Pazar

Geçmişle yüzleşmenin sınırları..

(agos, 25 kasım 2011)
 “1937-1938'de jenosite  varan bir operasyonla Dersim meselesi tarihe havale edilmiş oluyor. Ama böyle de bitmiyor, bu sorun devam ediyor. Resmiyette ise bir isyan olduğu ve devletin de bunu bastırdığı tezi savunuluyor. ..Dersim isyanı, sonradan icat edilmiş bir şeydir, öyle bir şey gerçekte yoktur..Sorumlusu  devlet ve o dönemin CHP iktidarı ... Tabii 'bunu CHP yaptı' deyip, bunun üzerinden bir politika üretmek de doğru değil, çünkü o dönem başka parti yoktu zaten... Bu dönem boyunca izlenen bütün politikalarda Atatürk devletin başındadır. Fakat Aleviler, bütün bu dönemi Mustafa Kemal'den ayırmak için onun 'büyük lider' kimliğine de gölge düşmemesi için fotoğrafını alıp Hazreti Ali ile yan yana asmışlardır. Bu katliamdan haberdar olmadığına kendilerini inandırmışlardır"

CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün’ün CHP’de büyük gürültü koparan açıklamalarını hatırlayarak başlayalım dedim.  En çarpıcı kısımlar böyle. Zaman gazetesine konuşan Aygün’ün röportajının yayınlanmasından sonra bildiğiniz gibi aralarında Haluk Koç, Nur Serter gibi isimlerinde bulunduğu bir grup CHP’li bildiri  hazırladı. Bu sözleri “kabul edilebilir” bulmadılar ve genel başkan ile CHP organlarını bu konuda tavır koymaya çağırdılar. Bunun üzerine  biliyorsunuz önce genel merkezce Aygün’den savunma istendi sonra Genel Başkan Kılıçdaroğlu bildiri verenleri kastederek  “herkes parti disiplinine uyacak” dedi . Böylece kendi aklınca bir orta yol buldu, idare-i maslahat yaptı. AKP ise CHP’nin bu perişan halini gördü ve şu günlerde olayın tadını çıkarmakla meşgul.
CHP ile başlayalım. Aygün’ün şu yukarıda özetlenen sözleri -gerçekçi olmak gerekirse- CHP’den şu aşamada çıkabilecek en makul sözlerdi. (ki devlet ve CHP’nin pozisyonu açısından az da olsa hala savunmacı bir ton seziliyor) Bu sözler bile CHP içindeki devletçi kanatta büyük reaksiyon yaratabiliyor, Dersim’li bir genel başkan varken (belki de tam da bu nedenle) bir güç testini andırır tavırla ortaya çıkabiliyorlar. Yani bu kanat gücünü koruyor CHP’de, belli.  Fakat bu, aslına bakarsanız siyasi olduğu kadar da insani bir mesele. Tanıkların bile hala hayatta olduğu bir gaddarlıkla dürüstçe yüzleşmekten kaçınmak , artık siyasi bir tavrın da ötesine geçmiş ve “insaniyet”le alakalı bir duruma gelmiştir. Dolayısıyla Aygün’ü kınayan isimlere CHP yönetimi aslında siyasi değil insani bir cevap vermeli idi.  Vermedi. Kılıçdaroğlu bununla kalmadı “Bu Erdoğan yarın öbür gün Ermeni soykırımını da kabul eder” dedi. CHP için nasıl da utanılası bir durum..Bu konuya tekrar döneceğiz.
CHP çevrelerinden gelen bir de cılız savunma var, (ki Aygün’ün açıklamalarında da bu var) o vakitler  bir tek parti sistemi olduğu, dolayısıyla bunu mevcut CHP’ninin üstüne yıkmamak gerektiği yönünde. Soralım o zaman:  Tek parti döneminin otoriter gaddarca uygulamaları şimdiki CHP ile ilişkilendirilebilir mi? Tartışmaya açık bir konu olmakla beraber bence ilişkilendirilebilir. Zira her CHP yönetimi Atatürk ve İnönü’yü eski genel başkanları saydıklarına göre, burada inkar edilemez bir süreklilik mevcuttur. Ve zaten zurnanın  zırt dediği yer de burasıdır. Zira CHP yönetimin asıl bu meseleyle hesaplaşması gerekmektedir. Gayet hassas bir noktaya geldik. Şöyle diyeyim: -öyle olmadığını biliyoruz ama- madem ki merkez solda ve emekten, demokrasiden yana olduğunu iddia eden bir partisin, tek parti döneminde, yani başka partilerin faaliyetine izin verilmediğ i bir dönemde genel başkanlık yapmış liderleri genel başkanlar silsilesine katmamalısın. Katamazsın. Biri devletin kurucusu, diğeri de onun devamcısı.  “Ama onlar kurucumuz?” diyeceksin de,  onlar, aslında “ devlet”i  kuranlardır. Ve devleti, bu otoriter devleti kurarken CHP’yi de bir alet, bir cihaz olarak kullanmışlardır, yönetmek için. Bilmeyen yok, tek parti yönetiminde devlet ve CHP içiçe geçmiş, valiler il başkanlarından il başkanları valilerden  seçilmiştir. Devleti cumhurbaşkanı, başbakan ve parti genel sekreterinden oluşan bir “üçlü” yönetmiştir.  Dolayasıyla sol olma iddiasındaki bir parti tüm reaksiyonları göz alarak bu geleneği , bu mirası reddeder ilk önce. Devlet kuran parti olmak övünme vesilesi  değildir, bir sol parti için, tam tersine bucak bucak kaçılması gereken bir özelliktir. Ve tabii bu gelenekten   sıyrılınca devamı da gelmeli ve Dersim harekatı başa olmak üzere her türlü baskıcı/o zaman öyle gerekiyordu’cu  uygulama ile yüzleşilmelidir.  
AKP’nin  tutumuna gelecek olursak. Siyasi bir fırsatı değerlendirmekteler, bu gayet açık ve bunun yanısıra kabul edelim ki bu cephenin de bazı falsoları var, düşünsel  manada. Olaya sadece “Celal Bayar ve Fevzi Çakmak da bu işin içindeydi” penceresinden bakmayalım.  AKP’nin de devamcısı olduğu DP-AP geleneğinden ve daha geniş perspektifte bakalım. Ve şu soruları soralım: Dersim’de olup bitenler ne zaman bu geleneğin meselesi oldu ki? Erdoğan Dersim’le ilgili belgeler açıklıyor bugünlerde. Neden bugün? Neyi beklediniz? CHP’de bu konuda tartışma çıkmasını mı?  (Hatırlanacaktır bundan önceki Dersim tartışmasında AKP’nin bu konuya girmesi  de CHP’li Onur Öymen’in çam devirmesi sonucu olmuştu, AKP kendi iradesiyle bu konuyu tartışmaya açmamıştı) Devam edelim. Çoğu zaman açıkça yapılan Yahudi düşmanlığı ne zaman bu geleneğin meselesi oldu? Güneydoğu’da hem 1980 öncesi hem de 1980 sonrası cereyan eden baskıcı sert politika ne zaman bu geleneğin meselesi oldu? Hiç olmadı. Bunlar sadece devletçi/ulusalcı  kanatla Cumhuriyet boyunca yürütülen egemenlik mücadelesinde yerine ve zamanına göre kullanılan manivelalar oldular. Şimdi de olup biten büyük ölçüde  budur. Asıl soruyu soralım. Bu sağ-muhafazakar gelenek, çoğunluğun azınlığa hakimiyeti/tahakkümü konusunda tek parti zihniyetinden ne kadar farklı bir argüman ve siyaset geliştirebildi? Çok açık ki  sağ-muhafazakar gelenek de o dönemki sessiz kalış/ortak oluşları da dahil olmak üzere bir muhasebe yapmalı. Erdoğan hala Kılıçdaroğlu’dan bahsederken “mezhebini açıklamaktan utanma” diyor, bundaki gizli istihza ve ayrımcılığı görmek hiç zor değil. Kürt meselesinde halihazırda geldiğimiz yer de ortada. Siyasal Kürt hareketi üzerinde kurulan muazzam baskı da zihniyet açısından tek parti dönemini hayli andırıyor, doğrusu.
Velhasıl.. Dersim, şimdi iki partiye,daha doğrusu  iki geleneğe de bir imkan sunuyor. 1915’te olup bitenler de dahil olmak üzere, bu ülkede çoğunluğun azınlığa çektirdiği ezalarla yüzleşecek misiniz? CHP, “bu iş benim boyumu, çapımı aşar, ben sıkışınca kendini  resmi  ideolojinin kollarına atan bir partiyim, bu işte yokum” dedi.  Hatta ve hatta yukarıda da bahsettiğimiz gibi “Erdoğan bu gidişle Ermeni soykırımını da kabul eder” diyerek kendince AKP’yi de resmi görüşe yaklaşması için uyardı. AKP’nin bu konuda gayet “resmi-görüşçü” olduğunu da biliyoruz. Zaten yanıt da gecikmedi ve şöyle dedi  Erdoğan. Aynen aktarıyorum.: “Sen beni gelip Ermeni diasporası ile aynı yere oturtmaya kalkıyorsun. sana yazıklar olsun... Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Tayyip Erdoğan'ı, Ermeni diasporası ile aynı yere oturtacak olanın alnını karışlarım. Haddini bileceksin..”  Ezcümle, geçmişle hesaplaşmanın hadleri belli olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder