Salı

ABD-Türkiye: Beraber yürüsek biz bu yollarda..

(24 mayıs 203, agos)

Başbakan Erdoğan ve beraberindeki heyetin ABD başkanı Obama ile yaptığı görüşme her açıdan önemliydi. Şöyle bir dönem içinde gerçekleşti ziyaret. “Çözüm süreci”nin –görünürde- yolunda gittiği, ekonomide büyük çaplı anlaşmalara (3.havalimanı, nükleer santral) imza atıldığı, kredi derecelendirme kuruluşlarından yeni bir not artışının gelmek üzere olduğu (ve görüşme günü geldiği) öte yandan Reyhanlı saldırısının şaşkınlık ve öfke yarattığı, dolayısıyla AKP’nin Suriye politikalarının ister istemez bir kez daha masaya yatırıldığı bir dönem. İşte böyle bir dönemde bir ABD Başkanı, Erdoğan ile ilk kez bahçede uzun bir basın toplantısı düzenledi, peşine Başkan Yardımcısı Joe Biden ve Dışişleri Bakanı Kerry, Erdoğan’ı bir öğle yemeğinde ağırladı ve  akşam da dar kapsamlı bir yemekte yeniden biraraya gelindi. İlk kez bir Türkiye Başbakanı böyle bir izzet ve ikramla ağırlanıyor.
Erdoğan ve ekibinin daha 13 yıl önce Milli Görüş geleneği içinde olduğunu hatırlarsak müthiş bir dönüşüm bu. ABD ve onun stratejik ortağı İsrail’e alabildiğine mesafeli duran bir gelenekten çıkan ve doğru yolun global kapitalizmin içinde yar almak olduğunu, bunun için de ilkeli gibi görünen ama alabildiğine esnek bir politika izlemek gerektiğini düşünen AKP, bu esnekliği-pragmatizmiyle hem hatırı sayılır bir oy oranını konsolide etmiş, hem -ve böylece- yurtiçindeki rakip ve düşmanlarını kesin bir mağlubiyete uğratmış, hem de global sistemin “kalbine” girmeyi başarmış görünüyor. Evet gelen mesajlardan anlaşılan Türkiye’nin Suriye konusundaki  “heves”i ABD tarafından dizginlenmiş ve AKP Obama’dan  duymak istediklerini duyamamıştır. Ancak bu ve diğer konularda genel hatlarıyla “aynı çizgi” üzerinde yürüme konusunda anlaştıklarını düşünebiliriz.
Genel tablo şu: ABD ve AKP görünürdeki Suriye görüş ayrılığına rağmen her zamankinden daha fazla işbirliği görüntüsü içindedir. Üstelik  AKP Türkiye’de bilinegelen ve alışılagelen algıyı tersine çevirmiş ve “ABD’nin istediklerini yapan ülke” konumundan ABD’ye “bir şeyler yaptırmak isteyen ülke” konumuna geçmeye niyetlenmiş ve böyle bir imaj çizmiştir. Böyle tarif edince –ki iktidar çevreleri tabloyu zaten ısrarla böyle tarif etmektedirler- pek bir mesele yokmuş gibi görünmekte. Hatta bundan gurur bile duymamız istenmekte. AKP’nin algıyı nasıl da tersine çevirebildiğini görüyoruz burada açık açık.  Çünkü talep eden taraf  Hükümet olunca sanki Türkiye ABD ile yakın bir işbirliği içinde değilmiş havası yaratılabiliyor.
Bazen bir konuya aşırı biçimde konsantre oluruz ve neredeyse gözümüz başka bir şeyi görmez. Dolayısıyla ara sıra kafamızı kaldırıp şöyle bir etrafa bakmakta fayda vardır. Tam da burada mesela Irak’a bakmakta fayda var. Erdoğan Obama ile bir dizi görüşme yaparken Irak’ta olup bitenler çok dikkat çekmedi Türkiye’de.. Oysa bültenlere yansıyanlar ülkede şiddetin yeniden artış eğilimine girdiğini, Sünni ve Şii cephenin yine bombalı saldırılar vasıtasıyla boğaz boğaza geldiğini gösteriyor. Sadece Nisan ayındaki saldırılar sonucunda 700 kişi hayatını kaybetmiş durumuda. Bu yılki kayıp sayısı 1500. Son bir haftanın bilançosuna baktığımızda ise hem Sünni hem Şii hem de diğer gruplardan olmak olmak üzere yaklaşık 300 kişinin hayatını kaybettiğin yüzlerce kişinin de yaralandığını görüyoruz. Ülkede şiddetin ABD askerlerinin 2011 yılında çekilmesinden bu yana en geniş alana yayıldığı bildiriliyor. Özetle,  Irak hala –ve yeniden- bir mezhepler hesaplaşması içinde can çekişiyor.

Irak’taki bu tablonun sorumlularından biri, hiç şüphe yok ki ABD yönetimidir. Obama yönetimi asker çekme ve artık bu tür operasyonlara bulaşmama politikasıyla dünyadaki ABD karşıtı havayı biraz yumuşatmaya çalışsa da, bu tablodaki sorumluluğun büyük oranda eskisiyle-yenisiyle ABD yönetiminde ve onun Ortadoğu politikasında olduğunu teslim etmek durumundayız.  Devam etmeden şu notu düşmekte fayda var. Irak ve Suriye aynı değil. elbette ki iki ülkedeki dinamikler hayli farklıdır. Saddam ve Esad epey farklıdır. Suriye’de olup bitenler, oradaki muhalif dinamikler, Esad yönetiminin muhalefeti bastırma politikasında kullandığı şiddet, ABD’nin yeni Ortadoğu politikası, evet bunların hepsi farklıdır. Dolayısıyla Irak ve Suriye’yi aynı yere koyamayız. Şu da var elbette. Suriye’de zor durumda olan binlerce insan var ve Türkiye’nin bu insanlara sırtını dönmesi de mümkün değildir.
Ancak son bir haftadır  Suriye’den gelen haberler, burada da aynı Irak gibi bir mezhep savaşı alevinin büyümekte olduğunu, Sünni savaşçılarla Esad yönetimine yardıma gelen Hizbullah gibi Şii örgütlerin gaddarca  yöntemlerle savaştığını, dizginsiz bir şiddetin yaygınlaştığını gösteriyor. Üstelik son Reyhanlı saldırısı bu şiddetin bölgeye doğru genişleme eğilimine girdiğini de gösteriyor.  İşte  böyle bir tablo içinde iktidar ve çevresinin ilgilenmemizi istediği konu, ABD ile yapılan pazarlıklardır. Oysa bölge hakkında kabaca bir tahminde bulunsak bile, bu aşamadan sonra Esad gitse bile –aynı Irak gibi- iç savaş koşullarının süreceğini, bölgedeki iki büyük kampın (Şii güçler ve El-Kaide/Selefil gruplar) burayı da bir gövde gösterisi sahasına dönüştüreceğini görebiliriz.
AKP’ye sormamız gereken soru şudur: Türkiye bu hesaplaşmanın neresinde ve ne şekilde yer alacaktır? Suriye konusunda hala en baştan saptanan –ve bazı öngörülerin tutmadığı- çizgi içinde mi kalınacaktır? Yoksa bu kan gölünü durdurmak için yeni politikalar yeni arayışlar mı gündeme gelecektir? Bilemiyoruz. Ancak geçen hafta gördüğümüz manzara, Irak’ın bu hale gelmesinde oynadığı rolün hesabını hala vermeyen ABD yönetimi ile “aşırı yakın” olmaktan çocukça bir neşe duyan, “beraber ıslandık yağan yağmurda” diye mesajlar atan bir AKP heyetine işaret ediyordu. Kuşkusuz yepyeni bir aşama bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder