Pazartesi

Sel: Doğa’nın merkez sağ’dan intikamı..

(birikim, sayı 246, ekim 2009)

Eylül ayının ilk yarısına Trakya ve İstanbul’da hayatı birkaç günlüğüne felç eden ve 40’a yakın insanın hayatına mal olan sel “felaketi” damgasını vurdu. Ancak yetkililerin olup biteni “felaket” olarak sunmakta ısrar etmelerine rağmen bir skandal ile karşı karşıya olduğumuz konusunda geniş bir konsensüs vardır. Ve tarihin (ve de siyasetin) tuhaf bir cilvesi midir bilinmez, “skandal” tam da Hasankeyf’e baraj yapılması konusunda nihai dönemeçlerden birinin daha geçildiği ve İstanbul’a 3. köprü yapılması konusunda AKP Hükümeti’nin kesin kararlılığını beyan ettiği döneme denk gelmiştir ve bu haliyle “merkez sağ” siyasetin ve onun kalkınmacı-imarcı takıntısının ne kadar yıkıcı olabileceğini görmemiz için bize bir fırsat sunmaktadır.

AKP’nin üşüten baharı

(agos, 15 eylül, 2011)
Hafta boyunca belli ki Kürt  Sorunu'nda girdiğimiz yeni virajın  yanısıra Başbakan Erdoğan'ın Arap Baharı turu'nu da konuşacağız. Zira, Türkiye'de yüzde 50'lik bir oy oranı ile tam egemenliği yakalayan AKP, dışarıda daha doğrusu OrtaDoğu'da da benzer bir popülarite yakalamış durumda. Pazartesi akşamı Arap Baharı turu'nun ilk durağı olan Mısır'a giden Erdoğan geniş ve coşkulu bir kalabalık tarafından karşılandı. Havaalanına iner inmez bu kalabalığı  Arapça selamlayan Erdoğan "İslam'ın kurtarıcısı, Allah'ın azizi Erdoğan" sloganlarıyla karşılık aldı.  Erdoğan buradan Tunus ve Libya'ya gidecek. Tablo Türkiye'nin geleneksel dış politika tercihlerini yansıtmaması açısından ilk bakışta yadırgatıcı bulunabilir ama mümkün mertebe soğukkanlı bir biçimde bakmaya çalıştığımızda şunu görüyoruz. Ortadoğu'da -yeni yönetimler bilinmez ama- halk düzeyinde ibre açıkça Erdoğan'ı gösteriyor. Hem Arap Baharı yaşanıyor, Batı ve Nato'nun desteğiyle otoriter rejimlerden kartlarını yanlış oynayanlar yıkılıyor, hem İsrail uzun süreli bir yalnızlığın içinde, AKP bu yalnızlığı ve İsrail'in dağınık politikasını iyi kullanıyor, hem de bu yolda AKP'ye çelme takacak iç tehditlerin tümü bertaraf edilmiş durumda. Dolayısıyla Erdoğan bölge liderliğine artık rahat rahat oynayabilir. Peki bu tablo bize ne anlatıyor? 

Siyasetin giderek silinişi (ya da, “bir gün herkes AKP’li olursa”)

(agos, 8 eylül 2011)
Bayram tatili hiç de siyasetin durup soluk aldığı bir aralık olmadı. Tam tersine peşpeşe içte ve dışta çok önemli gelişmeler yaşadık. Müstafi Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in  1 yıl önce yaptığı tahmin edilen birlik içi bir konuşmanın internete sızması gayetle önemliydi.  Konuşmanın nasıl kaydedildiği maalesef iktidar çevrelerinde ve AKP yanlısı basında konu edilmedi. Oysa bu da en az konuşmada söylenenler kadar önemliydi. Ancak kamuoyu ister istemez konuşmanın içeriğine odaklandı. Konuşmayla TSK’nın lagarlığı ve  bu lagarlıkla doğru orantılı kibri bir kez daha gözler önüne serildi. Kayıt meselesine gelirsek, toplantıya katılan komutanlardan birinin kaydetmesi kuvvetle muhtemel bir konuşma gibi duruyor, işin doğrusu. Dolayısıyla bu kaydın yapılabiliyor ve yayınlanabiliyor oluşu da başlıbaşına açıklayıcı: Egemenlik,  el değiştirdi.

Cuma

Yeniden tedip ve tenkil politikası..


(agos, 25 ağustos 2011)
“Hükümet, ....’de iki seneden beri ıslahat programı uyguluyor.Bu program mıntıkayı medenileştirmek için bütün vasıtalarla ve hususi hükümler dahilinde orada geniş bir çalışma teferruatını ihtiva etmektedir. Bunu şimdiye kadar orada kanuna muhalefetten zevk ve kuvvet almış bazı resiler iyi karşılamadılar. Islahat programına muhalefet ve mukavemet etmek istediler.. ....’de ıslahat ve medenileştirme programı yürüyecektir....”
“Şark hudutlarımızda Kürt isyanı yoktur. Cehalet şevkile şekavet yoluna dökülmüş bazı vatandaşların elbette er geç cezalarını görecek münasebetsiz hareketleri vardır. Unutulmamalıdır ki Türkiye’de ırk olarak adlarına Kürt denen Türkler yalnız Ağrı ve Süphan Dağı’na çıkan üç beş haydutan ibaret değildir.”
“.... ilindeki incelemelerim sırasında ekonomiyi önemli surette zarara sokan ve bu il dahilindeki en önemli amillerinden olan Aşkirik, Gürk, Dağbey, Haryi köylerinin tedip ve tenkiline zorunluluk gördüm (...) bu bölgede çok şımarık bir durum almış olan bütün Kürt köylerine bir etki yapmak ve devlet nüfuzunu hakim kılmak için ....nakledilecek bir hava kıtası ile bu köyleri tahrip etmenin uygun olacağı düşüncesindeyim..”
Alıntılardan ilki, İsmet İnönü’nün sözleri..Boş yerlere Tunceli’yi koyunuz..Sözkonusu olan Dersim katliamı dönemidir. İkinci alıntı Yunus Nadi’ye ait. Sözkonusu olan Ağrı isyanı dönemidir. Üçüncü alıntıda boş yere Erzincan ilini koyunuz. Sözlerin sahibi dönemin Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak. Yıl, 1930, yine Ağrı isyanı dönemidir. (Alıntıların tümü için kaynak: Devlet Söyleminde Kürt Sorunu, Mesut Yeğen, İletişim yayınları, ikinci baskı, 2003)
Bu alıntıları buraya alarak şu bönlüğü yapmak niyetinde değilim: Efendim işte 70-80 yıldır değişen bir şey yok, hep aynı. Hayır. Hiç şüphesiz çok şey değişti, hem siyasi Kürt hareketinde hem de “Egemenler”in bakışında.

Yeni iktidarın yapısı..


(agos, 11 ağustos 2011)
Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve emekliliği yaklaşan kuvvet komutanlarının istifa etmesinin ardından yeni bir döneme girdiğimiz ortada. Zaten bu yönde bol bol yorum ve makale okumuş olmalısınız. Bu istifalar AKP-Gülen cephesinin ordu karşısında geri adım atmama prensibinin mantıki ve doğal bir sonucu olarak görülse  de, olup bitenler hiç şüphesiz tarihte bir dönemeç oluşturacak.Artık o topa bir daha girmeyip, iki soruya yanıt aramaya çalışacağım.1) Bu sadece AKP’nin marifeti mi? 2) Ne yani sivilleştik, demokratikleştik mi, her şey tamam mı?

Pazartesi

Benim neslim de, bu faşizmden bıktı...

(agos, 4 ağustos, 2011)
Yeni dönemin laik/şehirli elitizmini kahvehane mantığıyla harmanlayarak kendine özgü bir stil yaratan gazetecilerden  Yılmaz Özdil’in geçen haftaki yazısını okumuş olmalısınız. Tam da geçen hafta bu gazetenin  şikayet ettiği “cımbız” diplomasisinin tatsız sonuçları üzerine kaplan gibi atlayan Özdil ibretlik bir yazı çıkardı ortaya. Neydi olay? Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan, Hürriyet’in Moskova muhabiri  Nerdun Hacıoğlu’nun haberine göre Ermenistan’daki öğrencilere “Biz Karabağ’ı aldık, Ağrı’yı almak da sizin göreviniz” mealinde laflar etmiş.Bunun üzerine siyasestte kopan fırtınayı biliyorsunuz zaten. Sarkisyan’ın tam olarak ne dediğini geçen hafta bu gazete okudunuz. Sözlerinin tümü okunduğunda tablo değişiyor. Gelin Özdil’e geçmeden önce biz Hürriyet’teki versiyonu dikkate dahi alsak, haberde ne olduğuna bakalım. Evet Nerdun Hacıoğlu’nun 26 temmuz tarihli haberi malum  sözleri aktardıktan sonra bir “ama” ile,  yani şöyle bitiyor: “...Ama şunu da söylemem gerek. Günümüz dünyasında ülkelerin itibarı yüzölçümüyle ölçülmüyor. Ermenistan modern, güvenli ve ekonomide başarılı ülke olursa itibarı da o denli yüksek olacaktır”
Hürriyet’in haberi böyle bitiyor.

Perşembe

Norveç: yeni bir eşik mi?

(agos, 28 temmuz 2011)

Cuma günü Norveç’te meydana gelen  saldırıyla ilgili olarak her gün yeni ayrıntılar okuyoruz, öğreniyoruz. Saldırgan (Anders Breivik) muhtemel çoğu kişi tarafından ruhsal dengesi bozuk biri olarak görülecektir ve bir ihtimal kendisine tıbbi olarak böyle bir tanı konacaktır. Ancak saldırganın ruhsal durumu ne olursa bu korkunç ve gaddarca saldırı ister istemez tüm spotları Avrupa’da sağ akımlar üzerine çevirecektir.
Öncelikle saldınını Norveç gibi dünyanın en “mutena” ülkelerinden birinden meydana gelmesi şaşırtıcı sayılıyor. Fakat Avrupa’yı gözucuyla bile takip eden bir gözlemci İskandinav ülkelerinde steril/ırkçı bir düşüncenin ta II.Dünya Savaşı yıllarından beri boy verdiğini usul usul geliştiğini, 90’larda ise hayli güçlendiğini bilir. Bu açıdan bakıldığında şaşırtıcı değil demeyeceğim (böyle bir katilam dünyanın her yerinde “beklenmedik”tir) ancak  “ne alakası var?” denecek bir durum da yok.
Asıl önemli ve ayırdedici olan ilk ayrıntı şu:  saldırı, ırkçı saldırıların genel geçer özelliğini taşımıyor. Kurban sayısının yanısıra bu saldırıyı “farklı” ve “köşetaşı” yapan da bu. Saldırgan, iktidardaki İşçi Partisi’nin (ve tüm çok-kültürcü marksistlerin/sosyal demokratların) Müslümanlara müsahama gösterdiğini düşündüğü için hedefe Hükümet’i ve iktidardaki partinin gençlik kollarını koydu. Yani hedef/kurban, kendi toplumunun “ırkçı olmayanları”  oldu, yabancılar değil. Ve üstelik kendi toplumuna karşı da epey gaddarca davrandı. Bu açıdan bakıldığında yepyeni bir durumla karşı karşıyayız.