Salı

Kriz: Acaba daha yeni mi başladı?

(agos, 7 ekim 2011)
2008 yılında ABD bankalarındaki riskli mortgage kredileri için üretilen tahvillerin zayıflığının ortaya çıkması ve bu cins çürük tahvilleri bulunduran bankaların zora girmesiyle patlak veren Küresel Kriz, 2010 yılında toparlanma emareleri gösterdikten sonra 2011 yılında bu kez Avrupa'yı kendine merkez seçerek yine etrafı tahrip etmeye başladı. Krizin bu yeni safhası için Yunanistan ve Güney Avrupa ülkeleri (İtalya, Portekiz, İspanya, Fransa) tetikleyici olarak gösteriliyor. Gerçekten de özellikle Yunanistan'ın düştüğü durum, çarpıcı. Dış yardım sağlayabilmek için çok sert mali önlemler almak zorunda kaldılar. Peki neden bu haldeler? Gösterilen: kamu borçlarının fazlalığı ve hesapsız harcamalar. Mevcut durumda Yunanistan resmen ilan edilmese de iflas etmiş bir ülke durumunda. AB ve IMF yetkilileri "Hayır temerrüt (iflas) sözkonusu değil" dese de durum ortada ve bu durumun nelere yolaçağı kestirilmeye çalışıyor. Temerrüt ise teknik bir ayrıntı olmakla birlikte önemli. Bir ülkenin temerrüte düşmesi demek "Borçlarımı ödeyemiyorum" demesi manasına geliyor ve bu durumda denklem -futbol spikerliğinden bir terim ödünç alacak olursak- "artık onlar düşünsün"e dönüyor. Yani borçverenler.

Yunanistan'daki durumun global kapitalizmin karar vericilerini bu kadar korkutmasının bir nedeni işte bu borçverenler. Zira zamanında Yunanistan'a borç vermiş ülkelerin büyük çoğunluğunu Avrupa bankaları oluşturuyor. Bilhasa Fransız bankaları bu açıdan hassas konumda. Fakat bu cins bir temerrüdün tüm Avrupa bankalarına yayılması kuvvetli bir ihtimal. Ve tabii bu durum global kapitalist sistemi epeyce zorlayacak nitelikte.  Yunanistan kadar olmasa da İtalya Belçika ve -bir nebze- İspanya'nın da kamu borcu açısından parlak durumda olmadığı biliniyor. Bir diğer telaş da işte bu ülkelerin, bilhassa İtalya'nın borçlarını ödeyemez hale gelmesi. (Madrid belediyesinin çoktan bu hale geldiği, çalışanların maaşlarını ödeyemez durumda olduğu söyleniyor.) Dolayısıyla Yunanistan konusunda sağlam durmaya çalışıyor global kapitalizmin karar verenleri. Şimdilik üzerinde çalışılan formül örtülü bir temettü. Yani Yunanistan iflas etmeyecek ama borçverenler de elini taşın altına sokacak, cenazenin "kaldırılması" için ellerini ceplerine atacak. Plan bu ama Yunanistan'ın bütçesi de dikiş tutacak gibi değil. Yeni bir fon üzerine çalışılırken bir önceki fonun alınması için söz verilen bütçe hedeflerinin tutturulamadığı çıktı ortaya. Yeni fon için Atina'nın verdiği sözler ise hayli sert. Onbinlerce memurun kızağa çekilmesi gündemde. Yaklaşık 30 bin memur yıl sonuna dek maaşlarının yüzde 60'ını alacak. Büyük bir özelleştirme furyası da var, Hükümet ne var ne yok satmaya çalışıyor. Durum dramatik ve gösteriler grevler de doğal olarak günlük hayatın bir parçası haline gelmiş durumda.
Ne diyorduk, Avrupa. Evet şimdi İspanya ile İtalya'nın hatta Fransa'nın da bu duruma düşmesinden korkuyor, egemenler. Bilhassa Fransa ve İtalya'nın Libya'da bu kadar "kör gözüm parmağına" boy göstermesinin bir nedeni de bu. "Yayılma"  önlenemezse global kapitalizmin çok sert bir darbe yiyeceği, (hatta zaten yediği) ortada. Avrupa hükümetlerinin zorda kalan bankalarını fonlayamaması durumunda (bunu bugüne dek bunu sadece Almanya yapabiliyormuş gibi duruyor) Euro para birimi de dahil olmak üzere çok şey yeni baştan düşünülecek. Zaten Euro'nun tepetaklak gitmesinin en büyük nedeni bu. Gidişat belki de toplu bir "ödeyemiyoruz" hali.
Avrupa'da hal böyle iken ABD'de de hava güneşli değil. 2008'deki ilk darbeyi Lehman Brothers'ı feda ederek ve başka bazı  bedeller ödeyerek atlatmış gibi görünen ABD'den gelen son veriler, krizin hiç de tam olarak atlatılamadığını gösteriyor. İşsizlik sorunu çözülemedi, tüketici harcamaları ve sanayi üretim rakamlarında istikralı bir düzelme görülmüyor. Yunanistan'dan daha büyük bazı eyaletlerin benzer  bütçe sıkıntıları içinde olduğu söyleniyor. Ünlü analistlerden Meredith Whitney 48 eyaletin harcama kısıntıları içiren bütçeler yürürlüğe koyduğuna dikkat çekti. Ve son olarak ABD'liler de artık sokağa çıkmaya başladılar. Üstelik hedef finans dünyasının kalbi. Occupy Wall Street (Wall Street'i işgal edin) sloganıyla yola çıkan göstericiler geçtiğimiz haftasonu büyük bir kalabalık topladı ve polis göstericilerden 700'ünü gözaltına aldı. Ve bu gösterilerin daha da büyüyerek süreceği gibi bir gidişat var.
Özetle Batı'da, daha doğrusu global kapitalizmin ana duraklarında gidişat hiç parlak değil. Peki Doğu? Batı'yı fonlayan çok sayıda Güneydoğu Asyalı banka bulunduğunu da hesaba katarsak krizin bu bögeleye sıçrama olasılığı da var.  Sonuç: Kapitalizm çok açık  ki en ciddi krizlerinden birini yaşıyor. Ve  Türkiye'nin makro verileri ne kadar olumlu görünse de derinleşen bir krizden etkilenmemesi olanaksız. Hükümet'in aylardır frene basmaya çalışmasının arkasında da bu var zaten. Sarsıntıya otobanda 180'le giderken yakalanmamak. Evet ilginç bir biçimde bu krizde Türkiye, büyümeyi frenlemeye çalışıyor çünkü muhafazakar/kapitalist/istikrarlı bir tek parti hükümeti, tüketici ve üreticiyi borçlanmaya sevketmiş durumda ve bu hızla gidilirse krizin büyümesi durumunda hasar da büyük olacak. Yine de tüm önlemlere rağmen krizin memleket karasularına da bir şekilde ulaşması bekleniyor.
Tablo bu. Ee, ne yapacağız bu tablo  içinde? Sol, doğrusunu isterseniz iki eğilim içinde salınıp durdu, tüm bu kriz yılları boyunca. İlk eğilim "işte bakın, kapitalizm çöküyor" sloganıyla özetleyebileceğimiz tutum. Fakat kapitalizmin bu tip krizleri ama şöyle, ama böyle, bir şekilde atlattığı, kendini onardığı hesaba katılınca, bu tutum pek taraftar bulmadı. Üstelik kapitalizm yıkılırken yerine sosyalizmin geleceği yönünde pek de güçlü işaretler yok. Diğer tutum ise "Kapitalizm bunu da atlatır, sakin olalım" diye özetlenebilir. Bu tutum da geriye dönüp bakıldığında haklı gibi görünse bile Sol'un bütün bu olup bitenler hakkında bir çift sözünün olmayışının kayda geçmesinden başka bir anlam ifade etmiyor.
Peki  Sol ne yapabilir? Türkiye'den değil dünyadan bahsediyorum. Ne pratik ne de teorik olarak güçlü bir yanıt görebiliyoruz. Kapitalizmin içeriden eleştiricilerinin (Joseph Stiglitz gibi) sözlerine kulak veriliyor daha çok, hatta "Kriz geliyor" tellallığıyla ün yapan isimlerin (N. Roubini vs) sözlerinden bir ipucu bulunmaya çalışılıyor; bu mahfillerden çıkan  "Yeni dip geliyor" gibi öngörülerle yürek soğutuluyor. Bir de İngiltere'de İşçi Partisi'nin yeni ve genç lideri Ed Miliband'ın yaptığı çıkış var. Miliband parti kongresinde kolay yoldan köşe dönmeci kapitalizme bir nevi savaş açtı ve şirketlerin uzun dönemli yatırıp yapıp yapmamalarına ve yeni mezunları işe alıp almamalarına bağlı olarak denetlenip vergilendirilecekleri sözünü verdi. Radikal bir çıkış bile değil. Ancak serbest piyasanın toplu hücumu karşısında "businness" karşıtı olmadığını söylemek durumunda kaldı. Neyse, açık konuşalım, tribünde izleyiciyiz şu an.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder