Perşembe

Norveç: yeni bir eşik mi?

(agos, 28 temmuz 2011)

Cuma günü Norveç’te meydana gelen  saldırıyla ilgili olarak her gün yeni ayrıntılar okuyoruz, öğreniyoruz. Saldırgan (Anders Breivik) muhtemel çoğu kişi tarafından ruhsal dengesi bozuk biri olarak görülecektir ve bir ihtimal kendisine tıbbi olarak böyle bir tanı konacaktır. Ancak saldırganın ruhsal durumu ne olursa bu korkunç ve gaddarca saldırı ister istemez tüm spotları Avrupa’da sağ akımlar üzerine çevirecektir.
Öncelikle saldınını Norveç gibi dünyanın en “mutena” ülkelerinden birinden meydana gelmesi şaşırtıcı sayılıyor. Fakat Avrupa’yı gözucuyla bile takip eden bir gözlemci İskandinav ülkelerinde steril/ırkçı bir düşüncenin ta II.Dünya Savaşı yıllarından beri boy verdiğini usul usul geliştiğini, 90’larda ise hayli güçlendiğini bilir. Bu açıdan bakıldığında şaşırtıcı değil demeyeceğim (böyle bir katilam dünyanın her yerinde “beklenmedik”tir) ancak  “ne alakası var?” denecek bir durum da yok.
Asıl önemli ve ayırdedici olan ilk ayrıntı şu:  saldırı, ırkçı saldırıların genel geçer özelliğini taşımıyor. Kurban sayısının yanısıra bu saldırıyı “farklı” ve “köşetaşı” yapan da bu. Saldırgan, iktidardaki İşçi Partisi’nin (ve tüm çok-kültürcü marksistlerin/sosyal demokratların) Müslümanlara müsahama gösterdiğini düşündüğü için hedefe Hükümet’i ve iktidardaki partinin gençlik kollarını koydu. Yani hedef/kurban, kendi toplumunun “ırkçı olmayanları”  oldu, yabancılar değil. Ve üstelik kendi toplumuna karşı da epey gaddarca davrandı. Bu açıdan bakıldığında yepyeni bir durumla karşı karşıyayız.
Peki bu saldırı tarzı, Avrupa’da yeni bir akımın habercisi mi? Zira bilindiği gibi bugüne kadar Avrupa’daki ırkçı saldırıların hedefinde Müslümanlar vardı. Kah döverek ya da öldürerek, kah camilere kesilmiş domuz kafası bırakarak ya da ırkçı sloganlar yazarak icra edilen bu eylemlerde amaç Müslümanları (ve Doğuluları) Avrupa’dan uzak tutmak, onları Avrupa’ya yerleşme fikrinden caydırmaktı. Şimdi bu saldırıdan sonra hedef “çeşitlenebilir” mi? Avrupa’nın ırkçıları; Avrupa’nın sosyal demokratlarını, liberallerini, solcularını ya da çok özetle söyleyecek olursak “ırkçı olmayanlarını” hedef alabilir mi? Bundan sonrası için tahminde bulunmak tabii ki güç ancak saldırganın ilk duruşmadaki ifadeleri epey düşündürücü.
Breivik, ifadesinde bir grubun parçası olduğunu ve kendisi gibi iki hücre daha bulunduğunu söyledi. Keza saldırganın İngiltere’de son zamanlarda adından sıkça söz ettiren sağcı İngiliz Savunma Birliği  adlı grupla ilgisi olup olmadığı araştırılıyor. (Hatta, “var” deniyor) 1500 küsur sayfalık manifestosunu İngilizce bir isimle yazması ve “Londra, 2011” ibaresiyle bitirmesi şüpheleri artırıyor. İngiliz Daily Telegraph gazetesine göre kendisini Ortaçağ'daki Tapınak Şövalyelerinin takipçisi olarak tanıtan Brievik, 2002 yılının Nisan ayında Londra'da iki İngiliz vatandaşının ev sahipliğinde sekiz kişinin katıldığı bir zirvede bu görevi üstlenmiş. Bu şimdilik bir iddia tabii. Gazete de saldırganın İngiliz Savunma Birliği ile temas halinde olduğu görüşünde.

Dolayısıyla önümüzde “saldırgan acaba geniş bir ağın parçası mı?” sorusu olduğu gibi duruyor. Bunu polisiye  araştırmalar söyleyecek bize. Fakat, bu cins bir şiddeti vazetmeseler bile Avrupa’da merkezin epey sağındaki partilerin yükselişte olduğunu yıllardır konuşuyoruz, yazıyoruz, çiziyoruz. Son tablo: Fransa’da Le Pen’in partisi 2012 başkanlık seçimlerinde 3. Sırada görülüyor. Hollanda’da ırkçı Wilders’in partisi yine yoklamalara göre 3. Sırada. Yine Kuzey Avrupa’ya bakacak olursak “Gerçek Finliler”, Danimarka Halk Partisi ve İsveç’te “Demorkatlar” bir yükseliş trendi içindeler.. Keza Macaristan’da da ırkçı “Jobbik”ler 3. Parti konumundalar.

Burada saldırının ikinci ayırdedici özelliğine de değinmek lazım. Saldırgan bir zamanlar bu partilerin Norveç’teki denginin bir üyesi imiş. Ancak partisini yeterince “kararlı” bulmamış. Yani yükselişlerinden ürktüğümüz aşırı sağ partileri bile “yeterince kararlı” bulmayan bir  eylemci tipolojisi mi yetişiyor? Cevabını “ürpererek” araştıracağımız ikinci  soru da bu olacak herhalde.
Ve tablonun ana motifi. Mevcut durumda  bu aşırı sağ partilerin yükselişi kadar, merkez partilerin “sağ” söylemlerini de dert etmek gerekiyor. Bilhassa Fransa ve İtalya’da iktidardaki isimlerin ve partilerin göçmenlere bakışı gitgide sertleşiyor. Romanlar ve Afrikalılar konusunda hem hükümet politikaları hem de kamuoyu algısı giderek “sağa”a kayıyor. İsviçre’deki minare karşıtı kampanya hala hatırlarda olsa gerek.  Son olarak Fransa sadece 15 iş grubu için AB dışından göçmen alacağını açıkladı. İnşaat sektöründe birçok meslek dış göçe kapatılıyor. Bu tip eylemcilerin yetişmesinden merkez partilerin sorumsuz çıkışlarını sorumlu tutanların sayısı az değil. Ve tabii haklılar.
Sonuç olarak:  bu eylem bir eşik mi? Yani artık ırkçı saldırılar konusunda yepyeni bir döneme mi giriyoruz? Bunu şimdiden bilmek zor olsa da şunu biliyoruz:  “Medeniyetler çatışması” taraftarları muhtemelen ellerini oğuşturmaktalar. Ve muhtemelen Batı ile Doğu arasında bir uzlaşmazlık,  birarada yaşayamazlık olduğunu savununlar da ellerini oğuşturmaktalar.  Gayet iyi bilinir ki bu görüş, nadiren “silah” kuşanarak ortaya çıkar. Genellikle tezini tarihi göndermelere, felsefi argümanlara dayandırır. Nihai amacı ise izole ülkeler, izole “bölgeler”dir. Bu izolasyon içinde rahat ederler ve ideolojik iktidarlarını korurlar.  Uluslararası bir düzlemde olmak, uluslararası –ve “insanı” temel alan -bir değerler bütünü içinde olmak, onlar için “cehennem”dir. Bu görüşün Avrupa’daki sahipleri El-Kaide’nin ortaya çıkmasıyla rahat bir  nefes almışlardı. Çünkü onlara göre tezleri doğrulanmış oluyordu. Norveç’ten sonra yine aynı görüşün bu kez Doğu’daki sahipleri muhtemelen rahat bir nefes almışlardır. Çünkü bu son gelişmeyle onlar da kendi etraflarına dönüp “gördünüz mü, aynı dünyanın insanları değiliz” diyerek duvarları yükseltmeye girişeceklerdir. Zaten bu görüşün Batı’daki sahipleri ile Doğu’daki sahipleri görünürde “karşıt” imiş gibi durmalarına rağmen bir paranın iki yüzü gibidir. Bu “dünyanın” gerçek karşıtı ise sol ve demokrat fikriyattır. Zaten Norveçli saldırganın da kendine hedef olarak Müslümanlar’dan sonra sol’u seçmesi maalesef tesadüf değil. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder