Pazartesi

AKP’nin üşüten baharı

(agos, 15 eylül, 2011)
Hafta boyunca belli ki Kürt  Sorunu'nda girdiğimiz yeni virajın  yanısıra Başbakan Erdoğan'ın Arap Baharı turu'nu da konuşacağız. Zira, Türkiye'de yüzde 50'lik bir oy oranı ile tam egemenliği yakalayan AKP, dışarıda daha doğrusu OrtaDoğu'da da benzer bir popülarite yakalamış durumda. Pazartesi akşamı Arap Baharı turu'nun ilk durağı olan Mısır'a giden Erdoğan geniş ve coşkulu bir kalabalık tarafından karşılandı. Havaalanına iner inmez bu kalabalığı  Arapça selamlayan Erdoğan "İslam'ın kurtarıcısı, Allah'ın azizi Erdoğan" sloganlarıyla karşılık aldı.  Erdoğan buradan Tunus ve Libya'ya gidecek. Tablo Türkiye'nin geleneksel dış politika tercihlerini yansıtmaması açısından ilk bakışta yadırgatıcı bulunabilir ama mümkün mertebe soğukkanlı bir biçimde bakmaya çalıştığımızda şunu görüyoruz. Ortadoğu'da -yeni yönetimler bilinmez ama- halk düzeyinde ibre açıkça Erdoğan'ı gösteriyor. Hem Arap Baharı yaşanıyor, Batı ve Nato'nun desteğiyle otoriter rejimlerden kartlarını yanlış oynayanlar yıkılıyor, hem İsrail uzun süreli bir yalnızlığın içinde, AKP bu yalnızlığı ve İsrail'in dağınık politikasını iyi kullanıyor, hem de bu yolda AKP'ye çelme takacak iç tehditlerin tümü bertaraf edilmiş durumda. Dolayısıyla Erdoğan bölge liderliğine artık rahat rahat oynayabilir. Peki bu tablo bize ne anlatıyor? 

Şunu demek istiyoruz. İçeride tek parti hakimiyeti kuruldu kurulmasına ancak, PKK ve Kürt Sorunu'nda iyiye gidiş yok. Bilhassa PKK'nın etkinliği açısından neredeyse Öcalan'ın yakalanışı öncesi döneme bile dönülebilir.Böyle bir tablo içinde İktidar nasıl bir denklemin içine oturtuyor Türkiye'yi?
Şöyle söyleyelim: İddia ve bahis büyük... İsrail devletinin eski gücünde olmadığını (ki bunun nedenlerinden biri de ABD'nin eski gücünde olmayışıdır) ülkedeki mevcut hükümetin yalpaladığını, siyasi istikrarın da bir türlü kurulamadığını gören AKP bu alanda el artırmakta beis görmedi. Hiç şüphe yok İsrail'in Mavi Marmara konusunda ve geriye dönük bakacak olursak Gazze/Filistin konusunda uygulayageldiği politikalar ancak "haydut devlet" tanımıyla  açıklanabilir. Fakat bu tablo içinde AKP'nin şöyle ya da böyle mutlaka Ortadoğu'da söz sahibi olma arzusu, hatta hırsı içinde olduğunu gözardı edemeyiz. Hatırlayalım,  yaklaşık 4 yıl önce İsrail ile Suriye arasında arabulucuk vehmediyordu kendine AKP. Şimdi İsrail'i  geçtim, Suriye'ye bile girecek durumda Türkiye. Yeter ki söz sahibi olsun, sözü dinlensin. Bir "bölgenin abisi" olma takıntısı var AKP'nin. Ama bunu biliyoruz zaten. 
Özetle  İsrail konusundaki -en diplomatik deyimle- "aktif" politikanın Arap ülkelerinde (bilhassa da İsrail konusunda yıllardır kendi yönetimleri tarafından uyutulduğunu düşünen ülkelerde) büyük bir yantı ve karşılık bulacağını bilmiyor olamaz Erdoğan ve Davutoğlu. Görünen, bu hesapların doğru çıktığıdır. Libya'yı şu an bilemeyiz ama Kahire'deki hava bunu gösteriyor. Kaldı ki, İsrail meselesi gündemde değilken bile AKP içeride kurduğu iktidar modeli  açısından Arap ülkelerine örnek olarak gösterilmekteydi. Bütün bu model içinde İsrail'e karşı yürütülecek sert bir politikayı engelleyebilecek yegane güç olan TSK'nın da artık AKP'ye bağlı hale geldiğine dikkat çekelim. 
İlerleyelim. AKP işte ancak böyle bir tablo içinde füze kalkanı projesine dahil olabilirdi. Ve oldu da. İran'a karşı kurulduğu ayan beyan ortada olan füze kalkanı sistemine AKP uzun süre NATO içinde muhalefet etmişti hatırlanacaktır. İran ile yakın dönemde sıkı bağlar içinde olan AKP böyle bir projeye dahil olmamak için elinden gelen yaptı, hatta Brezilya ile birlikte İran için yeni bir nükleer program anlaşması da yaptı Ahmedinejad ile.. Batı bu anlaşmaya dikkate almasa da Türkiye İran konusunda pozisyonunu değiştirmeyeceğinin altını net biçimde çizmiş oluyordu. Dolaysıyla "Türkiye Ortadoğu liderliğinde İran ile rakip oluyor" yorumları belki bir parça gerçeği yansıtıyor olabilir ancak İran ve Türkiye'nin iki yandan Kandil Dağı'na kara harekatı yapıyor ve yapacak oluşu denklemin bu kadar basit olmadığını gösteriyor. Bu bıçaksırtı denge içinde AKP hem İran ile beraber, hem de ayrı ayrı yürümeyi göze almıştır, Bu ip üstü yürüyüşte kazanacağı ödül büyük, ödeyeceği bedel ise füze kalkanı konusunda "dün dündür, bugün bugündür" tavrı takınmak ve ABD ile birlikte fotoğraf vermekten hiç kaçınmamak. 
Dolayısıyla geliyoruz Kürt meselesine. AKP, PKK'nın şiddet dozunu artırmasından aslında hiç de şikayetçi değildir, mevcut  tablo içinde. Kendince bir kazan kazan taktiği uyguluyor AKP, PKK'nın da oyuna katılmasıyla. Bir ihtimal, eli kulağında olan kara harekatı, bugüne kadarkiler gibi sonuçsuz/göstermelik bir harekat olmayabilir. TSK'yı tamamen kontrolü altına alan ve İran'ın da Kandil'e diğer kanattan girmesini kağıt üzerinde garanti altına alan AKP belki de bu sefer daha sonuç alıcı bir harekat peşinde olacaktır. PKK'nın önemli zayiatlar vererek en azından uzunca bir süre için geri çekilmesini ve bu aşamadan sonra Öcalan ile yeniden pazarlığa oturmayı hesaplıyor olabilir AKP. Böylece kafasındaki Kürt sorunu çözüm planını rahatlıkta hayata geçirmek mümkün olacaktır bu senaryoda. Yani bu sütunlarda  hep dikkat çektiğim üzere sadece Kürtler için değil tüm toplum için daha eşit ve demokratik bir çözümden çok;  AKP zirvelerindeki isimlerin iki dudağı arasından çıkacak bir "hak bahşetme" formülü böylece işlerlik kazanabilir. Bu, gayet açık ki, çözüm gibi görünen, ama sorunu halı altına süpüren bir yaklaşım olacaktır. 
Hiç şüphesiz bütün bunlar senaryo.Böyle durumlarda genellikle evdeki  hesap çarşıya uymaz , yol üzerinde hiç hesaba katılmayan gelişmeler patlak verir ve plan uygulanamayabilir. Ancak yukarıda çizmeye çalıştığım ve hiç de fantastik durmayan senaryo için epey hazırlık yapıldığı ortada. Özetle bu yol haritası aynen hayata geçirilemese bile (PKK'nın direnişini ve uluslararası dengelerdeki  olası değişmeleri de hesaba katmak gerekir) AKP'nin Kürt Sorunu ve Ortadoğu'ya bakışındaki temel doğrultunun bu olduğunu söyleyebiliriz. 2010 yıllında cereyan eden MİT-PKK görüşmesindeki hava artık tamamen yok olmuş durumda, gördüğümüz kadarıyla. İki tarafın da bu imkanı heban ettiğini içimiz yanarak görüyoruz. 
Pekala, bugüne dönecek olursak. İçeride artan anti-demokratik uygulamalar, devlet/hükümet baskısı (Hopa, Gerze'de olup bitenler,  Ahmet Şık ve Nedim Şener'in gülünç gerekçelerle hapse tıkılması, dolayısıyla AKP'yi eleştirmenin  artık bir terör suçu sayılagelmesi) da hesaba katıldığında, "sivilleşme" bahsinin artık tamamen kapanıp, sağ-baskıcı ve muhalif seslerin tamamen susturulduğu bir döneme girdiğimizi (bir kez daha) olanca netliğiyle görüyoruz. Bu tablo için yeni bir sözümüz var mı, mesele bu..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder