Salı

Film aynı da, senaryo biraz değişti..


(agos, 24 mart 2011)
Batı’nın Libya’ya karşı gayet hızlı, kapsamı hayli geniş bir  “Uçuşa yasak bölge” kararı çıkarması (ki bu karar işgal dışında hemen her şeyi kapsayan muğlak ve geniş bir ifadeyle çıktı) ve bir gün sonrasında Fransa’nın kendini öne fırlatmasıyla bombardımana başlaması bir harekat bekleyen ama bu kadar hızlı beklemeyen dünya kamuoyunu az da olsa  şaşkınlığa uğratmış görünüyor. Bir ABD-İngiltere-Fransa-İtalya ortak yapımı gibi görünen operasyon başlar başlamaz “Yeni bir Irak mı, yeni bir Afganistan mı, demokrasi bahanesiyle petrollere mi el  konuyor” soruları ortaya atıldı, tartışmalar başladı. Yani aynı filmi mi seyrediyoruz sorusu sorulmaktadır ve gayet de haklı bir sorudur. Ancak bu sefer sanki tür olarak yine “dram-macera” seyrediyor olmamıza rağmen senaryoda bazı farklılıklar olduğunu düşünmek için yeterli sebep var. Öncelikle Batı, her zamankinden daha fazla görüş ayrılığı yaşamakta ve ABD sanki  “bu sefer önderliği siz alın bakalım, görelim ne yapıyorsunuz” der gibi.
Operasyonun Fransa’nın kendi öne fırlatmasıyla başlaması dikkat çekici. Fransa neden bu kadar hevesliydi acaba operasyona başlama konusunda? Genel görüş Sarkozy’nin kaybettiği siyasi prestjini bu yolla toplama peşinde olduğu. Muhtemelen doğrudur ama bu kadarla  sınırlı olacağını düşünmüyorum. Sarkozy bir ihtimal Fransa’nın NATO ve ABD’ye mesafe koyduğu yıllar boyunca Ortadoğu pastasından yeterince “pay” alamadığını düşünmüş de olabilir. Irak işgali sonrası “pasta”nın  neredeyse tümünü ABD’nin, kalanını da İngiltere’nin alması belli ki Sarkozy’nin çiğ kapitalist dünyasında silinmez bir iz bırakmış. Bu dediğim tahmin tabii, somut bir veri yok. Beri yandan Fransa’nın böylesine öne fırlaması, Batı dünyasını hayli rahatsız etmiş görünüyor. Merkel Almanya’sı başından beri bu işten uzak duruyor. İtalya başlarda operasyonun destekçisiydi ancak bir komuta “anarşisi” (tabir bir İtalyan dışişleri yetkilisine ait) olduğunu ve bu anarşi ortamında Kuzey Afrika pazarındaki başlıca rakibi Fransa’nın rol kaptığını görür görmez üslerini kullandırma imkanını şarta bağladı. O şart da operasyonun NATO şemsiyesi altında olması. Dolayısıyla İtalya’nın da ayrı bir cephe teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Rusya ve Çin operasyon kararına ilk başta çekimser davranarak köstek olmadılar. Ancak operasyon başladıktan sonra ortaya çıkan manzara bu iki ülkeyi de karşı cepheye itti. Doğrusu mevcut tablonun gerektirdiği müdahale şartlarının biraz ötesinde bir durum olduğunu düşünebiliriz.Ooperasyonun nihai amacı ve şiddettinin belirsizliğine dikkat çekiliyor. Doğrusu haksız şüpheler değil, Libya’nın zengin petrol ve doğalgaz yatakları  dikkate alınırsa. Tabii bu meşru itirazların ardında bu iki ülkenin de müdahale sonrası Libya’da kimin borusunun öteceği ile ilgili şüpheleri de vardır muhakkak.
Geliyoruz ABD ve Türkiye’nin pozisyonuna. Obama biraz bu işe arkadan itildiği havasını yaymaya çalışıyor gibi  zira Irak ve Afganistan nedeniyle ABD’nin prestiji tüm dünyada yerlerde sürünüyor. Ve ekonomik krizden çıkmaya çalışan ülkesinin halkına bir üçüncü cephe açılmasını anlatması zor olabilir. Çok belli ki Afganistan ve Irak işgallerinin ilk günlerinde ülke içinden ABD yönetimlerine gelen destek Obama’dan esirgenecek. Öncelikle iki işgalde de yaşanan başarısızlık var. Ve tabii  bir diğer etken bu tip işgallere nihayetinde cumhuriyetçi sağ tabanın onay veriyor oluşudur, tarihsel olarak. Bu desteğin Obama’ya verilmeyeceği gün gibi ortada. E, Demokrat taban da herhalde “Libya’yı vurmak içi ne bekliyoruz” diye ortalığı ayağa kaldıracak değil. Bu tabloyu dikkate alan Obama Kaddafi’nin muhtemel katliamına seyirci kalmamak adına operasyona girdi ancak hemen iki gün sonra komutayı devretmek niyetinde olduğunu söyledi. Bu durumda spotlar NATO, İngiltere ve Fransa’nın üzerine çevriliyor. Almanya ve Türkiye’nin tavrı NATO’yu –şimdilik- kitlemiş  durumda. Erdoğan’ın şartlarını okumuş olmalısınız. Okumadıysanız kendi ağzından özetleyelim:
 “Burada NATO kalkıp da Libya’nın yeraltı zenginliklerini peşkeş çekmek için görev ifa edecekse Türkiye olarak olamayız dedik. Nasıl yer alırız? Mesela Bingazi Havalimanı’nı, insani yardımların dağıtımını üstlenebiliriz. Aynı şekilde denizde Girit ile Bingazi arasını deniz kuvvetlerimizle kontrol edebiliriz. Fakat muharip güç olarak Türkiye düşünülecek olursa muharip güç olarak yer alamayız. Hiçbir zaman bizim uçaklarımızın Libya halkına yönelik bomba yağdırmasını düşünmemiz mümkün değil.”
NATO seçeneğinin kilitlenmesi durumunda (ki 28 üyesi olan teşkilatın bir üyesi bile veto derse, karar alınamıyor) operasyonun liderliğini fiilen İngiltere ya da Fransa devralabilir ki, bu durum hem meşruiyet hem de Batı dünyasındaki iç hesaplar açısından hayli sorun yaracaktır. İtalya’nın pozisyonunu az önce aktardık. Fransa ve İngiltere arasında perde arkasında bir çekişme yaşandığından söz ediliyor. Dolayısıyla bu cephede işler kolay olmayacak.
Bu durumda top bir kez daha Türkiye’nin ayağına gelmiş durumda ve AKP, daha doğrusu Başbakan Erdoğan bu topu iyi kullanmak  istiyor. BM kararına onay veren Arap Birliği Batı’nın bir anda Libya’ya çullanışını görünce hafiften geri adım attı ve “sivillerin vurulduğu bir operasyon istemiyoruz” dedi. Dolayısıyla Arap aleminin operayona gözü kapalı destek vermediğini düşünmek mümkün. Erdoğan belli ki Arap alemindeki güçlü psikolojik  etkisini korumak istiyor. Kaldı ki Arap ve İslam aleminin psikolojik önderliği Erdoğan için artık bir kol uzatma mesfaesinde, gayet açık. Ayrıca Türkiye’nin Fransa’nın dümen suyunda ilerlemek istemeyişi de anlaşılır. AB sözkonusu olunca Türkiye’ye sayısız engel çıkaran Fransa’nın şimdi Türkiye’nin onayına ihtiyaç duyması diplomatik açıdan kaçırılmayacak bir kart, AKP açısından, bu da açık. Pek dile getirilmeyen bir durum daha var yalnız. Türkiye Kaddafi yönetimiyle hayli iyi ticari bağlar kurmuş durumdaydı. Söylenenlere göre Türkiye’nin Libya’da hala devam etmekte olan müteahhitlik/inşaat  işlerinin toplamı 15,5 milyar dolar, üstlenilen işlerin toplamı da 25 milyar dolar. Batı operasyonunun nihayete ulaşması ve Kaddafi’nin devrilmesi bütün bu anlaşmaların buharlaşması demek. Bölgeyi iyi bilen işadamları Kaddafi’nin gitmesi ve Libya’nın işgal edilmesi durumunda Türkiye’nin aynı Irak’ta olduğu gibi Batılı şirketlerin taşeronu durumuna düşeceğine dikkat çekiyorlar. Dolayısıyla Hükümet’in pozisyon belirlerken bu durumu da dikkate alması mümkündür.Ankara  “Kaddafi dursun” diye tutturamayacağına ve  ön sıralarda yer kapma zamanı da kaçtığına göre hem İslam aleminde prestijli hem de “düzen kuranlar” masasında çok da fena arkalarda bir sandalye peşinde, tarifi de yukarıda Erdoğan’ın sözlerinde duruyor.
Türkiye’nin pozisyonu bu. Yine de bu hafta sonuna doğru NATO konusunda Türkiye’nin ikna edilip bir anlaşmaya varılması kuvvetle muhtemel. Zira AKP sonuçta operasyonu kilitleyen ülke pozisyonuna da düşmek istemez.
Şimdi, tüm bu tabloya şöyle bir geriye çekilip bakacak olursak: Libya’nın kaderini Kaddafi’nin iki dudağının arasından çıkacak kararlara bırakmak da iç ferahlatıcı değil tabii, bu durumda Libya’da sivil katliamı yaşanmayacağının da garantisi yok. Yani yine herkesin bir dereceye kadar haklı olduğu bir tablo var  karşımızda. Yine de burada bir riyakarlık ligi oluşturacaksak, iki ay öncesine kadar Kaddafi ile kolkola silah/petrol anlaşmalarına imza atan, şimdi ise Libya’ya bomba yağdıran Batı dünyasını üst sıralara koymak gerekecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder