Pazar

Global sistemin muktedirleri işbaşında..

(agos, 11 kasım 2011)

7 ekim tarihli Agos yazımın başlığı “Kriz: Acaba daha yeni mi başladı?”idi. Avrupa’daki borç krizinin, Yunanistan’ın borçları konusunda varılan mutabakata rağmen yeni başlamış olabileceğine dikkat çekmiştim. Dolayasıyla oradan devam edebiliriz. Aradan bir ay geçmeden Yunanistan’daki ekonomik kriz siyasi krize dönüşmekle kalmadı, İtalya’daki ekonomik kriz de aynı yola girdi. Ve bu domino etkisinin başka hangi ülkeleri vuracaği hala belirsiz. Dahası euro dediğimiz para biriminin geleceği de belirsiz. Ve bütün bunların mantıki sonucu olarak Avrupa Birliği’nin eski cakası artık yok.
Tarihi bir dönemeçle karşı karşıyayız dolayısıyla. Mevcut tabloya bir bakalım. Yunanistan için oluşturulan ve ağır şartlar içeren yeni ekonomik borç paketi üzerinde uzlaşmaya varılmasından ve bu uzlaşmanın Avrupa, ABD ve Asya borsalarında iyimser bir hava esmesine neden oluşundan birkaç gün sonra Başbakan Papandreu bu mutabakatı referanduma götürmek isteğini açıklayıverdi, bildiğiniz gibi. Ve bu açıklamayla hem global piyasa çevrelerine hem de Avrupa başkentlerine neredeyse bir bomba düşmüş oldu. Çünkü referandum demek belirsizlik demekti piyasalara göre. Ne zaman yapılacaktı bu referandum? Ve her şeyden önemlisi hayır cevabı çıkarsa ne olacaktı? Tüm bu süre içinde piyasalar ne yapacaktı? Daha da önemlisi, “hayır” çıkarsa ve kriz diğer Avrupa ülkelerine sıçrarsa ne olacaktı? Bu panik havası içinde tüm dünya borsaları sert düşüşler yaşadılar ve bir anlamda bu gelişmeyi beğenmediklerini net bir dille söylemiş oldular. O mistifiye edilen “piyasalar” adlı şahıs konuşmuş oldu yani. 

Aynı bomba etkisi başkentlerde de görüldü demiştik. Kriz sürecini yöneten iki lider pozisyonundaki Fransa devlet başkanı Sarkozy ve Almanya Başbakanı Merkel derhal olağanüstü bir toplantı düzenlediler ve Papandreu’yu bu toplantıya çağırdılar. Zira bir nevi façaları bozulmuştu. Krizi çözen liderler olarak boy gösterdikleri günün akşamında her şey tuzla buz olmuştu. Bunun hesabını Papandreu’dan soracakları açıktı. Öyle de yaptılar. G-20 zirvesinin yapılacağı Cannes’da,zirveden bir gün önce Papandreu’yu sertçe uyardılar. Sonra kameralar karşısına geçip hayır çıkarsa Yunanistan’ın euro dışında kalacağını söylediler. Bu arada üzerinde mutabakata varılmış birinci borç paketinin vadesi gelmiş ödemesinin de askıya alındığını zevkle not ettiler. Papandreu sıkışmıştı. Mutabakata evet dediği ve borç krizini iyi yönetemidiği için ülkesinde zaten siyasi hayatı bitmişti. Peki neden referandum kartını ortaya atmıştı? Rivayet muhtelif. Muhtemelen mevcut siyasi hayatı bitmiş olsa da tarihsel siyasi sorumluluğu üstlenmek istememişti. Ya da bu adımın ülkede siyasi bir deprem yaratacağını ve hükümetten uzaklaştırılacağını öngörmüştü. Böylece borç paketinin en zorlu olan “uygulama” aşaması başka bir hükümetçe icra ediliyor olacaktı. En az üzerinde durulan ihtimal, gerçekten demokrasi adına bir çıkış yaparak bunu halka sormayı istemiş olması.. Böylesine büyük bir kurtlar sofrasında kimsenin böyle bir ilkeyle hareket edeceğine ihtimal verilmiyor. Yine de bu ihtimale de küçük bir yer ayırmak gerekebilir.. Buraya tekrar döneceğiz.
İşte bu depremin ve hesapların tam ortasında Yunanistan’da hareketlenme başladı ve Papandreu’nun partisinden bazı milletvekilleri muhalefetteki bazı milletvekilleri ile blok oluşturarak bir milli birlik hükümeti istediler. Bu Papandreu açısından yolun sonu demekti. Tabii bilinemez, belki de böyle bir gelişme hesaplamıştı. Sonuçta ülkesine döndü ve yeni bir seçim hükümeti kurulması şartıyla referandumdan vazgeçti. Yine aynı şartla Başbakanlığı da bırakacağını da söyledi. Yazının yazıldığı saatlerde yeni hükümet pazarlıkları sürmekteydi. En güçlü aday, ülkeyi euro’ya sokan, eski merkez bankası başkanı ve yine eski Avrupa Merkez Bankası başkan yardımcısı Papademos. Artık kimse referandumdan söz etmiyor. Yunanistan ve dünya, şimdi bir teknokratlar hükümet kurulmasını bekliyor. Muhtemelen buna piyasalar ve AB çevrelerinin bir itirazı olmayacaktır. Demokrasi askıya alınabilir yani, mevzubahis borçlarsa. Üstüne üstlük AB, Yunanistan’dan anlaşmaya uygun kalacağına dair  bir teminat da istiyor. Bildiğiniz banka-müşteri hukuku var, ne demokrasisi?
İtalya da benzer bir durumda. Orada ülke borçları epey yüksek bir düzeye çıkmış durumda ve yeni borçlanmalar yıllık yüzde 6’nın epey üzerinde bir faizle gerçekleşiyor. Yani sistem, İtalya ve Berlusconi’yi de kıskaca almış durumda. Makul bir başbakanlık dışında her şeyi yaptı Berlusconi, bu ortada. Ancak mevcut durumda halkın seçtiği lider o. Fakat aynı mekanizma burada da işledi: “piyasalar” ve AB elitleri başka bir başbakan görmek istediler, ilk aşamada seçime gerek kalmadan. Çünkü “sistem” tehlikede. Berlusconi artık yolun sonuna geldiğini farketti ve boyun eğdi. İstifa ediyor ve yeni seçimde yer almayacak. Ancak bundan sonrası hala belirsiz. “Piyasalar” denen şahsın ve AB’nin istediği aktörler  “borçlanma faizi” silahını kullanarak Roma’yı sıkıştırmaya devam edebilir. Bilmeyenler için, şöyle oluyor: Bir hükümet düzenli olarak borç bulabilmek için ülke tahvili satışa çıkarıyor. Bu tahvilin faizi büyük oyuncuların yer aldığı serbest bir rekabet ortamında cereyan ediyor, ancak piyasalar sizin kötü durumda olduğunuza kanaat getirmişlerse bu kağıtları yüksek faizle satabiliyorsunuz. Zor durumdaki bir işadamına tefecilerin anlaşarak yüksek faizle borç vermesi gibi.
Peki bütün bu manzara bize ne söylüyor? Öncelikle şu nokta artık ayan beyan ortaya çıktı. Çok genel tabloda AB’nin siyasi ve ekonomik kriterleri ile hemfikir olabiliriz ancak bilhassa son 10 yılda, AB’nin siyasi ve ekonomik elitler tarafından yönetilen bir birlik olduğunu ve aslına bakılırsa sistemin pek de iyi işlemediğini görmek gerekiyor. Bu saptamalar yeni değil hiç şüphesiz ancak son kriz bu “çarpıklığın” iyice ortaya çıkmasına neden oldu. Niyeti muhtemelen bu değildi ama Papandreu’nun referandum çıkışı bu çarpıklığı düzeltmese bile sistemi şöye bir sarsabilirdi. Dolayısıyla tehlike büyüktü. AB elitleri bunu göze alamadı ve “piyasalar” ile birlikte bu ihtimalin gerçekleşmemesi için şantaj da dahil olmak üzere tüm silahları kullandılar. Başarılı da oldular. Yunanistan (ve İtalya’yı) şimdi bir teknokratlar hükümeti bekliyor ama neyse ki “borçlar güvende”.. Meşhur fıkradaki gibi, ameliyat başarılı geçti ama hasta sizlere ömür.
Bunun da ötesinde, genel siyasi manada bu olup bitenlerden nasıl bir ders çıkarabiliriz? Global kapitalist sistemin dara düştüğünde demokrasiden filan kolayca vazgeçtiğini biliyoruz, bunda da yeni bir şey yok. Belki şu: istediğini yapıyor, buna büyük bir meşruiyet kazandırıyor (Yunanistan ve Türkiye dahil tüm Dünya basını Papandreu’nun kendini ateşe attığı konusunda hemfikirdi) ve bu güçlü dalgaya karşı çıkacak başka bir akım hala yok. Amerika ve İngiltere’de güç kazanan “işgal” hareketleri tabanın itirazını seslendiriyor olsa da sistematik bir itiraz ve alternatif için bakılması gereken yerlerden biri, Sol.. Geçen ayki yazıyı “açık konuşalım, tribünde seyirciyiz” diye bitirmiştim. O zamandan bu zamana pek bir şey değişmedi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder