Pazartesi

"Nefret"in bize anlattığı...

(agos, 21 ekim 2011)
Radikal'de imza attığı başarılı haberlerle dikkat çeken İsmail Saymaz, bir gazeteci kitabıyla karşımızda. Malatya'daki vahşetin öncesi ve sonrasının izini süren Saymaz, "Nefret/Malatya: Bir milli mutabakat cinayeti" isimli kitabıyla bir kısmı bilinen ama çoğu bilinmeyen bir çok ayrıntıya -klasik tabirle- projektör tutuyor. Baştan söyleyeyim: bunu gayet de başarılı yapıyor. Bir yandan da benim de aralarında bulunduğum bir kesimin analizlerinde haklı olduğunu gösteriyor. Ne diyorduk? Dink, Santoro, Malatya cinayetlerinde evet Ergenekon çetesinin izleri olabilir ama bunlar asli olarak devletin ve siyasi kadroların Sünni-Türk olmayan her şeye düşmanca yaklaşmalarının ve Türkiye'deki klasik devlet-siyaset-toplum yapılanmasının sonucudurlar. Kitap başka bir çok önemli ayrıntıyı gözler önüne serdiği gibi, esasen bu yapının da etrafını kalın bir çizgiyle tekrar çiziyor.

Kitaba dönelim. Saymaz filmi biraz geriye 2000'lerin başına sarıyor önce. Nasıl bir manzarayla karşı karşıyaydık o vakitler?  Protestan kiliselerine Pazar ayini sırasında terörle mücadele ekiplerince otomatik silahlarla  baskın yapılıp cemaat üyelerinin gözaltına alınmasından, daha sonra Malatya'da katledilecek olan Necati Aydın'ın 2000 yılında İzmir'de suçmuş gibi "Hıristiyanlık propagandası" suçlamasıyla tutuklanmasından ve 28 gün hapiste kalmasından bahsedelim, ilk ağızda. Bu iklim Saymaz'ın da dikkat çettiği gibi  bilhassa 1999 depremi sonrasında oluşan paranoya havasıyla ilgili. Yardıma gelen dış kuruluşlardan işkillenen devlet, yerel basın ve siyaset esnafı (burada CHP-SP-FP ayrımı yapmıyoruz,  herkes işin içinde, AKP'yi saymayışımız ise o zamanlar kurulmamış olmasından) ama sonuçta özellikle sağ cephe, bir kampanya başlatıyor bu tarihlerde. Bu kuruluşların Türkiye'yi bölmeye, PKK'ya yardıma geldiği, Türkiye'yi Hıristiyanlaştıracağı söyleniyor her gün. Bu atmosferde İşçi Partisi protestan kiliseleri  önünde protesto  eylemleri yapıyor, Fazilet/Saadet Partili milletvekilleri konunun MGK'da görüşülmesi için önergeler veriyor,  bu faaliyetlere niçin göz yumulduğu soruluyor, MGK konuyu gündemine alıyor, İçişleri Bakanlığı da apartmanlarda -çaresizlikten- kurulan ibadethaneleri kapatma kararı alıyor. Nihayet MGK'nın faaliyetleri de somutlaşıyor, 2003'te Başbakanlık'a kapsamlı bir rapor gönderiliyor. Rapor 40 sayfalık ve her türlü önlem değerlendirilmiş. Ancak aynı rapora göre Türkiye'de faaliyet gösteren misyoner sayısı 54. Yani "misyoner ordusu" diye Türkiye'nin üzerine salınan tehdidin bir ilköğretim sınıfı kadar insandan oluştuğu ortaya çıkıyor ama tabii biz o zamanlar bunu bilmiyoruz..Sonra öğreniyoruz. Fakat bu tabloya rağmen TSK faaliyetlerine ara vermiyor, Hurşit Tolon'un komuta ettiği Ege Ordusu'nun memleketteki tüm Hıristiyan faaliyetleri adım adım izlediği -yine sonradan- ortaya çıkıyor. Yetmiyor yine TSK'da 2006 yılında bu kez seminerler düzenlenmeye başlanıyor. Üstelik bu seminerlere -sonradan Ergenekon sanığı olacak-  Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol davet ediliyor.Peki Erenerol ne diyor bu seminerlerde? Sivil Toplum Örgütleri casustur , BM, Dünya Bankası, UNESCO, IMF Yahudi şeriatı için çalışmaktadır, misyoner örgütlerinin personeli ve bütçesi CIA'den bile fazladır , Türkiye direnen son kaledir, Türkiye düşerse dünya teslim alınmış olacaktır, hatt-ı müdafaa yoktur sath-ı müdafaa vardır diyor, ağlayarak.  Şurası hayli ilginç: Bu konuşma bittiğinde 2011 yılında AKP'den milletvekili seçilecek olan  ve o vakitler Tümgeneral olan Şirin Ünal'dan plaket alıyor. Yetmiyor, TSK'da görevli bazı binbaşılar kod isimlerle misyonerlik karşıtı kitaplar yazıyor. Bu kitaplarda "Protestan rahipler kurtlar sofrasındaki iştahla Türkiye ve Türklerin yok oluşu için planlar yapmaktadır" gibi ifadeler yer alıyor.  Yetmiyor o vakitler DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit'in eşi konumunda olan Rahşan Ecevit "Takkenin üzerine haç geliyor, ülkemi geri istiyorum.." çığlıkları atıyor, tabii Bülent Ecevit de eşine destek veriyor. Keza, o vakitler Sinan Aygün'ün başkanlık ettiği Ankara Ticaret Odası üzerine hiç vazife  olmayan biçimde bir rapor yayınlayıp Protestanların 300'den fazla kiliseye sahip olduğunu basına açıklıyor. Aygün'e göre "Türkiye tam anlamıyla misyonerlerin istilası altında"dır. Bütün bu kıyamet arasında soru önergelerine yanıt veren İçişleri Bakanlığı ise 1997-2004 yılları arasında İslam'dan Hıristiyanlığa geçen vatandaş sayısını 338 kişi olarak açıklıyor. Üstelik Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçen 214 kişi varken. Bu tip bilgilere itibar edilmiyor.
Bu arada paralel biçimde memleketteki Protestan'lara milliyetçi sayabileceğimiz bir dünyanın içindeki  bilgisiz ama gözükara gençler musallat oluyor, bilgi alma bahanesiyle bu kişilere yaklaşıp daha sonra kanlı infazlar gerçekleştirmeyi planlıyorlar. Ya da en iyi ihtimalle bu kişileri "peygamberimize hakaret etti " gerekçesiyle ihbar ediyorlar. Ancak daha sonra bu hakaret kısmının yalan olduğu mahkemece ortaya çıkarılıyor. Üstelik bütün bunlar bir "tuzak" halinde gerçekleşiyor. Yani Hıristiyanlık propagandası suç değilken, olamazken, olması evrensel hukuk kurallarına aykırı iken, diyelim ki olsa bile, bütün bu hikayelerde Protestan -ya da Trabzon örneğinde Katolik- din adamlarına yaklaşan, onlara bilgi soran, danışanlar hep saldırganlardı. Ve sonrasında hikaye niyeyse hep aynı oluyordu: "dinimize hakaret etti"..
Peki Malatya'da ne oluyor? Türkiye'nin geneline paralel biçimde üniversitelerde, jandarma komutanlıklarında seminerler düzenleniyor, yerel basında suçlayıcı, galeyana getirici haberler çıkıyor ve yine milliyetçi gençler "birilerinin" etkisinde kalarak şehirdeki Protestan din adamlarına yaklaşıyor, onlardan bilgi almaya çalışıyor, onlarla dostluk kuruyor. Ancak hedef en başından beri aslında cinayet. Malatya Müftülüğü'nün bile harekete geçtiği bu teyakkuz ortamında kentte topu topu beş kişinin Hıristiyanlığı benimsediği ortaya çıkıyor ama kulak asan kim..Tam tersine yerel basın kentte 48 kilise ev olduğunu yazıyor, aynı basına göre bu evlerde Ermeni propagandası yapılıyor., 48 kilise var denirken bu arada nüfus sayımına göre ortaya çıkıyor ki kentteki toplam Hıristiyan sayısı 15. Burada önemli bir ayrıntı var: vahşetin faillerinden Emre Günaydın, Necati Aydın'a bilgi almak kisvesi altında yanaşırken ilk sorusu da bu 49-50 ev var mı, oluyor.
İsmail Saymaz'ın kitabı işte tabloyu, bilmediğimiz bir çok ayrıntıyla eksiksiz biçimde sunuyor. Tabii cinayeti kimin azmettirdiği sorusu hala tam olarak cevabını bulabilmiş değil. Aynı Dink ve Santoro cinayetinde olduğu gibi. Evet tetikçiler var, tetikçilerin yakın çevresi var, savcılıklara göre ispatlanamasa da Ergenekon çetesi bu cinayetlerle ilgili. Ama bunlar değil cevabını aradığımız. Kim ve kimler, bu cinayetleri  planlayanlar? Somut bağlantı hala ve maalesef yok. Fakat inkar edilemez biçimde kendini belli eden bir fail var, elbette. Sünni-Türk-Devletçi bir formülasyonun dışında kalan her kıpırdanmayı kriminalize eden  yapı ve bu yapının biçimlendirdiği, ama bu yapıyla hiç sorunu olmayıp mutlu mesut yaşayan çoğunluk. Bu yapı, bu koza, yıllar yıllar boyunca böyle katliamlar, vahşetler üretti. Günümüzde ise bu yapı egemenler katındaki tüm değişimlere rağmen, karanlık odaklarla ilişkiler kesilmiş olsa da, ülkede yaygın bir zihniyet olarak gücünü kaybetmedi.. Bu zihniyet , bu ses her gün megafonlar  buluyor kendine. Bu ses, diğer her sesi bastıran işte bu gür ses, hiç susmuyor maalesef.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder