Pazartesi

Van aynasında devlet, hükümet, toplum..

(agos, 18 kasım 2011)
23 Ekim'de Van ve esas olarak Erciş'i yerle bir eden depremin ardından, (arama kurtarma çalışmalarındaki ilerlemenin dışında)  devlet ve Hükümet'te görülen kayıtsızlık, kibir, laçkalık ve organizasyon bozukluğu açısından 1999'a göre bir nebze bile ilerlemediğimizi kaydetmiştik. Bu yönde sayısız konuşma ve makale de okumuş olmalısınız. Hatta ilave olarak geriye bile gidildiği düşünülebilirdi. Çünkü 1999'da devlet ve Hükümet hiç olmazsa aciz kaldığını kabul etmekteydi. Bu kez kabul değil neredeyse suçu depremzedeye ve ilgili ilgisiz kesimlere atmak gibi bir eğilim gördük AKP'de ki, bu yepyeni bir olgu idi. Keza, medya'daki "uyumlu" yapı da mevcut tabloyu görmeye pek izin vermemekteydi.

Bu can sıkıcı tablo ile ne yapacağımızı düşünürken 9 kasım Çarşamba akşamı Van merkezli yeni bir deprem yaşandı, 5,6 şiddetinde. Ve hızla farkedildi ki bu yeni deprem ilk depreme oranla daha az şiddetli gibi görünse de daha yıkıcı sonuçlara yol açmıştır Van'da. Böylece ilk depremden yaklaşık 20 gün sonra bütün o olanların ardından yeniden devlet, hükümet ve toplum olarak nerede olduğumuzu test etme talihsizliği yaşadık. Ve gördük ki ısrarlı ve istikrarlı bir biçimde topluca  bir çöküş  yaşamaktayız. Zira skandal bile denemeyecek, boşvermişlikle de açıklanamayacak bir tablo ile karşı karşıyayız. En yakıcısı ile başlayalım: ilk depremde hasar gören Bayram Oteli'nin doğru dürüst bir hasar tespitinden geçmediğini farkettik, bu ikinci depremle. Yani ilgililer, yetkililer, depremden sonra arçı sarsıntılar sürmesine rağmen Van merkezindeki hasarlı  binaları ciddi  bir kontrolden geçirmemiş, "oturulabilir"  ya da "oturulamaz" raporu vermek için gecelerini gündüzlerine katmamışlardı. (Bir parantez açalım burada. Önemli basın kuruluşları da bölgeye gönderdikleri muhabirlerin bu cins bir hasarlı otelde kalmasında beis görmemişlerdi. Bu da işin özel ve sivil yönü. Topluca bir çöküş derken bunu kastediyorum)Ve ölümlerin ardından bu tespit meselesi  kendisiyle ilgili bir konu değilmiş gibi "kim yapmışsa, kim oturulabilir raporu vermişse bulacağız" diyen bir Başbakan gördük. Şu denemedi pek: madem belediyeye ve sivil topluma pek bir alan bırakmadınız, o halde, sizin yapmanız gerekiyordu?. (TMMOB'un raporundan bir bölüm aktarmama izin verin: "Van Valiliğince 28 Ekim 2011 Cuma günü saat 23.52 itibariyle kamuoyuna yapılan açıklamada; Van merkezinde bulunan kamu yapılarının hasar tespitlerine ilişkin olarak Vilayet Binası, Askeri ve Emniyet Müdürlüğüne ait binalar ve lojmanlar, Savcılık ve Adalet Bakanlığına bağlı lojman binaları ve bazı hastaneler, alış merkezleri dahil olmak üzere toplam 112 binadan 34 binanın hasarlı oturulamaz 23 binanın ise hasarlı-oturulabilir olduğu belirtilmiştir. Bu tespitlerde okullar ve yıkılan otel binaları yer almamaktadır. (vurgu benim. YD) Ayrıca bütün hasar tespitlerinde kullanılan hasarlı ancak oturulabilir ifadesi de dikkat çekicidir.Bölgede yapılan incelemelerde bu tespitlerin dahi gerçek durumu yansıtmadığı ve yeterli olamadığı görülmektedir."
Rapor gayet açık. Bununla da kalmıyor mesele. "Bundan sonra deprem olmaz. Az hasarlı binalara girebilirsiniz" diyen bir bakanı var bu Hükümet'in. Bu bakanın mesela normal olarak görevine devam edememesi lazım. Ama bakıyoruz hiç o yönde bir işaret yok.
Hükümet cephesinde bu tabloya rağmen kibir ve ilgisizlik sürdü. Organizasyon bozukluğu sonucu çadır alamayan, alanların ise soğuktan ağır hastalıklar geçirdiği bir ortamda anlayışla karşılanabilecek protesto gösterileri biber gazı ve coplarla bastırıldı, bu gösterilere katılanlar "provokatör" olmakla suçlandı. Şu benim için gayet açıklayıcıydı: 2. Van depremi gecesinde kendisiyle röportaj yapan bir tv kanalına derdini anlatmaya çalışan, ancak muhabir tarafından geçiştirilen yaşlı bir kadıncağız, ertesi gün coplanan, gaz sıkılan göstericiler arasındaydı. Bir gece önceki hali aklıma kazındığı için hemen tanımıştım. İnsanları dinlemeyen, onları hakir gören, eylem yapmak zorunda kaldıklarında ise onları provokatörlükle suçlayan bir "devlet"ti,  gördüğümüz. 
Fakat bu tablo muhtemelen bir aşamadan sonra AKP yönetiminin dikkatini çekmiş olacak ki  bazı gazeteler Erdoğan'ın Van'da yetkililerle bir toplantı yaptığını ve ilgili bakan ve bürokratları fırçaladığını yazdılar. Sözkonusu haberlere bakılırsa Erdoğan bu toplantıda "Siz, bana sorunu tam anlatmamışsınız. Burada sorun çok daha ciddi" demişti. Gerçekten Erdoğan kapalı kapılar ardından böyle bir çıkış yaptı mı, bilinmez, bu tip haberler Erdoğan'ın prestiji düşünülerek sızdırılmış da olabilir. Ancak mevcut durum  şudur: Van'da şu an bazı çadırlarda 15 kişi birden kalıyor ve soğuk yüzünden bilhassa çocuk ve yaşlılar zatüree gibi hastalıklarla karşı karşıyalar. Soğuğa bağlı ölümler maalesef başlamış durumda. 
Ve bir şu afet bölgesi meselesi var. Depremlerin ardından gerek muhalefet, gerekse bölge halkı sık sık neden Van'ın afet bölgesi ilan edilmediğini sormaktalar. Doğrusu bu soruya doyurucu bir yanıt alınamadı. Hükümet çevrelerinden gelen açıklama "afet bölgesi ilan edersek buraya çivi bile çakamayız" şeklinde. Van'ı yıkıp yeniden yapmak gibi bir niyet var, bunu biliyoruz ve anladığım kadarıyla afet bölgesi ilan edilmesi durumunda bunun aksayacağını düşünmekteler. Fakat bölge halkının doyurucu bir yardım alamadığı hesaba katıldığında en azından şu aşamada afet bölgesi olmanın daha "işe yarar" olabilme ihtimali de var. Kaldı ki "afet bölgesi ilan edilmesi halinde yerel yönetimlerin insiyatif kazanacağı", "tüm kaynakların bölgeye ayrılacağı" "bu nedenle hükümet'in ikircikli davrandığı" gibi yorumlar da var. Afet bölgesi meselesi açıklığa kavuşmuş değil, sonuç olarak. 
Bu kadar badirenin ardından artık insanlar Van'ı terkediyorlar. Gazetelere televizyonlara yansıyanlar, Van'ın artık bir hayalet kent olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla depremin ilk günlerinde büyük bir tantana ile açıklanan vergi, ssk primi ertelemeleri gibi adımların artık pek  karşılığı yok. Çünkü artık Van'da kimse yok. Son verilere göre Van'ı terkedenlerin sayısı 300 bin'i geçmiş durumda. Üstelik burada bile bir "sınıf" farkı söz konusu. Akrabaları ve gidecek yerleri olanlar, kenti terkedebiliyor. Yoksul ve gidecek yeri olmayanlar ise çadırlarda dondurucu soğukla ve hastalıkla başetmek zorunda. Ve en önemlisi: giden gitmeyen tüm bu insanların aslında psikolojik desteğe ihtiyacı var. deprem travmasının üzerine bir de göç travması yaşayan bu insanlar zor ama çok zor durumdalar. 
Bütün bu olup bitenler karşısında devletin ve hükümet'in bu kibirli ve sert tavrını nasıl yorumlamalı peki? Bu rahatlık bize bir şey anlatmalı. Görünen şu: Bütün ileri demokrasi  hamlelerine rağmen yoksul ve  merkez'in bakışıyla "hesaba katılabilir" bir özellik göstermeyen vatandaşlar, pek de "üzerine titrenecek" vatandaşlar olmuyor maalesef. Burada tarihsel bir süreklilik var ve bu bozulmadı. Onlara Osmanlı ve Cumhuriyet nasıl davrandıysa, öyle  davranılabilir. Hakir görerek, itiraz ettiklerinde nankörlükle suçlayarak, kimi zaman dalga geçerek (bir bakanın 'sarayda oturuyorsunuz' esprisini hatırlayın), iş ciddiye bindiğinde kaba kuvvet kullanarak. Ama en sonunda "hepimiz kardeşiz" diyerek. Bu topraklardaki  ceberrut devlet geleneğini yaşatıyor yani, AKP. Bu gelenekle yaşamak, çok zor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder