüzünü siyasal Kürt hareketine teşhir etmek istiyor, Hükümet'le pazarlık şansı elde etmeyi amaçlıyor ve yine bir ihtimal AKP'nin önceki hükümetlerden -bilhassa DYP'den- farkı olmadığını göstermeye niyetleniyor. Bunlar dışında nihai niyet nedir, bilemiyoruz, ancak hamlelerinin sonuçları Türkler ve Kürtler arasındaki zihinsel kopuşu genişletmekten başka bir işe yaramıyor. Eğer maksat buysa, az kaldı. Özetle ve açık olmak gerekirse, attığı adımlar "ısrarla beraber yaşamak isteyen" bir örgütün atacağı adımlara benzemiyor.
Fakat yine de biz Türkiye'i ve Hükümet'i odak noktamıza oturtmak durumundayız. Zira PKK ile gerek gördüğünde masaya oturan da o, masadan kalkan da o, Öcalan'a avukatlarıyla görüşme yasağı getiren de o, silahsız "düz ovada" siyaset yapmaya çalışan Kürt hareketini hapse tıkan da o. Ve artık -derin devlet beni engelliyor- gibi bir mazereti olmayan da o. Dolayısıyla muhatabamız bellidir, Hükümet'tir.